Okuma süresi: 14.3 mintues

İki ayrı ülkede geçen bir çocukluk yaşadığınızı bilen biri olarak söyleşimize, bu yılın çalışma konusu da olan “Uygarlıklar Arasında İnsan” başlığımıza uygun bir soruyla başlayalım istiyorum. Neler paylaşmak istersiniz bizimle, lise öğreniminize kadar olan yıllarda, ilk uygarlıklar arası gözlemlerinizden, deneyimlerinizden?

Uygarlığın en önemli göstergesi olan irfandan, ikisinin de beşiği olan Anadolu’dan ve Anadolu insan(lar)ından başlamak gerekir. Yeterince okuyamamış fakat Anadolu bilgesi diyebileceğim/iz bir anne kucağında/ocağında başlamış ve devam etmiş dirimsel yanım/sürecim. Bir yandan İstanbul’da, dönemin sınırlı olanakları içinde yürümeye başlarken, öte yandan da İsviçre gibi uygarlığını zirveye taşımış bir ülkede ve çok geniş olanakları/koşulları içinde devam etmiş bu ilk adımlar.

Varoluşumu anımsamaya başladığım ve koşuşturmaya başladığım ilk yılların ardından, uygarlığın bir numaralı göstergesi olan bisikletle devam etti tüm yaşamım. Zürih sokaklarında, küçük yaşta, bisiklet ehliyeti bile bulunan bir yarış bisikletlisi olarak, olanakları çok ileri kapalı/açık havuzlarda yüzerek, bilim kulelerinde fizik ve kimya gibi bilimsel deneyleri gözlemleyerek/öğrenerek, planör uçuşları gibi çok çeşitli ve geniş/ileri olanaklardaki etkinliklere katılarak/izleyerek, ben konforlu koşullarda yaşam sürerken; İstanbul’un da, Sarayburnu–Samatya–Florya/Menekşe arasındaki sahillerinde yüzerek, Topkapı surlarının ve mezarlıklarındaki meyve ağaçlarının tepelerinde, o dönemin arabasız sokaklarında bisiklet kullanarak, çamurda çivi oynayarak, pazarda su satarak ve eve, mahalle çeşmelerinden su, kömürlükten odun/kömür taşıyarak, Türkiye’deki daha farklı koşullar içinde, ikiz gibi birlikte yol aldığımız, aramızda 10 ay fark olan sevgili/değerli kardeşimle birlikte, çok renkli ve mutlu geçti tüm çocukluğum.

İsviçre’de bulunduğumuz çevrede, Türkçenin yanı sıra, üç-dört ayrı dilde konuşan komşularımızla ve çocuklarıyla iletişim kurma aracımız ise okulda öğrenmeye başladığım İngilizce ve Türkçe üzerinden oldu daha çok. Almancayı da kısmen öğreniyor ve kullanıyorduk, fakat derslerimdeki yoğunluktan dolayı yeni bir şeyler daha öğrenmeye direnç gösteriyordum artık ve dolayısıyla öteki dillere zihnimi kapatmıştım (Hâlâ da konuşmayacağım dili öğrenmeye çaba göstermiyorum ve kavram/sözlük çalışması ötesinde pek ilgilenmiyorum dillerle artık).

Türkiye’de de, derslerimdeki yoğunluktan dolayı, sınıfı geçecek kadar öğreniyor, fakat bildiklerimi/öğrendiklerimi kullanacak kadar da hızlıca sahaya çıkıyordum. Yani dünyanın (kültür) merkezi olan Sultanahmet’te, eşi bulunmaz müzelerimizde (özellikle de okuldan kaçtığım sözlü günlerinde pek fazla tanıdığın göremeyeceği şekilde geçirdiğim Arkeoloji Müzesi’nde) ve çeşitli ülkelerin kültüründen gelen kişilerle/turistlerle geçiyordu günlerim. Dünyadan, daha farklı kültürlerden de çok daha fazla şey görüyor ve duymuş oluyordum.

