Karadeniz doğumlu olduğunuzu hatırlıyorum, röportajımıza doğum yeriniz, ilk ve orta öğretim yıllarınızdan başlayalım mı?
Dedemin Trabzon’a tayin olması ve 13 yaşındaki kızını (annem Sevin Aydın’ı) bir Karadenizliye kaptırmasıyla başlamış benim doğum hikayem… Dünyaya geldiğimde eczacı olan babam, anneme, bir erkek evlatları olana kadar doğum yapmasını dilediğini söylemiş. Karadeniz hali ne de olsaJ Neyse ki benden sonra erkek kardeşim dünyaya gelmiş de annem sevinmiş. Babam, “Kızımı asla İstanbul’da okutmam,” derken maalesef olacakları tahmin edememiş.
İlkokulu Trabzon’da okudum. Babam erken yaşta vefat ettikten sonra İstanbul’a geldik. Fenerbahçe Lisesi’nde orta ve lise eğitimimi takdir ve teşekkür belgeleriyle tamamladım. O yıllarda Fenerbahçe Kulübü’nde lisanslı sporcu olarak atletizm yaptım. 100 m. koşuyordum ve lisanslı masa tenisi oynuyordum.
İstanbul Üniversitesi Fen Fakültesi Matematik Astronomi Bölümü’nü kazanınca spora devam edemedim; onun yerine ilgim müziğe kaydı. Ailem konservatuara girmemi istememişti, ben de müzik aşkımı üniversite çok sesli korosunda korist olarak pekiştirdim. Koroda 5 sene bulundum ve gitar, solfej dersleri aldım. İlk gitar öğretmenim hem de koro şefimiz olan Serdar Öztürk’tü. Sonra matematik dersleri verip kazandığım para ile ilk gitarımı aldım.
Müzik eğitimimin yeterli gelmediğini düşündüğümden, ilerletmek için Müjdat Gezen Sanat Merkezi’nde Solfej ve Batı Müziği Bölümü’ne girdim ve bitirdim. Aldığım sertifika ile bir ilkokulda bir süreliğine müzik öğretmenliği yaptım. 40 kişilik sınıflarda öğretmenlik yapmanın verdiği tecrübe ile bu mesleğin ne kadar özverili olduğunu anlamış bulundum; bu yüzden de fazla uzun sürmedi bu öğretmenlik deneyimim…
Peki müzisyen olmaya dair ilk hayallerinizi hatırlıyor musunuz; ilk karar verdiğinizi zamanları?
7 yaşımda babamın götürdüğü Erol Büyükburç’un konseri ilk konserimdi, belki de o zaman etkilenmişimdir. Büyülü bir şeydi benim için; hâlâ hafızamdadır. Daha sonraları ise hep gitar çalma isteği vardı içimde, şarkı sözleri yazardım, okulda ve her yerde çevreme birilerini toplar şarkı söylerdim; sanırım lisede karar verdim. Müzisyen olacağım belli imiş.
Aynı üniversitenin matematik bölümünde öğrenim gördüğümüz için rahatlıkla sorabiliyorum bu soruyu. Çok yoğun bir tempoda ve oldukça gergin bir ortamda matematik öğreniminizi sürdürürken, bir yandan müzikle iç içe olmak nasıl bir deneyimdi? Halen hem matematik hem de müzik dersleri de veren bir öğretmen olarak sormak istiyorum size, müzikle bu denli aktif olarak ilgilenmeseydiniz nasıl olurdu geometri ve matematik ile olan ilişkiniz?
Matematik bölümü üniversite sınavında 17. tercihimdi, hatta benim değil dayımın tercihiydi. İlk sıradaki tercihler de annemin ve anneannemin tercihleriydi. Kazanamazsam diye en son tercihi boş bırakmıştım konservatuara girebilmek için, ama gel gör ki son tercihimi kazanıverdim.
Matematik bölümünden mezun olmam tesadüf diyeceğim ama tesadüf yoktur deniyor. Müzik ile matematik çok ilgili konular, çünkü müzikteki ritim tamamen matematiksel. Müziğe yeteneğim olmasa matematik okumazdım gibime geliyor. Belki güzel sanatlarla ilgili bir iş yapardım o zaman, el yeteneğim fena değildir. İnsanın kendini anlatması ne tuhaf bu arada; sanki dışarıdan bakıp yorum yapıyorsunuz. Koca ömürler, herkesin hayatı başka bir roman sanki…
Güzel bahçenizdeki bir sohbetimizde, müzisyen olarak hayatınızı sürdürmeden önce Sabancı Grubu’nda programcı olarak çalıştığınızı konuştuğumuzu hatırlıyorum. Nasıl ayrıldınız o dönem işinizden ve nasıl gelişti daha sonra olaylar, paylaşır mısınız bizimle?
