Yaydan çıkan ok, ateşlenmiş bir silah… Bu eylemdir. Eylem bir kavramdır. Ve bir kavramı ortaya atıp ona “bu, şudur” gibi bir içerik yüklemek, üstelik bunu kavramın dizgesel bütünselliğine dayandırmadan hatta çıkarsamaya dahi gerek duymadan yapmak hatalı yargılara sürükler. Örneklemek ise daha ziyade edebiyatın işidir. Yine de düşünce her zaman şu veya bu disipline dayandırılmak istemez. Bazen sadece bir farkındalığı dile getirmek istersiniz.
Eylemler, ahlaki olarak iyi veya kötü, yararlı veya yararsız olarak sınıflandırılır. Çünkü sınıflandırmak yüzeysel olan genel anlamayı kolaylaştırır. Yine de kimi zaman bu yüzeysellik basit olan bir konunun en basit ve doğru anlayışını sunar. Eylemi elimizin altında hazır bulmayız. Eylem atalardan miras da kalmaz. Her eylem zorunlu yeni bir şey olarak düşüncede temellenir. Düşünce her hareketinde bir seçime gider. Örneğin kızdığında bağırmayı veya susmayı tercih eder. Bunlardan biri eylem diğeri pasif kalmak değildir. Her seçim bir eylemdir. Susmak bir eylemdir. Hatta bir yoginin günlerce hareketsiz kalması da eylemdir. Eylemsizlik denilen de bir seçim ve düşünce açısından kesinlikle bir eylemdir.
Yaşadığımız sürece daima eylemde bulunuruz. Bu eylem her ne olursa olsun, ona eylem diyebilmemiz için düşüncede başlamış olmak zorundadır. Yemek yiyebilmem için yemeği düşünmem, onu istemem gerekir. Gayri iradi kendimi bir anda yemek yerken bulamam. Beni bu işe sürükleyen bir itici güç, bir karar verici yetenek gerekir. Bu nedenle her eylemin temelini düşüncemde bulurum. Kalbin çarpışı bir eylem değildir. Ondan çarpmasını ben istemem. Buna düşüncemde karar vermem. Onu kendi doğası içinde bulurum ve bununla yaşarım. Teklediği zaman düzene girmesi için doktora başvurabilirim, düzeni koruması için uyku saatlerime ve beslenmeme dikkat edebilirim. Bunların tümü eylemdir, çünkü isteğime bağlıdır ama kalbin çarpması eylem değildir.
Öfkelenip bağırdığımda, üzülüp ağladığımda, koltukta uyuya kaldığımda bunlar benim irademe bağlı değil gibi gelir. Çünkü bir anda ve kendiliğinde olduğunu düşünürüm. Bu doğallığın içinde iradi olanı algımda seçemeyebilirim. Halbuki beni öfkelendiren veya üzen şey doğrudan düşüncemde bulunur. Öfkelenirim, çünkü “benliğimle” yani “ben” dediğim soyutluğa yüklediğim içerikle ilgili kabul edilemez bir uyuşmazlık duyarım ve bu beni kızdırır. Kızgınlık düşüncede temellenir. Kızgınlığımı bağırarak, dövüşerek veya içime atıp ağlayarak sergileyebilirim. Bunların hepsi doğallığı içinde eylemdir. Her eylem bir noktada başlar ve sürer. Başlatan düşüncedir ve varlığı düşüncede sürer. Bir eylemin iyi veya kötü olması bir yana, her eylem benliğin varlığı ile süregider.
Eyleme geçmiş olan, düşünülen veya düşünülmüş olanın fiile geçişi geri dönüşsüzdür. Hırsız, hırsızlık yaptığında çalmayı düşünmüş ve bunu eyleme geçirmiştir. Yanlışlıkla hırsızlık yapılamaz. Hırsızlık bilinçli ve amaçlıdır. Hırsızlığın nihayeti haklı sebeplere de dayansa, örneğin aç bir çocuğu doyurmak için de olsa bu eylem vicdanda yer eder. Hukuksal bir yaptırım veya bağışlanmak bu eylemi silmez. Toplumsal olarak birlikte yaşamayı sağlar sadece.