Bir ilkokul öğretmeninizin, geometri ve matematik ile olan bağınızı ne denli güçlü kıldığını anımsıyorum konuşmalarımızdan, bir de ilk gençliğinizdeki etkinliklerinizin içinde otostopla çok uzun yolculuklarınız olduğunu. Dil ve felsefeyle olan ilişkiniz, bu farklı alanlar gibi görünen başlıklardaki ilgilerinizle birlikte mi kurulmaya başladı diye merak ediyorum…

Dil ile olan (daha sonraları da yaşamımda bir iş olarak yoğunlaşacağımı gördüğüm) yakınlığım, ilkokul 3. sınıfta, sevgili babamdan (/dayımdan) almış olduğum çok değerli bir hediye olan, 2 ciltlik kapsamlı bir Türkçe sözlükle olmuştur. O yıllarda (ve halen) en yakın arkadaşım olmuştur bu sözlük. Günlük yaşamda karşılaşmadığımız kavramlara, çok farklı diyarlarda, zihinsel yolculuklar yapmışımdır bu sayede.

Felsefeye olan ilgime doğrudan bağlantısı var mıdır tam olarak bilemiyorum, fakat daha sonraları çok büyük bir önemi/bağlantısı olduğunu gördüğüm/öngördüğüm bir vesile de, 4. ve 5. sınıflardaki öğretmenimizin neredeyse tüm dersleri matematik ve geometri üzerine yapmış olmasıdır sanırım. Buradaki yoğunluğun, felsefede bu derece etkisi olacağını hiç mi hiç bil(e)mezdim fakat şimdi, o dönem bu yoğunluktan dolayı pek sevmediğim/iz öğretmenimize ne kadar teşekkür etsek azmış diye düşünür dururum.

Tüm yaşamımı, ağırlıklı olarak şekillendirmiş olduğum sorgulamalarım da 13-14 yaşlarımda yoğunlaşmıştı. “Melekler Şehri” filmindeki ve dünyaya iniş (nüzûl) gibi, bir gün bir duvardan atlamış, bir bacağımı kırmış ve alçı içinde, tüm yaz tatilimi yatağa/koltuğa bağımlı geçirerek, dünyaya düşmüş, çocukluktan bu olayla “çıkmıştım” artık. (Tabii tekrar içimdeki çocuğun sesini duyana kadar!) J 2 aylık esaretim sırasında –yine de, tek ayakla zıplayarak yapabileceğim yaramazlıklarımdan geri kalmadan– yaşamımızdaki en önemli, olmazsa olmaz ve ayrılmaz iki ayrı kavram/değer gibi görünse de, tek bir kavram/değer olan SAĞLIK-ÖZGÜRLÜK üzerine yoğunlaşarak, tüm geleceği/mi, ne yapmayacaklarım(ız)ın bilgisi/gücü (ihtiyâr/ım/ız) üzerinden ciddi oranda belirlemeye başlamıştım.

Liseyi de özel bir turizm ve otelcilik meslek lisesinde okuduğumdan dolayı, doğrudan ve ulaşılabilecek en son noktalardan girdim dünya kültürlerine. Türkiye’nin en büyük iki otelinde birkaç yıl yeterince çalışmış olmamdan dolayı ve otelcilikte ilerlemeyi pek düşünmediğimden olsa gerek, farklı alanlara yönelmem gerektiğine karar vermiştim. Fakat önce Türkiye’mizi, Anadolu’muzu ve öncelikle tüm güneyi iyice gezmeli, görmeliydim. Bunun için de, benim için en iyi/kısa yöntem/olanak olarak, otostopla yollarda olmaktı. Edirne’den Alanya’ya kadar Türkiye’nin tüm Batı ve Güney sahil bölgesini, (araç sahibi olmadan) binlerce [6.700] araçla yani otostopla, yıllar içinde gezme olanağı yarattım kendime. Daha sonraları da bir dönem, İstanbul’da ve çeşitli bölgelerde rehberlik yapmaya başladım.

