“Elif Allah, Lam Kâinat, Mim Muhammed” [1]
Arabî lisandaki melik ve mâlik kavramları, günlük kullanımları itibariyle aynı mânâya işaret etseler de bu kavramların ihtiva ettiği esas mânâlar Kuran’daki kullanımlarında farklılıklar göstermektedir. Asıl itibariyle irade sahibi anlamında kullanılırlar. Zira hem mâlik hem de melik mülk sahibi demektir. Mülk, melekût ile ilişkili olduğundan sadece maddi sahipliğin değil, her türlü sahipliğin genel adıdır. Mülkün sahibi olmak, o mülk üzerinde kuvvet ve kudreti olmakla ilgilidir. Bu kuvvete İslamî terminolojide meleke denilmektedir. Zahirde kuvvetler olarak beliren bu melekeler, bâtında (düşüncede, semavî olanda, kavramada vs.) melekler denilen kudretlerle yönetilirler. Bu nedenle “m-l-k” kökünden türetilen bu kavramlar irade melâkı (temeli) üzerinde durmaktadır.
Melik ve mâlik kelimeleri telaffuzları itibariyle birbirlerine benzeseler de aslında anlam içeriği bakımından birbirlerine karşıttırlar. Zira melik; kralı, saltanat sahibini, belirli bir özerkliğin otoriter yönetimini gösterir. Melik kraldır, köyün ağasıdır, devletin başıdır, siyaseten kanun yapmaya kâdir olan muktedirdir. Hiyerarşinin tepesidir, komutandır, emirdir. İlâhtır mesela, rabdir, efendidir. Melikin daima tebaası vardır, önünde eğilenleri, kendisinden hususi medet umanları vardır. Köleleri vardır kapısını bekleyen; hükümlerini yaşayacak ve yaşatacak, sözünü yerde bırakmayacak emir erleri vardır. Zengindir her mânâda, kâdirdir, heybetlidir, yenilmez bir heykel gibidir. Bu nedenle ölümsüz gibi durur cemiyeti karşısında. Ama topraktan halk olunmuş her beşer gibi o da ölümlüdür. Zira meliklik bir mevkiden ibarettir. Ölür ve toprağa karışır halsiz bedeni, ölümün hükm-ü hakikati esasınca…
Bu hükm-ü hakikatin esasını takdir eden Allah’tır. Çünkü Allah mülkün mutlak sahibidir (Mâlik-el Mülk). Melikin kuvveti sahipliklerindendir, mâlikin kudreti ise acizliğinden. Hiçin kendi aczinden gayrı hiçbir şeyi olmadığından, mülk da ona imlak edilmiştir. Bu sebepten mâlikin bedeni yoktur, ancak vücûdu vardır; hüvel bâki. Neticede beden topraktan halk olunmuştur, vücûd nûrdan. Toprak da ölümsüzdür elbet, daima can verir tohuma. Ancak beden toprak dahi değildir, topraktandır sadece. Vakti geldiğinde kendisinden alındığına geri vermekle yükümlüdür emaneti. Velhâsıl nûranî olan vücûdun mahâli vicdandır. Vicdan doğmaz, ama uyanır. Vecd ile yaşar, vecede ile de büyür.
Melik, vermediğinden şişer, mâlik ise verdiğinden kebîrdir. Meliki, sahip olduğunu zannettikleri meluk (deli) eder, mâlik ise münezzeh kılar nefsini her nevi sahiplikten. Çünkü neye sahip olduğunu sanırsa insan, onun sahipliğine boyun eğer zamanla, kaybetmenin derin korkusu ve korkunun yarattığı hüzünle. Mâlik ise kendinden geçer. Kendinden vazgeçen, neden vazgeçmez?
Mâlik ruhların babası gibidir, melik onun haylaz oğlu. Oğul babaya dayanır, baba kimseye dayanmaz. İhtiyacı da yoktur, beklentisi de… Kendi ile kaimdir, kendinden gayrının hükmü onda yiter. Ona “Hüve Allah-u Ehad” denilmiştir [2]. Bu mevzu ile ilgili olarak Kuran’da şöyle buyurulmuştur: “Hamd, çocuk edinmeyen, mülkte de ortağı olmayan… Allah’adır.” [3]
En nihayetinde melik ile mâlik arasındaki fark bir harften ibarettir. Melik, üç harften müteşekkilken, mâlik isminde, Lam Elif’e yol verir zâtın huzurunda. O Elif’in farkı neyse diğer harflere, mâlikin farkı odur melike…
Bu minval üzere melikler çoktur; lâkin meliklerin mülk edindikleri emlâkın mâliki tektir. Nitekim İslam’ın da çok melikleri (halifeleri, emirleri, kralları vs.) olmasına karşın, tek mâlikinin Hz. Peygamber (Makâm-ı Muhammedî) olması gibi, Türkiye Cumhuriyeti’nin de meliki kim olursa olsun, mâliki ancak Mustafa Kemal Atatürk’tür. Büyük Taarruzun muzaffer ordusuna ve önderine selam ederim.
Referanslar:
[1] Huruf-u Mukattaa (Kesik Harfler): Kur’ân-ı Kerîm’in bazı sûrelerinin başındaki hece harfleri.
[2] Kur’an-ı Kerîm, İhlas Sûresi 112/1
[3] Kur’an-ı Kerîm, İsra Sûresi 17/111: (Ve kulil hamdu lillâhillezî lem lem yettehız veleden ve lem yekun lehu şerîkun fîl mülki …)