“İnsan için gerçek yaşam, felsefi yaşam ya da bilgelik yaşamıdır, çünkü ancak felsefecidir ki gerçek evrensel bilime erişir ve
olgusallığın ussal doğasını ayrımsar.” [1]
Pitagoras’tan Platon’a geçiş:
“Platon niçin Biçimleri Sayılar ile özdeşleştirdi? Biçimleri Sayılar ile özdeşleştirmedeki itkisi gizemsel ve aşkınsal Biçimler dünyasını ussallaştırma ve anlaşılır kılma güdüsü olarak görülebilir. Bu durumda anlaşılır kılma düzen ilkesini bulmaktır.” [2]
Pitagoras öncesi doğa filozofları varoluşun maddi tözünü yine doğanın kendi içinde aradılar. Her ne kadar bu vargıları mistik birer zemin oluştursa da, işaret ettikleri maddi tözler somut unsurlarla sınırlıydı. Yine işaret ettikleri tözlerin bu somutlukları birer gösterge olarak algılansa da, soyut olanın göstergesini maddi olanla belirlemek arı felsefeye olan uzaklığın da bir göstergesiydi. Bu durumda ya erken dönem Grek filozoflarını düşünceleri günümüze pek ulaşmayan mistikler oldukları ya da yalın olarak doğanın tözünü cisimsel olanda arayan maddeci düşünürler olduğuna kanaat getirebiliriz.
Pitagoras’ın matematiğin dizgeselliği olarak işaret ettiği Geometri doğal tözden farklı olarak varoluşun tözünde aklı bulmaktadır. Pitagoras’ın öne sürdüğü akıl, kendinden başka bir şeyi göstermeyen ilk tinsel töz olarak, maddi töz arayışındaki erken Grek filozoflarından ayrılır. Pitagoras’ın sayıları hiyerarşik bir dizgenin öne sürümüdür. Platonik sayı aynı nedenle Pitagoras’ta da olduğu gibi bir ara durumu (berzahı) ifade eder. Ayrıca bu ara durum ussal olan ile duyusal olanın ilişkisine de işaret etmektedir.
Platon’un Sayılar ile özdeşleştirdiği Biçimler [3] duyular kesimine ait olmaz. İdeal uzaysal büyüklükler, geometricinin incelediği nesneler ile duyulur nesneler değildirler ve böylece görülebilirler alanına ait olamazlar. Öyleyse Sayı, Biçimler ile Duyulur Şeyler arasında bir ara konumu doldururlar. [4]
Yine Platon doğa filozoflarından ayrılarak varoluşun tözünü cisimde değil ama biçimde (idealarda) bulmuştur. Ardılları tarafından savı net olarak anlaşılamayan Pitagoras bu nedenle Platonik fikrin öncülü mahiyetindedir. Ve Platon, Pitagoras’ın sayıların biçimler olduğu ve bu biçimlerin varlığın hiyerarşisine işaret ettiğini öne sürdüğü felsefi disiplininin anlaşılabilmesi için bir rehber niteliği taşımaktadır. [5]
Platon’un erdemlilik hakkındaki görüşü:
Platon’a göre en yüksek ve kapsayıcı erdem adalet bilincidir. Bir olgunun gerçekte ne olduğunu, sınırlarını ve kapsayıcılığını adalet ilkesi ile bilebiliriz. Adaletin en belirgin olarak öne çıktığı ve diğer tikel olguların kendisinde eridiği üst kavram devlettir. Ve adalet olmaksızın devletten bahsedilemez. Devlet bu anlamıyla adalet ilkesinin belirişidir. Adalet olmaksızın düzenden, olgusal akıldan vs. bahsedilemez.
Platonik dizgede belirtilen diğer erdemler; Yöneticilerin bilgeliği, koruyucuların cesur ve gözü pek oluşları, üreticilerin sahip oldukları ölçülülük adalet ile denetlenir ve korunur. Böylece erdem; bilgelik, cesaret ve ölçünün adalet ile içselleşmesi anlamına gelir. Platonik sistemde bunların bir öznede değil ama bir mekanizmada birbirlerinden ayrı olarak gösterilmesi devlet düzeni ve erkin yapısıyla ilgilidir.