Fakat yeni bir alana, gönlümdeki aslan olan gazeteciliğe başlama kararı da almıştım. Bir yandan, haberciliğe başlayıp bir yandan da kendimi donatmak üzere fotoğrafçılık ve sinema kursu gibi çok çeşitli kurslara katıldım.

Gazeteciliğe başlama kararınız ve bu yönde verdiğiniz emekler nasıl bir lezzet yarattı yaşamınızda? Adınızı B olarak değiştirme kararınız da bu döneme mi denk geliyor?

Bu gazetecilik dönemim, beni daha farklı bir zihne ve uğraşlara yönlendirdi. Yıllar sonra, tekrar, beklemeye almış olduğum, daha yoğun okuma-araştırma coşkusu sarmıştı benliğimi. Bu doğrultuda da, sadece hayal olarak düşünebileceğim olanaklarda, akademik bir dünyaya, psikoloji ve felsefe alanından giriş yaptım. Bu süreçte de, üzerinde yoğunlaştığım alan, insan ve kendimi/zi tanıma, araştırma ve çabaları üzerine olmuştu. (Tıp okumayı da çok istememe karşın koşullar pek olanaklı değildi.) Okuma yoğunluğumun iyice artmasıyla ve bilgileri/mi/zi paylaşma isteğim üzerine de, yayıncılık noktasına yönelmiş oldum. Bu doğrultuda da, bilgisayarla olan yakınlığım, internetin tüm olanakları ve kolaylıkları duruyordu hemen önümde.

İnsanı/kendini anlama/tanıma çalışmalarım sürecinde, dünya vatandaşlığı, insan hakları, ortak değerler vb. nice öncelikli konu başlıkları içinde, en öncelikli konulardan biri olan ad konusu da gündemime girmişti bu dönem. Dünyanın çok çeşitli kültürlerinden gelen kişilerin, dillerindeki seslendiriş farklarından dolayı çeşitli ilginçlikler yaşıyordum. Hem bunlara günlük hayatta çözüm bulmak hem de felsefi açıdan değerlendirme adına, 4 yıl boyunca, ad/ım/ız üzerine düşünür ve araştırır olmuştum bir yandan da. Sonunda, zihinsel ve fiziksel açıdan çok sıkışmış/zorlu kilit bir dönemimde, sanırım yaşamım boyunca da zirvede duracak olan biriyle, sonradan yazılmış bir söyleşi kitabı üzerinden tanışmıştım ve tüm dünyam tamamen değişivermişti. Neredeyse o olmuştum ve hatta ben oyum bile diyebilirdim. Bir aylık, yoğun okuma sürecimde, büyük bir aydınlanmanın sunduğu çok önemli kararlar aldım. Tüm soru(n)larıma karşılık bulabildiğim, değiştirmiş olduğum adım, B de, yine bu dönemde, bir hediye gibi önüme geliverdi. [Bu konuyla ilgili bazı ayrıntılar da, www.KendiniTANI.com/ad sayfasından okunabilir.]

Ayrıca, kendim/zihnim üzerine, ne olduklarım/yaptıklarım yerine Ne Olmadıklarım, Yapmadıklarım, Düşünmediklerim ve  Konuşmadıklarım üst başlıklarında dizinlediğim kişisel açıklamalarımı da www.KendiniTANI.com/B sayfasından paylaşmaktayım.

FaRkLaR Kılavuzu/Sözlüğü ve Kendini Tanı gibi eşikler (portallar) yaratmayı nasıl hayal etmeye başladınız ve nasıl gelişti/gelişmekte bugüne kadar bu eşiklerdeki çalışmalarınız?

