Dünyanın her yerinde ilk ve orta öğretim düzeyindeki okullar, STEM alanlarında (Science-Bilim, Technology-Teknoloji, Engineering-Mühendislik, Mathematics-Matematik) 21. yüzyılın standartlarını karşılayıp karşılayamadıkları konusundan durmak bilmeyen, amansız baskılarla yüzleşiyor. Pek azı bu alanların dışında kalan felsefeyi konu ya da dert ediniyor.
İngiltere’de tam da bu alanda yapılan son çalışmayı inceledikten sonra bu bakış açısı tamamen değişebilir.
Education Endowment Foundation (EEF) tarafından gerçekleştirilen çalışmada, bir yıl boyunca haftada bir kez 40 dakika süreyle katıldıkları felsefe dersleri, 9 ve 10 yaşlarındaki çocukların matematik ile okuma ve yazma yetilerinde ciddi ilerlemeler kaydetmesine neden oldu. Özellikle sınırlı imkânları olan (yoksul) ailelerin çocuklarında bu dallardaki gelişimin en üst düzeyde olması ise başlı başına dikkat çekiciydi.
İngiltere genelinde 48 okulda 3000’den fazla çocuk bir yıl boyunca her hafta (haftada bir kez, 40 dakika boyunca) hakikat, adalet, dostluk ve bilgi gibi kavramlar hakkında ─derin düşünme, soru oluşturma, soru sorma, düşünce ve fikirlerini birbirlerinin düşünceleri ve fikirleri üzerine temellendirerek geliştirme- alanlarındaki derslere katıldı.
Çalışma, okuma yazma ile sayıları anlama ve kullanma alanlarındaki yetileri geliştirmek amacıyla tasarlanmış olmasa da, kurslara katılan çocukların matematik ve okuma-yazma başlıklarında adeta iki ay boyunca ek ders almışlar seviyesinde geliştikleri görüldü. Yoksul ailelerde büyüyen çocuklar ise, okuma alanında ek dört ay, matematik alanında ek üç ay ve yazma alanında ek iki ay öğretim görmüşler düzeyinde gelişme kaydederek çok daha büyük bir fark yarattılar. Öğretmenler ayrıca söz konusu çocukların özgüven ve başkalarını dinleme alanlarında da ciddi gelişmeler sağladığını kaydetti.
Kâr amacı gütmeyen bir vakıf olarak faaliyet gösteren EEF’nin hedefi, aile geliri ve eğitimsel kazanım arasındaki derin boşluğu doldurmak. Bu sebeple, çalışmanın yapıldığı 48 okuldaki öğrencilerin en az dörtte birine ücretsiz öğle yemeği sağlanıyor olması göz önüne alındı; okulların çoğunda not ortalamalarının orta seviyenin altında olması dikkate alınan bir başka faktördü. Yapılan çalışmada 22 okul kontrol grubu olarak rol alırken, haftada bir kez 40 dakika felsefe dersi alan öğrenciler ise diğer 26 okuldan seçildi.
Felsefe derslerinin etkin faydalarının çalışmanın tamamlanmasını takip eden iki yıl boyunca da devam etmesi, çalışmanın başlı başına dikkat çeken bir başka sonucu olarak açıklandı.
Felsefe çalışmalarına katılan grup hem matematik, dil bilgisi ve edebiyat derslerinde hem de özgüven ve başkalarını dinleme alanlarında, felsefe dersi almayan kontrol grubundan daha hızlı gelişmeye devam etti.
EEF’nin başkanı olan Kevan Collins çalışmanın tüm sonuçlarını “Onlara düşünmenin ve kendilerini ifade etmenin yeni yolları verildi; bu sayede birbiriyle bağlantıları kurulmuş fikirlerle daha mantıklı düşünebiliyor oldular.” şeklinde yorumladı.
Çocuklara felsefe öğretme deneyini ilk gerçekleştiren ülke İngiltere değil. EEF’nin kullandığı P4C isimli program Prof. Matthew Lippman tarafından 1970’li yıllarda New Jersey’de (ABD) ─felsefî diyalog yoluyla düşünme yetilerini geliştirmek- amacıyla tasarlandı. 1992 yılında bu çalışmaya öykünerek İngiltere’de SAPERE (Society for the Advancement of Philosophical Enquiry and Reflection in Education) kuruldu.
SAPERE’nin uyguladığı program Plato ve Kant’ın metinlerini okumak yerine öykülere, şiirlere veya filmlerden alınan kısa bölümlere odaklanarak felsefî konularda tartışmalara zemin hazırlıyor ve yön veriyor. SAPERE’nin programının amacı, soru sorma mantığını kurmak, açık ve net sorular sormak, yapıcı diyaloglar ve tartışmalar geliştirmek alanlarında çocuklara yardımcı olmak.
Collins’in umudu, bu son çalışmanın ABD’ye oranla çok daha fazla güce sahip olan İngiltere’deki okul müdürlerini bütçelerinde felsefe için yer açmaya ikna edebilmek.
Kevan Collins “Bu tür programların çocukları indirgemeci bir eğitim yaklaşımı ile düşey yönde ilerleyen dar bir müfredata değil, yayılmacı bir eğitim yaklaşımı ile yatay yönde ilerleyen geniş bir müfredata doğru yönelttiğini” söylüyor.
EEF’nin araştırmaları ülke genelinde 15 yaşındaki öğrenciler içinde %63’lük dilimde yer alan öğrencilerin, sınırlı imkânları olan %37’lik dilimde yer alan öğrencilere oranla sınavlarda daha iyi sonuçlar aldığını gösteriyor. Vakıf, bu tür kanıta dayalı araştırmalar ve rasgele seçilen okullarda yapılan kontrollü çalışmalar sayesinde, okulların bu konudaki eşitsizliği giderecek en etkili politikaları benimseyeceğini umut ediyor.
Türkiye Felsefe Kurumu Başkanı Prof. Dr. İoanna Kuçuradi’nin Kasım 2016’da tam da bu konuda yaptığı açıklamalarla yazıya son vermek yerinde olacak.
“Dünyada bu konuda olan bitenleri bilmek şart. Ama model almak gerekmez. Çözümleri her ülkede, o ülke için değer bilgisine dayanarak düşünmek gerekir.
Türkiye Felsefe Kurumu, farklı aralıklarla, Türkiye’de her eğitim kademesindeki felsefe eğitimiyle ilgili toplantılar düzenliyor. Bu toplantılarda problemler tartışılıyor ve bazı öneriler yapılıyor. Bu önerilerin bazıları da gerçekleştiriliyor, ama yarım yamalak. Örneğin bizim önerdiğimiz gibi “Düşünce eğitimi” ve “Değerler eğitimi” okullara kondu. Ama amacına ulaşabilecek şekilde yapılmıyor. 20 dakikalık bir konferansla hoşgörü öğretilemez!
Ben “Okullarda felsefe öğretsek” değil de, üniversite öncesi öğretimde “Bize (felsefeye) dört ders verin, öğretmenlerinin hazırlığını da bize verin, Türkiye 20 yıl sonra farklı olur” demiştim Milliyet’in benle yaptığı söyleşide. Düşünce alanında gitgide daha şiddetle duyulan bazı ihtiyaçları karşılamayı amaçlayan ve bütün okullarımızda bu amaç için yeterince eğitilmiş öğretmenler tarafından verilmesi gereken dört derstir bunlar.”
Kaynakça: