“Yazar iken furkanı; hurufat eder canı…” [1]
Tevrat’ta, okuyanı en şaşırtan öykülerdendir: İshak yaşlanmıştır ve artık gözleri iyi görmemektedir. Ölüm vaktinin yaklaştığını anlayınca ikizlerinden büyük olan Esav’ı yanına çağırıp kendisi için bir hayvan avlamasını, pişirmesini ve yemek için sunmasını ister. Böylece onu kutsayacak ve bereketli kılacaktır. Esav’ın annesi Rebeka ise bu duayı sevdiği oğlu Yakub’un almasını istediğinden bir plan yapar. Esav’ın kılla kaplı bedenine benzemesi için Yakub’un kollarını hayvan kıllarıyla kapatır ve Yakub babasının huzuruna kardeşi kılığında çıkar. İshak gözleri görmediğinden oğulları arasındaki farkı algılayamaz ve Esav’ın hakkı olan bereket duasını Yakub’a verir. İshak, oğlu tarafından aldatılmıştır ve artık geri dönmesi de mümkün değildir. Yakub, babasını kandırarak Esav’ın, kardeşinin hakkı olan ilk oğulluk bereketini alır… [2]
Gelenek Yakub’un bu hilesini sanılanın aksine olumsuz olarak nitelemez. Kimisi ilk oğulluk hakkının zaten Yakub’a ait olduğunu, Esav’ın bir çorba karşılığında [3] bu önemli hakkı satarak onu küçümsediğini ileri sürer. [4]
Bir kısım yorumcular ise tasavvufi bir bakış açısıyla Esav’ın bedeni ve bedensel arzuların tatmini ile ilgilenen bilinç hâlini, Yakub’un ise mânâya dönük, ruhâniyeti temsil ettiğini savunur. [5]
Anlatımın içerisinde Esav’ın ilk oğulluk hakkına sahip olmasının, ana rahminden ilk çıkan çocuk olmasına dayandığına itiraz eden bazı yorumcular, aslında ikiz çocuklardan büyük olanının doğum sırasında rahimden ikinci çıkan çocuk olmasını delil göstererek Yakub’u haklı çıkarırlar. [6]
Daha ortodoks bir diğer grup ise Yakub’un bu hilesini hoş görmeyerek, yaptığı bu işin yanlış olduğuna hükmeder, ancak ne var ki sonunda Tanrı’nın rahmetine sığınıp bağışlanmayı dilediğinden affedilmesinde bir mahsur bulunmadığını belirtirler. [7]
Bir diğer bakış açısına göre de Yakub’un bu hileli hareketi aklın kudretini göstermek için kitapta zikredilmiştir. Zira akıl bir cevherdir ve Hakk olanı istemek onun öz doğasında vardır. Dolayısıyla bu hareket aklın aşağılık olduğuna değil, Tanrısal olduğuna işarettir. [8]
En geniş anlamda yorumların geneli, Yakub’un bu hilesinin olumsuz bir hareket değil, Tanrısal bir planın dışlaşması olduğu yönündedir. Bütün bu yorumlar, doğrunun ne olduğunu olgunun kendi sınırlarında kalarak anlamak yerine, hikâyeye bütünsel bakarak olgunun ancak ereği üzerinden anlamlı olduğunu vurgulamaktadır.
Oysa Yakub kitap içerisinde tipolojik bir karakterdir. Başına birçok olay gelir. Bunlar karşısında bir tutum takınır. Bu tutumların ve aldığı kararların neye hizmet ettiği ancak ölümünden sonra netleşir. Çünkü her insan bir kalem gibi kendi hayatını yazar ve insan ancak son noktasını koyduktan sonra okunması mümkün bir kitaba dönüşür. Bu her kitabın zorunlu iç doğasıdır. Her kitap ancak bütünlüğünde, bütünlendiğinde anlamlıdır.
Yine de bu ve benzeri metinler gibi açık yapıtlarda son noktayı kitabın kendisi değil, okuyucu koymaktadır. Düz bir metin gibi okunduğunda her karakter bir kişiliği gösterir. Ancak metin kendini kapalı metinlerdeki gibi okuyucunun zihnine değil de açık metinlerdeki gibi anlayışına sunuyorsa bir son nokta olamaz. Açık yapıtlarda kitap daima virgül ile biter. Virgülden sonra her okuyan kendi anlayışıyla metne katılacaktır.