Platon’un ideal devleti:
Platon ideal devletinde demokrasiyi sert bir dille eleştirir. Demokratik yönetimler halkı ikna edebilen belagati güçlü tiranların eline geçmeye mecburdur [6]. Hikmet ve erdem sahibi olmayan kişilerin, yöneticiliğin gereği olan erdemliliği belirlemeleri, yani halkın yöneticilerini seçmesi anlamsızdır. Platon’a göre yöneticiler, yöneticiliğin gereklerini bilen erdemli kişiler tarafından seçilmelidir. [7]
Bu önerisi ile ideal bir erdemli sınıfın varlığını kabul etmiş olur. Böylece erdem doğuştan erdemlilik (bir nevi aristokrasi) ve eğitime bağlı erdemlilik (özel eğitimden geçenler, üniversite eğitimi almış, şuuru evrensellerle biçimlenmiş kişiler) olarak ayrılacaktır. Hâlbuki kendi önermelerinde erdemin eğitimle doğrudan ilintili olmadığı belirgindir. Yine de örneğin teokratik yönetimler erdemin kendi özel ilâhlarına bağlılık olduğu savunurlar. Ve nihayetinde erdemli olduğu kabul edilen sınıfın diğerlerine egemen bir tiranlığa dönüşmesi hiç bir rejimde engellenemeyecektir. Her ideoloji kendi ilkelerini evrensel kabul eder ve kendi oluşturduğu yönetici sınıfın bu erdemlerle donandığını öne sürer. Bu tutumları ise daha başlangıçtan ideal olanın yadsınmasıdır ve bir fikri diğerlerinden koşulsuz üstün tutmak tiranlığı hazırlar. Gerçekte ise üstün olan kapsayıcı olandır.
Platon devleti tümellerle düşünebilen, felsefeye yetenekli akılların yönetmesini ve bu akıl sahiplerinin nefsani arzulardan uzaklaşmış, hatta mümkünse yaşlı kişilerden oluşturulmasını önerir. Ve yönetici olacak sınıfın aklı ve adaleti temele alarak devleti yönetmesi gerektiğini savunur [8]. Bu niteliklere uyan yöneticilerin özel mülkiyet edinmeleri ve evlenmeleri de men edilmelidir. Zira bunlar adil ve doğru yönetimi engelleyici koşullardır. Tüm bu nitelikleri karakterinde bulundurabilen ideal devlet adamlarının varlığına, üstelik bu erdemlerin nesillerce aktarılarak sürdürülebildiğine insanlık tarihinde rastlanmadığından Platon’un devlet görüşü ütopik, gerçekleşmesi olası olmayan şeklinde yorumlanmıştır. Yine de bu ütopik devlete en yakın yönetimin demokratik ülkelerde sağlandığı görülmektedir.
Platon’un bilgi kuramı:
Platonik bilgi kuramına göre erdemliliğe ve aydınlanmaya, doğru eylemlerle ulaşılır. Bu doğruluğun kıstası ise ahlâktır. Bilginin ahlâkla temellenmesi Pitagoras’ın ve Sokrates’in düşünce sistemlerinde temel rol oynar.
Platon’da bilgi (episteme) kendini ideal olanda, erekte bütünler. Platonik idealar ya da biçimler öğretisinin özü yalın olarak şudur: Evrensel kavram nesnel içerikten ya da işaretlerden yoksun soyut bir biçim değildir ve her gerçek evrensel kavrama nesnel bir olgusallık karşılık düşer [9]. Bu olgusallığın tümelliğine telos kavramı ile işaret edilir. Telos, idealar denilen tümel biçimlerin birlik ilkesidir.
Sonunda tüm tikel İdeaların nasıl tek bir evrensel İdeale ya da telosa, kendinde-İyiye alt güdümlü olduklarını kavramaya ve böylece bu evrensel güzelin ve iyinin “biliminden” haz duymaya varabilir. Ussal ruh İdeale yakındır [10], ve bir kez tensel istek dizginlenir dizginlenmez İdeali seyretmeye ve onun seyri içinde sevinç duymaya yeteneklidir. [11]
Eğer İyiye başlıca İdeal ya da telos olması yanından bakarsak, Eros pekâlâ yalnızca insanın yüksek doğasının İyiye ve Erdeme doğru dürtüsü olarak anlaşılabilir (ya da, ön varoluş ve anımsama öğretisinin dilinde, insanın yüksek doğasının onun ön varoluş durumunda seyretmiş olduğu İdeale doğru doğal çekimi olarak). [12]
Platon’un çağdaşı olan Sofistlerin eleştirilerine göre ideal olan bir bilinemezdir (agnostik). Biliniyor olsaydı insanın böyle bir ideali araştırma ihtiyacı olmayacaktı. Ve ideal olan bilinmiyorsa kendisine ulaşmanın bir yolu olamayacağı gibi ulaşılsa da tanınmayacaktır. Zira tanınıyorsa zaten biliniyordur. Sofist eleştiri ideal olanın zihinsel bir kavramayla bilinemeyeceği yönünde olduğu açıktır. Ne var ki Platonik idealar zaten zihne değil, etkin usa aittirler. Bu eleştiriden Sofistlerin Platon’un tümden gelim yöntemini anlayamadıkları sonucu çıkmaktadır. Öyle ki;
Platon daha en baştan itibaren bilginin erişilebilir olduğunu ve bilginin yanılmaz ve olgusalın olması gerektiği görüşündeydi. Gerçek bilgi bu iki ırasala da iye olmalıdır ve bu iki ırasalı da taşıdığı savını aklayamayan hiçbir ansal durum gerçek olamaz. Platon ne duyusal algının ne de doğru inancın bu iki özelliği taşımadığını gösterir; ikisinden hiçbiri o zaman gerçek bilgi ile eşitlenemez. [13]
İdeal düşünce veya tümden gelim ussal bir olguyu tam anlamıyla anladıktan ve onu us için açık seçik kıldıktan sonra vargılara gitmeyi savunur. Örneğin hukukun ne olduğu, hak ve adalet kavramları ile bileneceğinden, us için bu kavramlar tüm açıklığı ile belirtik olmalıdır ki bir vargıya veya yargıya ulaşabilsin. Adaletli olmak ilkin adaletin ne olduğunu anlamayı zorunlu kılar.