Birçok durumda olduğu gibi, ya yoğun ilgi ya da gereksinim/zorunluluk gibi durumlardan başlıyordur sanırım. Benim de günlük yaşamım(ız)da denk geldiğim/iz, okuma ve araştırmalarda buluştuğum/uz soru ve sorunlara, birer yanıt/çözüm bulabilme ümidi ve çabasıyla gelişti sanırım tüm süreç.

Bugüne kadarki tüm düşünür/filozof, bilim insanı ve sanatçıların, apayrı şeyler söylemiş ve sunmuş olmalarının yanı sıra, üzerinde uzlaştıkları/buluştukları tek kavramın “Kendini TANI!” sözü olduğunu görüyorum/z. Bu doğrultudaki düşünce ve araştırmalarımda, bunu gerçekleştirmeyi sağlayabileceğimiz 6 ana konu başlığı/mız [Soluk, Beslenme, Psikoloji, Fizyoloji, Eşeysellik ve İletişim] hakkındaki çalışmaları/mı/zı ve derlediğim bilgileri paylaşmak üzere www.KendiniTANI.com adresini oluşturmuştum.

FaRkLaR Kılavuzu/Sözlüğü de, tüm çalışmalarımı/zı paylaşmaya, en temel gereksinimimiz olan kavramlar, kavramsal düşünüş ve eylemlerde bulunmak üzere, kişinin ve toplumun biraradalığını sağlayabilecek uzlaşım aracı olan sözlük çalışmasından geçeceğinin düşüncesi ve bu alanda çalışma coşkumla/kararımla hızlanmış oldu. Tüm ilişkilerimizde, çok fazla karıştırıldığını gördüğüm 6 durum [GENEL ile ÖZEL BİRİNCİL OLAN/LAR ile İKİNCİL OLAN/LAR | ARAÇ ile AMAÇ | SÜREÇ ile SONUÇ | KURAM  ile  UYGULAMA KORKU ile KAYGI ] üzerine dikkat çekmek ve karıştırılmamalarını, kavramlar üzerindeki farkındalığımızı artırmaya hizmet edebilmek üzere başlatmış oldum bu çalışmayı da. Neredeyse, yaşamımızdaki her şeyi belirleyen dil ve zihin ilişkimizdeki fazlalık/ye(te)rsizlikleriyle de, kendimize ve çevremize çok fazla yük yarattığımız, sakız gibi kullanılarak, ilişkilerimizin çürümesine de neden olan bazı/çoğu söz(cük)lerin, daha az kullanılması ve/veya kullanırken daha çok dikkat etmemiz gerekenlerine de [zaten, aslında, sonuçta, sadece, “hep/hiç”, “herkes/hiç kimse”] öncelikle işaret ederek, 50 alanda, 40.000’e yakın karşılaştırma noktasını dizinlemiş oldum/k yıllar içinde. “Sözlü kültürün, yazılı kültüre geçtiği eşik!..” olarak tanımladığım bu çalışmaya, artık herkesin de, gördükleri FaRkLaR’ı/nı yazabileceği altyapısıyla, www.FaRkLaR.net | www.FaRkLaRsozluk.com adreslerinden erişebileceği bu kavramlara, destek ve katılımlarınızı da görmekten çok memnun oluruz.

Kendi çözümlerim için ve yakın çevreme de internet hizmetleri/danışmanlığı sunduğum işlerim [www.GosterGe.net] ve sözlük konusundaki çalışmalarım hız aldıkça, daha geniş/renkli noktalarda da gelişmeler oldu. Sözcükleri ve kavramları, metin olarak yazılı sunmanın ötesinde, bir ağaç ya da sinir ağı gibi, kavramları/sözcükleri, görsel olarak tek bir pencerede, bir arada görme olanağı sunan Görsel Sözlük [www.Gorselsozluk.net] de çok yakın dönemde yayına girdi. Bu sayede de artık herkes, kendi düşünce haritasını görsel olarak birbirleriyle paylaşma olanağı buluyor.