Dolayısıyla, okuyucu kitabın bütünselliği içine katılmış olacağından, her okuyan için kitap içindeki tüm karakterler, olgular, olaylar, bağlamlar okuyucunun kendi tipolojisini oluşturacaktır. Yakub ve diğer tüm karakterler okuyanın kendi anlayışına, ahlâkına, imanına, yargı gücüne ya da en genel olarak sezgisine göre şekillenecektir. Diğer bir ifade ile kitabı her okuyan kitabın efendisi konumuna gelecektir.
Geriye aşılması gereken önemli bir engel kalmaktadır. Yakub’un hikâyesi Musa ile dile gelmiştir. Bu durumda okuyucu Musa’nın Yakub’unu yorumlamak durumundadır. Hatta Musa, Tora’nın kendisine Tanrı tarafından verildiğini söylediğine göre, Yakub’u Tevrat üzerinden anlamak isteyen okuyucu, onu ancak Musa’nın Rabbinin Musa’ya vahiy suretiyle bildirdiği haberin, okuyucunun kendi yorumundan geçmiş şekliyle bilecektir.
Öyleyse kitabı anlamak, belirli bir doğruyu bulmakla ilgili olamaz. Bu durumda onu anlamak, kitabı evrenselliğe bağlayan temel ilkeleri kavrayarak, aslında okuyucunun kendi kendisini anlaması demektir. Yine de bu, kitabın insana ayna olduğu ve onu anladığı ölçüde kendini anlayacağı anlamına gelmez. Zira gerçekte kitap var değildir. Kitap, okuyucu tarafından yazılmaktadır. Okuyucu kitabın dirimliliğidir, onun özüdür, ereğidir. Onun yegâne varsıllığı, okuyucusunun ruhunda tınlamasıdır.
Bu nedenle Yakub’un hikâyesi her ne kadar kitap içerisinde tamamlanmış sanılsa da, gerçekte o, okuyucunun iç âleminde şekillenecektir. Ahlâksızlığı nedeniyle onu tekfir edecek olan veya Yakub ile beraber Tanrının affına sığınacak olan okuyucunun kendisidir. Nitekim nasıl ki İsa kendi kemâlini beyan niyetiyle tüm peygamberlerin hatalarını bildirmişse, Muhammed de Allah’ın rahmetine sığınarak hepsinin günahlarını bağışlamış ve hatalarından temizlemiştir.
Nûn vel kalemi ve mâ yesturûn…
Nihayetinde hayatın kendisi okuyanın önünde açık bir kitaptır. Tüm algılarımız kalem ve anlayışımız bu kalemin mürekkebi olduğundan, hayat gerçekte ancak bizim onu yazdığımız gibidir. Başımıza gelen tüm olumluluklar ve olumsuzlukların ötesinde, üzüntü veya neşe, acı veya sevinç olarak…
[1] İsmail Emre, II. Doğuşlar Kitabı 4. Doğuş (zapt 30.11.948)
[2] Tevrat’ta bu öykü Tekvin Kitabının 27. babında anlatılmaktadır.
[3] Tevrat, Tekvin Kitabı 25:29-32.
[4] Bu yorum Rabenu Bahya’da, ayrıca Raşi’de bulunmaktadır. Pavlus’un İbranilere Mektubu 12:16 da Esav’ın durumu ile ilgili benzer bir aktarımda bulunur.
[5] Midraş’tan alıntıdır. Ayrıca Luboviç Rabbi Joseph Isaac Schneersohn.
[6] Bu görüşü öne süren Raşi şöyle bir örnek verir: “Dar bir tüp alıp içine iki taş atarsak, ilk attığımız son, son attığımız da ilk çıkacaktır. Başka bir deyişle, Yakub rahme ilk girendir.”
[7] Tövbe kavramı; İbranice “geri dönmek” anlamına gelen Teşuva.
[8] Metin Bobaroğlu