Matematik bölümünü bitirmek çok zor oldu, ama şimdi iyi ki okumuşum diyorum. Bana çok faydası olduğundan eminim. Mezun olduktan sonra 5 yıl kadar Sabancı Holding şirketlerinden Bimsa’da bilgisayar programcısı olarak çalışmama neden oldu matematik okumam. O yüzden de minnettarım. Orada çalışmam da bana aslında orada bulunmamam gerektiğini öğrettiJ Her gün, benim burada ne işim var diye soruyordum kendime. En mutlu olduğum yer sahneydi ve bunu Bimsa’da çalışırken anladım. O dönem birkaç korist toplanıp bir grup kurmuştuk, akşamları müzik yapıyorduk.
Daha sonra Bimsa, IBM ile birleşince binlerce eleman çıkarıldı, benim için isabet oldu. Hem tazminatımı aldım hem de profesyonel olarak müzisyenlik yapmaya başladım. Artık sevdiğim işi yapıyordum, üstüne de para veriyorlardıJ Halen müzik hayatımın yanısıra gitar ve matematik dersleri vermeye devam ediyorum.
Bu aralar Kalamış’ta Mekân isimli şık ve zarif bir restoranda belirli günlerde tek başıma gitar çalıp şarkı söylüyorum ve arkadaşlarım geldiği zaman mest oluyorum, sahne daha da bir keyifli oluyor o zaman…
Bu işletme yeni açılmış ve benim eve yakın. Bir gün önünden geçerken içeri girdim ve bayıldım; tam benim de açmayı ve işletmeyi hayal ettiğim gibi bir yerdi. Görseniz, orada öyle güzel bir yerin olduğuna siz de şaşırırsınız. İşletme sahipleriyle bağlantıya geçip çalışmak istediğimi söyledim, onlar da seve seve kabul ettiler ve yakın zaman önce orada çalışmaya başladım.
AAV’nin kurucu üyelerinden zarif anneniz Sevin Aydın vesilesi ile mi tanıştınız Anadolu Aydınlanma Vakfı ile? AAV ile tanışma öykünüz ve vakfımızın faaliyetleri konusundaki görüşlerinizle tamamlayalım isterim röportajımızı…
Evet, annem sayesinde tanıştım ve hayatımda yaptığım en güzel şeylerden biri vakıf faaliyetlerine ve çalışmalarına katılmak. Vakfımızın onursal başkanı Metin Bobaroğlu’na ve yıllardır emek veren tüm yönetim kadrolarına herkes gibi ben de minnettarım, bizim aydınlanmamıza vesile olduğu için. Faaliyetlerin büyük özveri ile gerçekleştiğinin farkındayım. Bizler de yeri gelince elimizden geleni yapıp vakıf çalışmalarına katkıda bulunmaktan büyük keyif alıyoruz.
Vakıf korosunun kurulması ve bu koronun şefliğini yapmak benim için çok güzel bir deneyimdi. Şahane dostlar edindim bu sayede, birbirimizi çok daha iyi tanımış olduk. Umarım bu sene de devam eder ve keyfimize keyif katarız. Gerçi vakıfta bizlere verilen hizmet ve emek karşısında ne yapılsa az gelir diye düşünüyorum.
Benim öyküm biraz ilginç gelebilir size, birkaç kişiye de bahsetmiştim bundan. Kendimi bildim bileli dünyaya bakışım, içimde bir kameraman varmış gibi; bedenim de kamera. Sanki içeriden biri dünyayı izliyor ve “ben” dediğim de aracı oluyor. Bu hal daha sonraları bende daha derin bir anlam kazandı. Yunus Emre’nin “Bir ben var benden içeri” ve “Ete kemiğe büründüm, Yunus diye göründüm” dizelerindeki gibi. Naçizane düşüncem, aslında özümüzde aynı Varlık var. Bizler deryadaki damlalar gibiyiz. Birbirimizi ayrı zannediyoruz ama ayrı değiliz, gözümüzden bakan aynı. Bütün sorun da bunun farkına varabilmekte.