İnsana dair her şey gibi ütopya da diyalektik bir formda ifşa eder kendini. Soru yalınca kimin ütopyasının kimin distopyası olduğunu anlamaya dönüşür şuur için. Dönüşmezse kuramaz kendi ütopyasını; birilerinin ütopyasının ya da distopyasının şuursuz enerji kaynaklarından biri olur, ister istemez.
Yapay zekâ eşliğinde, tekno-genetik ve robotik unsurlarla yeni erk alanlarını, yeni kavram ve kurumlarını tanımlamaya çalışan ‘bugünün dünyasından’ bilmem kaç yıl sonra bu gezegende ve/veya evrende bir başka yerde konumlanmış distopyalarla giriş yaptık bu çağa.
İnsan emeğinin sembolü olan paranın, insan emeği başına küresel dağılımının akıl ve vicdan ile açıklanamayacak gerçekliği üzerine konumlandırılmış, küresel ısınma, küresel donma, küresel susuzluk, küresel salgınlar ve fakat yerel çatışmalar çağındayız.
Bu çağın tehditleri alenen soykırımlar ve savaşlar olarak adlandırılmıyor; küresel güçlerin taraf olduğu bölgesel çatışmalar, yeni referansları ile küresel ve bölgesel terör, küresel ve bölgesel felaketler olarak adlandırılıyor. Sürekli güncellenmekte olan teknolojik donanımlarıyla silah, insan, robot gücüne, sektörlere ayrılmış bir sanayi yön veriyor; adı da savunma. Devletler de, ülkesi olmayan ama mikro orduları olan küresel ve yerel terör örgütleri de aynı sanayiden hizmet alıyorlar.
İrade, devletlerin ve kurumsal dinlerin temsilcilerinin yer aldığı bir skalada dağılımda değil artık; çokuluslu büyük şirketler de masada bu çağda.
Söz konusu irade, kapılarını yalnızca yatırıma değer bulduğu azınlıklar için açan üniversiteler, teknik enstitüler ve akademilerin çatıları altında savunma ve tüm diğer yeni sürüm sanayiler için gereken insan gücünü organize ediyor. Öğretim, sağlık, spor ve sanat da sektörlere ayrılmış birer sanayi bugün; tüm yeni referansları ile silah ve insan ticareti de.
Filmi biraz geri saralım, bir önceki çağın bu zamanlarından haber başlıklarına göz atalım. 1. Dünya Savaşı son bulmuş gibi görünse de ikincisine doğru ivmeleniyordu. İmparatorluklar ve ekonomik yapılar çöküyor, ideolojiler üzerine temellendirilmiş ulus-devletler kuruluyordu. Einstein Genel Görelilik Teorisi ile dünya turnesindeydi, Charlie Chaplin The Kid’i çekmiş, The Great Dictator’a doğru yol alıyordu. Freud’un kuzeni “Amerikan Rüyası”nı reklam, TV ve sinema üzerinden yeniden kurguluyordu. İnsana ve evrene dair her şey akıl tarafından yeniden tanımlanıyordu; yanıtlanamayacak soru, erişilemeyecek sır kalmamıştı adeta.
Dalgalar halinde yayılan zafer sarhoşluğuna kapılan akıl, Avrupa’nın göbeğindeki birtakım erklerin başlattığı bir işgal ve soykırım dalgasının, çağın tüm erklerinin katılımıyla Nagazaki’de son buluşunu seyretti. Vicdanlar uyandı, akıl titredi ve kendine geldi; çok kısa bir süre için de olsa.
İşte o dönemde tüzel bir kişilik oldu Birleşmiş Milletler, işte o arada yazıldı İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi ve imzalar atıldı.
10 Aralık 1948
“İnsanlık ailesinin bütün üyelerinin doğal yapısındaki onuru ile eşit ve devredilemez haklarını tanımanın dünyada özgürlük, adalet ve barışın temeli olduğunu,
İnsan haklarını göz ardı etmenin ve hor görmenin, insanlığın vicdanında infial uyandıran barbarca eylemlere yol açtığını ve insanların korku ve yoksunluktan kurtulması, konuşma ve inanma özgürlüğüne sahip olacağı bir dünyanın ortaya çıkmasının sıradan insanların en yüksek özlemi olarak ilan edilmiş bulunduğunu,..”
Madde 1
Bütün insanlar özgür, onur ve haklar bakımından eşit doğarlar. Akıl ve vicdanla donatılmışlardır, birbirlerine kardeşlik anlayışıyla davranmalıdırlar.