Çalma eylemi esnasında yakalanan hırsız mahkeme kararınca cezalandırılır. Ceza, verdiği hasarı karşılamak ve onun bu eylemi tekrarlamasının önüne geçmek içindir. Yani yeniden toplum içinde birlikte yaşamamızı sağlamak içindir. Bununla o maddi olarak, kefalet ödeyerek veya hapiste kalarak cezasını çekmiş olur. Yasa önünde suçu kalkar. Veya işlediği suç hukuka intikal etmez, kendisinden şikayetçi olunmaz ve affedilebilir. Ne maddi bir kefalet ne de hapis, hiç ceza almayabilir. Bağışlanmak suretiyle suçu kalkar. Yasa önünde artık suçsuzdur. Ama eylem bir kez icra edilmiştir ve hırsız kendisi için hep hırsızdır. Zira hukuki yaptırımlar veya bağışlanma öteki ile olan ilişkiyi düzenler, ama vicdanı temizlemez. Vicdan unutmayan ebedi bir göz gibi yapılmış olan her eylemi tutar ve özenle saklar.
İlk yasa koyucular hem toplumsal hem de bireysel olarak muhteşem bir şey bulurlar. Olumsuz dahi olsa her eylem hukuk yoluyla temizlenir. Adalet temelinde belirlenen ceza yoluyla kişi suçundan kurtulur, ama bu ancak öteki ile olan ilişkisinde olanaklıdır. Topluluk yoksa hukuk olamayacağı gibi, hukuk olmaksızın toplum olmaya da ilerlenemez. Zira hukuk ancak toplumsal olanı düzene sokar, kişiler arasındaki ilişkiyi düzenler. Halbuki kişi için düşünce bir kez eyleme geçtiyse bu geri alınamazdır. Olan olur; olmuş olan, olmamış durumuna çevrilemez. Tarih kitapları yeniden yazılabilir hatta Mesih gökten inip müminleri, alçak gönüllü güzel insanları affedebilir, günahlarını bağışlayabilir ama hata bir kez tahakkuk ettiğinde o ortadan kaldırılamaz. Başkası tarafından bağışlanmak işlenmiş bir günahı, hatalı bir eylemi silemez, bağışlama kişiyi hatasıyla kabul etmeyi ifade eder.
Bir karıncayı öldürdüğümde, sadece bir karınca öldürmüşümdür. Ne katil sayılırım (çünkü hukuk karıncayı korumaz) ne de affedilemez bir günaha girmişimdir. Rahat bir vicdanla yaşamıma devam edebilirim. Zira bir karıncanın ölümü vicdanımı yormaz ve bunu hemen unutabilirim. Omuzumda bir karıncayı öldürmüş olmamın ağırlığını hissetmediğimden, bunu unutmam uzun sürmez. Ancak karınca yine de ölmüştür. Onun bir bilincinin olup olmaması, cüssesinin küçüklüğü, Tanrı’nın muhteşem bir yaratımı olması, Kur’an’da adının geçmesi gibi kültürel konulardan tamamen bağımsız olarak karınca benim tarafımdan öldürülmüştür. Eylem açısından tek gerçek budur. Bir an onu öldürmeyi istemişimdir ve öldürmüşümdür. Bu oldukça basit, hızlıca icra edilmiş, düşünmeye değer görülmemiş bir eylemdir. Ama nihayet bir eylemdir. Bu eylemin bir sonucu olsa da olmasa da, birileri tarafından ayıplanmasa da, bu eylemle toplumdan dışlanmasam da, vicdanımda yer etmese de, önemsemesem de, koca hayat yolculuğumda hiç yer etmese de öldürmeyi düşünmüş ve öldürmüşümdür. Bu geri alınamaz.
Eylemin geri alınamaması ve onun ortadan kaldırılamaması açısından bir karıncayı öldürmenin, bir insanı öldürmekten de farkı yoktur. Zira öldürme isteği duyguda temellenir. Hayatın içinde görürüz ki, bir karıncayı öldürürken incinenler olduğu gibi, gözünü kırpmadan insan öldürenler de vardır. Öldürme bir yaşama son vermek olduğundan, eylemin doğası açısından bu ikisi arasında da fark yoktur. Hatta daha da ileri giderek eylem düşüncede başladığından öldürmeyi istemek dahi bir eylemin başlangıcıdır. Öldürmeyi istediğimde ama bunu fiile dökmediğimde öldürmüş olmam. Ancak düşüncenin eylem olduğu, eylemin temeli olduğu unutulmadığında öldürme eylemi “başlamış” olur. Öyle ki, hukuk gerçekten öldürmek istemiş, ama bunu başaramamış olan kişiyi niyetinden dolayı yine de cezalandırır.
Küfür ettiğimde söz ağzımdan çıkar. Bu sözü hiçbir kulak duymasa da küfür eden ben, onu düşüncemde bulup eylem olarak dile getirdiğimden artık o vardır. Çünkü düşünce tüm eylemlerin zemini olmasının yanında kendisi de bir eylemdir. Dönüşü olmayacak şekilde benden çıkmış ama benden kopup yok olup gitmemiştir. Düşüncemin içinde, tam da varlığını benden alan ve ben var oldukça bende duracak olan bir şey olarak, belki unutulacak ama asla yok olmayacak bir eylem olarak sürecektir.
