Bültenimizin bu sayısında ayın konuğu özellikle Kuantum Fiziği konusundaki derin bilgisi ve Kuantum Bilgeliği ve Tasavvuf adlı eseriyle tanıdığımız hocamız Doç. Dr. Haluk Berkmen
Değerli hocam, sizi gerek internet üzerindeki bloglarda yayınladığınız makale ve yazılarınızdan, gerek 2009 yılında Sistem Yayınları’ndan çıkan Kuantum Bilgeliği ve Tasavvuf adlı kitabınızdan tanıyoruz; yirmi yıldan uzun süre, Viyana’daki Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı’nda çeşitli görevlerde hizmet verdiğinizi biliyoruz. Bloğunuzda ifade ettiğiniz gibi, uzun yıllardır felsefe, tasavvuf ve ezoterizm üzerine de araştırmalar yapan bir bilim insanı olarak, buraya kadarki yolculuğunuzu bize nasıl anlatmak istersiniz?
Uzun yıllar yurtdışında bulunan insanlar ya yaşadıkları topluma tam bir uyum sağlayarak o ülkede kalmayı seçerler veya kültürlerine ve geleneklerine önem vererek vatanlarına dönmeyi tercih ederler. Ben ikinci yolu seçtim ve emekli olur olmaz 2002 yılında İstanbul’a dönmeyi tercih ettim. Fizikçi olmama rağmen, İstanbul’a döndükten sonra eskiden beri merak ettiğim dil, tarih, felsefe ve tasavvuf konularıyla yakından ilgilenme fırsatını buldum.
Bilim ve teknolojinin her ne kadar yaşamı kolaylaştırıcı katkıları olsa da, bilgelikten uzak durdukları sürece toplumlara mutluluk sağlamakta yetersiz kalacakları görüşündeyim. Bilim ile bilgeliğin birlikteliğini ilim olarak tanımlarsak, arzum mümkün olabildiği kadar ilimde ilerlemek ve ulaştığım sonuçları çevremle paylaşmaktır. Kuantum Bilgeliği ve Tasavvuf adlı kitabımı da bu amaçla kaleme aldım.
Günümüzde oldukça revaçta olan Kuantum konusunu iyi bilen bir kişi olarak, bu kitapta Kuantum, Görelilik hatta Kaos kuramlarının felsefi açılımlarını Anadolu kültürünün ayrılmaz bir öğesi olan Tasavvuf geleneğiyle ilişkilendirip benzer yönlerini ortaya koymaya gayret ettim. Kitabı yazmaktaki amacımın, tümüyle farklı gibi görünen disiplinlerin ortak noktalarını bulup göstererek geniş bir senteze ulaşabilmek olduğunu söyleyebilirim. Bu kitapla Batı bilimi ile Anadolu bilgeliğini birleştirmekte az dahi katkıda bulunabilmişsem, kendimi mutlu addederim.
Bildiğiniz gibi Anadolu Aydınlanma Vakfı’nın bu seneki çalışma konusu “mitler”. Bilimsel çalışmalarını, felsefe ve tasavvuf araştırmaları ile birlikte yürüten bir bilim insanı olarak, mitler ve mitolojinin araştırma ve çalışmalarınızdaki yerini sorsam size?
Deney ve gözleme dayanan pozitif bilimlerin insanlık tarihindeki yeri oldukça yenidir. Pozitif bilimlerin ortaya çıkışından önce, binlerce yıl boyunca doğanın ve evrenin hem maddi hem de manevi yorumunu insanlar mitlerle, destanlarla ve efsanelerle yapmışlardır. Bu bakımdan kadim bilgelikle ilgilenmek istiyorsak, mitleri, destanları ve efsaneleri de incelememizde yarar vardır. Sadece Anadolu bilgeliği ile değil, tüm dünyanın kadim bilgeliği ile ilgilenen Anadolu Aydınlanma Vakfı’nın bu seneki konusu olan mitos ve mitoloji çalışmalarını can-ü gönülden destekliyorum. Eminim ki bu çalışmalar hepimize birçok yarar sağlayacak, hem bilgi hem de bilgelik yolunda gelişmemize katkıda bulunacaktır.
Anadolu Aydınlanma Vakfı çalışmalarına ne zamandır katılıyorsunuz? Bir üyesi olarak, vakfın gayesi ve etkinlikleri sizin için ne ifade ediyor?
İstanbul’a döndükten kısa bir süre sonra 2003 yılı başlarında Anadolu Aydınlanma Vakfı ile tanıştım. O günden bu yana hemen hiç aksatmadan haftalık toplantılarına katılmaya gayret ediyorum. Diyebilirim ki, bu sohbet toplantılarında arzu ettiğim düzeyde düşünceyi geliştiren ve ruhu besleyen felsefeyi, bilgiyi ve bilgeliği bir arada bulmaktayım. Vakfın çalışmalarına destek olmak amacıyla da birkaç ay önce, vakfın kayıtlı bir üyesi olmayı seçtim. Bu yılın konusu olan mitoloji büyük ilgi görmekte, her toplantıda salon tümüyle dolmaktadır. Bu ilgi ve rağbetin daha yıllarca sürmesini temenni ederim.
Son olarak, çağımızdaki bilim insanlarının kendi uzmanlık alanları dışında görünen diğer disiplinlerle aralarındaki mesafeyi ve bu mesafenin çağımızın bilimsellik anlayışı üzerindeki etkisini nasıl değerlendirdiğinizi sormak istiyorum size?
Bu konu gerçekten de çağımızın önemli bir problemi olarak karşımıza çıkmaktadır. Bilim adamları kendi alanlarında öylesine bir uzmanlaşmaya gitmişlerdir ki, yakın konulardan ve kendi konularıyla ilgili diğer disiplinlerden adeta kopmuş durumdadırlar. Çok dar bir alana sıkışmış durumda olabildiğince derinleşmek zorunda bırakılmışlardır da denebilir. Bu derinleşmenin elbette ki birçok faydaları vardır. Bir konuya tüm ayrıntılarıyla hâkim olmak elbette ki faydalı ve önemlidir. Ancak ayrıntılar içinde kaybolunca insan, tâbiri yerindeyse, ağaçlara bakmaktan ormanı görmeyebilir.
Oysaki hem insan hem de doğadaki diğer canlı ve cansız tüm varlıklar, bütünsel bir ilişki ağı içinde varlıklarını sürdürmek durumundadırlar. Bu bütünsel ilişki ağına “enerji alanı” da diyebiliriz. Bütünsel enerji alanını tanıyıp ondan gelen mesajları doğru yorumlayabilmek için bilgi kadar bilgeliğe de gereksinim vardır. Bilgelik yolunda ilerlemenin birçok metodu vardır. Bunlardan biri de disiplinler-arası çalışmalarla bütünsel bakışı geliştirmekten geçer. Böylece kişi, kendi uzmanlık alanı dışındaki diğer disiplinleri inceleyip tanıyarak daha geniş bir bakış açısına ve birleştirici bir anlayışa kavuşabilir.
Birleştirici bakışa kavuşmanın sadece bilim insanları için değil, toplumun her kesiminde yaşayan her fert için, hem faydalı hem de gerekli olduğu görüşündeyim. Birleştirici ve bütünsel bakabilen insan hem yakın çevresine hem de toplumun geneline yararlı olur. İçinde yaşadığımız çağın bir dönüşüm ve değişim çağı olacağını görüyor ve bütünsel bakışın yaygınlaşması için, elimden geldiğince, katkıda bulunmaya gayret ediyorum.