“Bir insana türe (adalet) nedir diye sorulduğunda, türenin eksik somutlaşmaları, evrensel ideale erişemeyen tikel örnekleri, söz gelimi tikel bir insanın eylemini, tikel bir anayasayı ya da yasalar kümesini gösteriyor ve bir saltık türe ilkesinin, uzlaşımsal bir ilkenin ve ölçünün bulunduğu konusunda en küçük bir kavrayış göstermiyorsa, o zaman o insanın ansal durumu bir doksa/sanı durumudur: İmgeleri ya da eşlemleri görmekte ve onları kökenseller ile karıştırmaktadır. Ama bir insan türeyi kendinde anlamışsa, imgelerin yukarısına, tüm tikel örneklerin yargılanmalarının ilkesi olan Biçime, İdeaya, evrensele yükselebiliyorsa, o zaman onun ansal durumu bir bilgi durumu, bir episteme ya da gnosis durumudur.” [14]
Buna göre Platon ruhun formasyonu anlamında insan usuna önsel (a priori benzeri) bilgi kuramını öne sürer. İnsanın usu ile ulaşacağı tümel biçimler (idealar), en tam biçimiyle ruhunda (arı bilinçte) bulunmaktadır. İnsan bilgiyi öğrenmekten ziyade onu hatırlar. Bu hatırlama (anamnesis) ile özsel birliğine geri döner. Bu nedenle ömür hiçbir anının boşa geçirilmemesi ve daimi olarak tümellerin düşünülmesi ve aslî varlığın hatırlanması gereken bir fırsattır.
Arı bilgi ve ruhun ölümsüzlüğü:
Platon ruhu kendini başlatan devim ya da devimin kaynağı olarak tanımlar. [15]
Bu kendini başlatan devim olarak arı bilinç, kişinin doğumuna önsel olduğundan bedensel ölümün de ötesindedir. Buradan hareketle ruhun ölümsüzlüğü fikrine ulaşır. Ruh sonradan olmadığından ideal denilen arı bilme / arı bilgi (ilm-i külli) onda örtük olarak bulunmaktadır. Bu ruhî varlığı ile temas halinde olup, düşünce yoluyla ideale ulaşılacaktır. İdeale ulaşmayı sağlayacak olan düşünce, bunu kendisini meydana getiren ve tüm etkinliğinin kaynağı olan kavramlarla; idealarla başarabilmektedir. Kişi ideaları (yasaları) ve aralarındaki ussal birliği (telos) kavradığı ölçüde ideal olana, arı bilince, dolaysız özgürlüğe kavuşabilecektir.
Ancak her bilgi bilinci ideal olana taşımaz. Arı düşünce ile işaret ettiği öz bilgi yoluyla idealar, ideal denilen erekte bütünlenirler. Veya özsel bütünlüğü erekte kendini tam olarak açımlar. Nihayetinde ideal olan ruhta örtük olanın tecellisinden ibaret olduğu için Platon buna ereksel bilgi anlamında “episteme” demektedir.
Episteme; töz-erek bağlamında kurulan / idrak edilen ontosun (varlığın) bilgisidir. Bütünsel ve dinamik bir yapıdadır. Bunun karşısında dinamik olmayan, sonsal ve belirsiz olan bilgi (doxa) bilinci ideal olana taşımayan sanılara işaret eder.