Madde 2
1. Herkes ırk, renk, cinsiyet, dil, din, siyasal ya da başka türden kanaat, ulusal ya da toplumsal köken, mülkiyet, doğuş veya başka türden statü gibi herhangi bir ayrım gözetilmeksizin, bu Bildirgede belirtilen bütün hak ve özgürlüklere sahiptir.
2. Ayrıca, bağımsız, vesayet altında ya da kendi kendini yönetemeyen ya da egemenliği başka yollardan sınırlanmış bir ülke olsun ya da olmasın, bir kişinin uyruğu olduğu ülke ya da memleketin siyasal, hukuksal ya da uluslararası statüsüne dayanarak hiçbir ayrım yapılamaz.
Madde 3
Herkesin yaşama hakkı ile kişi özgürlüğü ve güvenliğine hakkı vardır.
Madde 4
Hiç kimse, kölelik ya da kulluk altında tutulamaz; her türden kölelik ve köle ticareti yasaktır.
Madde 5
Hiç kimseye işkence ya da zalimce, insanlık dışı ya da aşağılayıcı muamele ya da ceza uygulanamaz.
Madde 6
Herkesin, nerede olursa olsun, yasa önünde bir kişi olarak tanınma hakkı vardır.
Madde 7
Herkes yasa önünde eşittir ve ayrım gözetilmeksizin yasa tarafından eşit korunmaya hakkı vardır. Herkes, bu Bildirgeye aykırı herhangi bir ayrımcılığa ve ayrımcı kışkırtmalara karşı eşit korunma hakkına sahiptir.
* * *
Anlaşmanın 7. maddesinden başladığımız yere, Evrensel İnsan Hakları Bildirgesi’nin imzalanmasından tam 70 yıl sonrasına, bugüne dönüyoruz.
Bildiğimiz çağlar içinde ilk kez bugün, insanlık ailesine üye sıradan bireyler olarak, temel var oluş ve dayanışma haklarımızı ifade eden ve yetmiş yıldır yürürlükte olan bir anlaşma var elimizde; Birleşmiş Milletler adında muhatabımız olan bir kurum var. Bildirge imzalandığı günden bugüne söz konusu haklar ne ölçüde çiğnenmiş ve çiğnenmekte olursa olsun, bildirge halen yürürlükte.
Bildiğimiz tüm çağlar içinde ilk kez bugün, sıradan insanların bireysel ve kitlesel iletişim ve bildirişim imkânları, bin yıllardır ve bugün erkte olan güçlerin manipüle ettiği sınırlardan hür.
Bildiğimiz tüm çağlar içinde ilk kez bugün, dünyanın hemen her yerinde temel var oluş haklarımızın bireysel ve kitlesel olarak çiğnenişine neredeyse eş zamanlı olarak tanık olabiliyoruz. İster istemez şahidiyiz artık tüm olan bitenlerin.
Tam da bu yüzden, bildiğimiz tüm çağlar içinde ilk kez bugün, akıl ve vicdanla donanmış insanlık ailesinin, birbirlerine kardeşlik anlayışı ile bağlı hisseden sıradan üyeleri isek, kendimize evrensel bireyler diyebiliriz.
Ve bildiğimiz çağlar içinde ilk kez bugün, tüm aidiyetlerimizi aşkın olarak, yalnızca aynı gayeye adanmış sıradan evrensel bireyler olarak dünya çapında organize olabilmemiz mümkün. Bugünün iletişim ve bildirişim imkânları, bildiğimiz çağlar içinde ilk kez bu fırsatı barındırıyor.
Diyebiliriz ki muhatabımıza:
Biz, Evrensel İnsan Hakları Bildirgesi’nin hak sahipleri, akıl ve vicdanla donanmış insanlık ailesinin bütün üyeleri olarak, özgür, onur ve haklar bakımından eşit olarak doğarız.
Bağımsız, vesayet altında ya da kendi kendini yönetemeyen ya da egemenliği başka yollardan sınırlanmış bir ülke olsun ya da olmasın, herhangi birimizin uyruğu olduğu ülke ya da memleketin siyasal, hukuksal ya da uluslararası statüsüne dayanarak hakkımızda hiçbir ayrım yapılamaz. Her birimizin yaşama hakkı ile bireysel özgürlük ve güvenlik hakkı vardır.
Diyebiliriz ki:
Yaşayan ve yaşayacak olan tüm nesiller adına, haklarımızı istiyoruz. Yeter.
Ütopya; şimdi.