İnnel insâne le fî husrin. [1]
Ne ararsa arasın veya neyi aradığını söylerse söylesin, aslında tüm ibadetler, peşinden koşulan tüm Tanrılar her zaman insanın kendini arayışıdır. Ritüeller, yeminler, elde mum ile mânâ arayışları insanın kendisine dair bir ipucu dilemesidir. Bu ipuçlarından kendini bulma emelidir inisiyasyon. Özünde inisiyasyon mürşide dâhil olmaktır, zira inisiyasyon denilen seyir hariçte bir yol değil, mürşidin bizzat kendisidir.
Ezoterik tarih içinde birçok öğreti, inisiyasyon süreçlerini aydınlanmaya giden aşamalar olarak kabul etmiştir. Oysa irşad tayin edilmiş bir yol değil, yolu yürütendir. Mürşid (hiyerofant), inisiyasyonun içinde bir obje değildir, o inisiyasyonun bütünüdür (hierofani). Sülûka yeni giren tâlip ilkin bunu fark edemez. Uzun bir yolun henüz başında olduğunu bilmenin hikmeti tabii olarak kendisinde bulunmaz. Şüphesiz o kendini bir olgunun içinde bulur. İçine düşülen bu olguyu analitik olarak yorumlar. Onun için takip edilen belirli bir yol, yani öğreti vardır, yolu yürüten (zâhir veya bâtın) bir rehber vardır. Bir de kendisi vardır ki önünde hazır bulduğu bu yola adapte olmayı başardığı ölçüde takdir toplamayı bir hedef olarak benimser.
Oysa talibin onda kendini izlediği mürşidden başka yol yoktur. Bu nedenle hiçbir yol, hiçbir süreç önceden koyulmuş değildir. Yol, talibin talebine istinaden oluştuğundan, tabiri caiz ise her talep ile yol yoktan var olur. Tâlip diler, seçer ve yürüyeceği yol kendisine aydınlanır. Olası onca yolun içinde, yürümeyi dilediği yolu kendi yaratır ve o yol sadece kendisi için aydınlanır, bir başkası için değil. Ve tabii eğer aydınlanıyor ise, o bir yoldur.
Mürşid, talibin yürüyeceği yolu önceden bilen değildir. Kendi bildiğine talibi çekmeye çalışan hiç değildir. Zira kendisine ait olmayana yönelmek, insanın kendi hakikatinin inkârıdır. Oysa her insan fıtratı itibariyle eşsizdir, ancak bu eşsizliğe giden yolda henüz bilgisiz ve deneyimsizdir. Önceden tayin edilmiş hiçbir inisiyatik öğreti, hiçbir yol, hiçbir din insanın kendi biricikliğine giden yolda önünü aydınlatmaya yetenekli olamaz.
İnisiyasyon irşad eder, dinler irşad için vardırlar; öğretiler, bilgelik sözleri, hikmetli öyküler irşad için üretilmiş araçlardır. Ancak hiçbiri aydınlanma değildir ve hiçbiri aydınlanmayı sağlamaz. Aydınlanma, tüm bu inisiyasyonların, ritüellerin, dinlerin, bilgece söylenmiş hikmetli sözlerin temelidir, ruhudur -kelimeler, hikâyeler, masallar değil. O temel, o ruh, aydınlanmanın ruhu mürşiddir.
Mürşid irşad edendir. İrşad için söyleminde ve eyleminde dini kullanabilir, herhangi bir inisiyasyon perdesinin içine gizlenebilir. Ancak bunların hiçbiri o ruh olmaksızın dirimli değildir. Yolu dirimli, hakiki, etker kılan mürşiddir ve konumu gereği o bu araçları sadece tâlipteki imanı doğurmak için kullanır. Zira gaye, talibi gebe bırakmak değil, onda imanı doğurmaktır.
Sohbet, logos, kelâm-ı ilâhi vb. kavramlar dini veya inisiyasyonu değil, ama tam da irşadın dirimli kaynağı olan mürşidi gösterir. Hâlbuki mürşid bâtındadır. Her basamakta, her keşifte, her feyzde, her zevkte ona dokunulmuş gibi, sanki bir mânâda onunla buluşulmuş gibi bir duygu içine girilse de mürşid daima gaybîdir. Talibin her adımında, her keşfinde dokunduğu kendi biricikliğidir ki ondaki mürşidin algısı bu biricikliğe dokunulduğu ölçüde hakikidir.
Mürşidin tezahür ve tecellisi, talibin kendi özüne temas ettiği nispette kendisine âyan olur. Bu nedenle mürşidin dışta değil, içte olduğu söylenmiştir. Zira mürşid dışarıda kaldığı veya dışarıdakine mürşid dendiği müddetçe irşad yoktur. Ve aslında bilinçsizce ikrar verilen dışarıdaki, mürşidin hakikatini inkârdır.
Osho, Mevlana, Krishnamurti, Akiva, Pythagoras vb. hiçbiri kendisi ile ülfet etmemiş birinin mürşidi olmadılar. Herkes onların bilgelik sözlerinden, hayat karşısındaki duruşlarından kendisine ders çıkarabilir. Hayatını onlara adayıp bir münzevi gibi hikmet ve anlayışlarına baş koyabilir ancak aydınlanmayı sağlayacak olan mürşide imandır. Bilgiyi bilgeden tahsil etmeyen, kendi kuruntularını, yoksun kaldığı bilgenin yerine koymaktan kurtulamaz. Osho’yu, Krishna’yı, Musa’yı kendi sanıları ile karıştırır. Oysa öğretiyi tüm sanılarını yıkarak tâlipte doğuran ancak mürşiddir.
Mürşid olmaksızın İsa talibin kendi nefsi olduğu gibi, mürşidin kelâmındaki İsa da bizzat mürşidin kendisidir. Hakiki İsa veya İsevî hakikat zaten mürşidin kelâmındaki İsa’dır, tarih içinde yitip gitmiş olan değil.
Netice; inisiyasyon mürşidin kelâmındaki dirimli mite bağlanmaktır. Tâlip kendisini o mitin içinde bulduğu ölçüde iman onda doğacaktır. İçinde kendisini bulamadığı bir mit herkes için kaçınılmaz olarak eskilerin uydurmasına dönüşür. Oysa hakiki mit dirimlidir. O mit diridir. Hiç eskimedi, hiç eskimez…
Not: İnisiyasyon başlamak, girmek demektir.
Tâlip için inisiyasyona girmek, bir daha hiçbir şeyin aynı olmayacağını anladığı andır. O âna kadar hayatında birçok şey başlamış ve bitmiştir. Ama “inisiyasyona” girdiği an, yani girdiğini fark ettiği an geri dönüşün kapandığı andır. Çünkü burada fark etmek gerinin olmadığını hatta önceki her şeyin sadece bir hayal olarak gerçekleştiğini fark etmektir.
Bu anlamda inisiasyon hayatın kendisidir. Ama hayat onun bir inisiasyon olduğunun fark edilebildiği ölçüde gerçektir.
Yoksa harici yollar, inisiyatik süreçler tabi ki vardır, ama dahil olunmadığında, yani içine girilmediğinde hiçbiri yol değildir.
İnisiyasyon tutmak, sevmek, adanmak, sarılmak, inanmak değildir. Bunlara özsel şuur (öz-bilinç) eşlik etmeyebilir.
Oysa girmek -en azından başlangıçta- şuurlu ve irâdidir.
Girdikten sonraysa takdir Hûdanın…
[1] Kuran-ı Kerim Asr Sûresi 103/2 “İnsan gerçekten hüsrandadır…”