Hayata dair olduğu ve bunun için de dolaysızca biliniyor olduğu kabul edilen neredeyse tüm bilgi bu sanılar temeline dayalıdır. Felsefe ise samimi düşüncenin ve tutkulu istencin etkinliğidir. Doksa inanç ve kabul temelindeyken, felsefe tefekkür ve bilgi ile ilgilenir. Platon erdemin bu nedenle ancak felsefi etkinlik içinde olanlarda bulunduğunu savunur. Yine de Sofistlerden farklı olarak felsefeyi akıl oyunları veya belagat yeteneği şeklinde değil, hakikatin arayışı olarak görür. Felsefe en temel niteliğiyle bu arayışın veya hatırlamanın adıdır.
Bu anlamıyla bilgi kuramını iki noktada temellendirir. Fizik bilgi algılara dayalıdır ve bilmek algılamaktır [16]. Şeyleri oldukları gibi algılama yeteneğinde olan insan bu fizik bilgisiyle veya algısıyla diğer canlılardan ayrılır. Ancak idealar fizik temelli bilgi ile anlaşılmamaktadırlar. İdeaların kendi iç ilişkileri ve edimsellikleri fizik üstüdür. Onun alanı salt düşünce olduğundan idealar metafiziğin konusudur.
Yine de bu iki bilgi tipi metafizik olan düşüncede temellenir. Öyle ki fizik, metafizik olanın yani algılanır olan, ussal olanın yansımaları, görünür, algılanır olmalarından ibarettir.
Referanslar:
[1] Platon, Timaeus
[2] Copleston, Felsefe Tarihi. İdea Yay., c.1, böl. 1b, s.72. Ayrıca Platon 510c2.
[3] ai arkai
[4] Copleston, Felsefe Tarihi. İdea Yay., c.1, böl. 1b.
[5] Buna örnek olarak Copleston’un işaret ettiği nokta dikkat çekicidir: “Platon’da tüm güzel şeylerin evrensel Güzelliğe, Güzelliğin kendisine katılmaları nedeniyle güzel oldukları kabul edilir… Böyle bir öğretinin açık sonucu güzelliğin dereceleri olduğudur. Çünkü eğer olgusal bir kalıcı güzellik varsa, o zaman güzel şeyler az ya da çok bu nesnel ölçüne yaklaşacaklardır.” Copleston, Felsefe Tarihi. İdea Yay., cilt 1, bölüm 1b, s.129.
[6] Platon, Devlet 303a2-8, 297b7-c2
[7] Platon, Devlet 412c9, 413c7
[8] Bu yönetici için “filozof kral” terimini kullanır. Ayrıca, Platon, Devlet 483d5-6; Copleston, Felsefe Tarihi. İdea Yay., cilt 1, bölüm 1b, s.107.
[9] Copleston, Felsefe Tarihi. İdea Yay., c. 1, böl. 1b.
[10] Platon, Fedon.
[11] Platon, Fedrus.
[12] Copleston, Felsefe Tarihi. İdea Yay., cilt 1, bölüm 1b, s.76. Ayrıca Copleston şu ifadeyi de ekler: “Eros’un dürtüsü altında insanı çeken değersel bir telos doğasını taşıyor oldukça, içsel birliğini yada çokluğunu ilgilendiren sorun böylesine açık olarak ortaya çıkmaz: O Birdeki iyi ve güzeldir. Ama insanın ve deneyimimizin öteki tikel nesnelerinin İdeaları bir kez kabul edilir edilmez, İdeal dünya bir Çok olma, bu dünyanın bir eşlemi olma sakıncasını yaratır.” Copleston, Felsefe Tarihi. İdea Yay., cilt 1, bölüm 1b, s.61. “… insanın yüksek doğasında gerçekten iyi ve güzel olana doğru bir çekim vardır. Eğer insan yanlışlıkla duyulur güzelliği ve iyiyi, örneğin fiziksel nesnelerin güzelliğini gerçek iyisi olarak alırsa, o zaman Eros’un çekiminin dürtüsü bu alt iyilere doğru yönelmiştir, ve önümüzde dünyasal ve tensel insan durur.” s.77.
[13] Platon, Theaetetus ve Copleston, Felsefe Tarihi. İdea Yay., cilt 1, bölüm 1b, s.29
[14] Copleston, Felsefe Tarihi. İdea Yay., c. 1, böl. 1b.
[15] Platon, Yasalar 896 a 1-2. Ruh üç parçadan (fazdan) oluşur – ussal parça (to logistikon), yürekli yada atılgan parça (to tumoeides) ve itkisel parça (to epitumetikon).
[16] Copleston, Felsefe Tarihi. Cilt 1, Bölüm 1b, s.24; “Sokrates tarafından yüreklendirilerek Theaetetus sorulan soruyu yanıtlamak için bir girişimde daha bulunur ve “bilgi algıdan başka bir şey değildir” der.”