Bu sitelerdeki çalışmalarınızın yanı sıra yoğunlaştığınız başka çalışmalarınız, etkinlikleriniz de var mıdır?

Çeşitli dernek ve vakıflarla, ilişki ve işbirliği içinde olmuşumdur her zaman. Günlük yaşam(ım/ız)daki konu ve sorunlara, en hızlı çözüm bulabileceğim/iz ortamlar, sivil toplum kuruluşlarından geçtiğinden ve “Çözümün bir parçası değilseniz, sorunun bir parçasısınızdır,” düşüncesinden de hareketle, önemli sorumluluklar almış; zihnimi, zamanımı, enerjimi ve olanaklarımı daha çok bu yönlerde vakfetmeye yönelmişimdir bir yandan da.

Gezginler Derneği, Bisikletliler Derneği gibi daha etkin olduğum derneklerin yanı sıra, özellikle/öncelikle, çocuklar, engelliler ve evsizler gibi çaresiz durumda olanlar için, bizim de her an, aynı durumlara düşebileceğimiz düşüncesiyle, olanaklarımız yerindeyken, sözlerimizi ve yapabileceklerimi/zi öncelikli kılarak çalışmalar yürütmeyi tercih ettim daha çok.

Vakıf katılımcılarımızın da yakından bildiği üzere, bu çalışmalarım arasında en yoğun olanı ise, Bağımlılığa ve Sigaraya Hayır! Derneği’mizin de yönetiminden biri olarak, sigara ile mücadelem/iz üzerine olmuştur. Tüm vakıf katılımcılarımızın da bu konudaki tutumlarını tekrar tekrar gözden geçirerek ve içme “iradeleri” yerine ihtiyârlarını devrede tutarak, şu illeti İÇMEMEYİ TERCİH EDİYORUM! diyerek yaklaşmalarını diliyorum/z (Bu konuda, “zararın neresinden dönülürse kârdır” düşünce ve önerisiyle, yardımcı olabileceğimiz bir şeyler olursa diye bir eşik (portal) olan www.BagimliligaHAYIR.org adresimizi de paylaşmış olalım).

Anadolu Aydınlanma Vakfı ile nasıl tanıştınız, Vakfın etkinlikleri ve yayınları hakkındaki görüşleriniz nelerdir diye sorarak tamamlamayı diliyorum söyleşimizi…

Yaşamımda, yine çok önemli/değerli bir kitabın çevirmeni ve yazarı olarak ilk tanışıklığımın başladığı, çok kısa süre sonra da katıldığımız ortak bir eğitimde tanıştığım çok sevgili dostum/uz Cengiz Erengil, çeşitli soru ve arayışlarıma daha geniş yanıtlar bulacağımı belirterek, beni Metin üstadımız ve vakıf katılımcılarıyla buluşturdu.

2001 yılından beri de vakıf toplantılarına düzenli olarak katılmaktayım. Us Düşün ve Ötesi dergimizin, 6. 7. ve 10. sayılarındaki yazılarımla, elimden geldiğince katkıda bulunmaya çalışmıştım. Çok önemli yeri olmuş ve çok verimli geçmiş bu yılların yaşamıma olan katkılarını anlatmakla bitiremem. Pozitivist öğretimlerden, yüzümüzü/zihnimizi fazlasıyla Batı’ya dönük tutarken, dünyanın incisi olan Anadolu’muza, Anadolu Bilgeliği’ne dönme ve buradan hareket etme olanağını bize sunduğu için, sürekli bir bilinç topluluğu yaratma noktasındaki toplantı ve yayınlarıyla hizmetlerinden dolayı, başta Metin üstadımız olmak üzere, vakıf yönetimi, âgâh ve vâkıf olan tüm vakıf katılımcılarımıza minnettarlığımı belirterek, tüm hizmet ve paylaşımları için yaşamım boyunca teşekkürü/mü(/zü) bir borç bilirim.

Deniz Tipigil
+ Son Yazılar