Bu merhametsizlik, omuza acımasızca yüklenen bir yük ve kendi haline terk edilen insana reva görülmüş bir çaresizlik cehennemidir. Adaletsizliktir, hem de ilahi kayıtsızlıktır. Diğer yandan her düşünce düşünenin kendisinde temellenir. Bunu ona yaptıran bir kimse (Tanrı veya Şeytan) olmadığı gibi, onu affedemeyen de kendi vicdanıdır. Eylemlerimden ancak ben sorumluyumdur ve başka kimse benim eylemlerimden sorumlu tutulamaz. Şüphesiz eylemlerimi hazırlayan bilincime önsel bir arka tasar vardır; ailevi, toplumsal, coğrafi, kültürel etkiler vs. Tüm bunlara rağmen eylemim yalnız bana aittir. Bir başkası; şefkatli bir anne veya beni canından çok seven bir dost, eylemimin sorumluluğunu üstlense de sorumluluk yine ve ancak bana aittir. Öldürdüysem ve bir başkası suçumu üzerine aldıysa veya sustuğum için yargıyı yanılttıysam ve eylemin sorumlusu ben iken bir başkasının suçlanmasına göz yumduysam bu sadece hukuksaldır. İşlediğim suçun ve tüm eylemlerin tek sorumluluğu hala bendedir ve benim düşüncemde durur.
İsa günahları bağışlar, Havari Pavlus Mesih’in merhametini vicdanında duyumsar. Şeriata göre kendisinde suç bulmayan Pavlus (çünkü şeriatın hükmüne göre katlederdi), artık hakikatte de suçsuz kabul edilir ama günah onda durur. Pavlus’un günahı çıkmamış, günahlarıyla kabul edilmiş, tövbe ile affedilmiştir. Geçmiş affedilebilir ama geçmiş ortadan kalkmaz. Her eylem, eylemin öznesinde sırasını bekler. Yazılan yazılmıştır ve kalemin bıraktığı leke silinse de kâğıtta darbenin izi kalır. Diğer gözler izleri okuyamasa da onu yazan, silinenin ne olduğunu bilir. Dünyanın tüm karıncalarını kurtarsa da öldürülen karınca ölmüştür. Bunun için yazılmıştır: Bir insanı öldüren tüm insanları öldürmüş gibidir ve birini kurtaran tüm insanlığı kurtarmış gibidir.[1] Çünkü eylem olumlu olduğunda da iyiliği ortadan kaldırmaz. İyilik de kalıcıdır. Yine de suç, iyi eyleme kıyasla çok daha ağır bir duygudur.
Kötü bir işi affettirecek iyi bir eylem yapılsa dahi kötü olan yapılmıştır ve ortadan kalkmaz. Oysa kötülük, öncesinde yapılmış iyiliği gölgeler. İyi eylem de ortadan kalkmaz ama üzerine gelen kötülük önceki iyiliği zayıflatır. Şeriatın sözleri bu nedenle bir kılıç gibi keskin, soğuk bir duvar kadar duygusuz ve serttir. Bu sıkışmışlık içinde umut Allah’ın nurunu ikmal edeceğinin müjdesidir. Yoksa insan, iyiliklerin çokluğundan medet umamaz. Ve yücelerden halis bir ses kendisiyle uğraşmaktan yorgun düşen vicdanlarda bu umutla yankılanır; Allah esirgeyen ve bağışlayandır, kişinin kendisine rağmen. Çünkü O’nun bağışlaması çöldeki ayak izlerini örten rüzgâr gibidir. O bağışladığında, neyi bağışladığını hatırlamazsın…
“Evi Rab yapmazsa, Yapıcılar boşuna didinir. Kenti Rab korumazsa, bekçi boşuna bekler. Boşuna erken kalkıp geç yatıyorsunuz. Ey zahmetle kazanılan ekmeği yiyenler, Rab sevdiklerinin rahat uyumasını sağlar. Çocuklar Rabbin verdiği bir armağandır, Rahmin ürünü bir ödüldür. Yiğidin elinde nasılsa oklar, öyledir gençlikte doğan çocuklar. Ne mutlu ok kılıfı onlarla dolu insana! Kent kapısında hasımlarıyla tartışırken utanç duymayacaklar.” – Mezmur 127:1-5
[1] Kur’an-ı Kerim, Maide 5/32. Ayrıca Talmud, Mishnah Sanhedrin 4:5