Ayın Konuğu: Feyyaz Yalçın

4 Kasım 2016

Röportajımıza 1979 yılında Mimar Sinan Üniversitesi Fotoğraf Bölümü’nü birincilikle kazanma öykünüzle başlamak istiyorum; oldukça hareketli ve renkli bir çocukluğunuz olduğunu da bilen biri olarak, fotoğrafı daha ilk gençliğinizde meslek olarak seçmenize zemin olan ilk nedenleri sorsam?

İstanbul’da doğup büyüdüm. Yedi yaşımda Stanford Üniversitesi’nden master bursu alan babamla birlikte ailecek Amerika’ya gidişimiz, Batı medeniyetiyle ilk karşılaşmam oldu. Çocuk aklımla orada gördüğüm medeniyeti ve refahı Türkiye için çok dilemiştim.

İstanbul’da geçirdiğim ortaokul ve lise çağlarımda Klasik Yunan felsefesi, Uzak Doğu öğretileri ve Tasavvuf edebiyatı ile tanıştım. Sonrasında Nietzsche’den ve Kafka’dan çok etkilendim.

Ailemin iktisat okumamı istemesine rağmen İstanbul Devlet Güzel Sanatlar Akademisi yetenek sınavlarına girdim. Çocukluk yıllarımda hasbelkader birçok film setinde bulunduğum için büyüyünce sinemacı olmayı düşlemiştim. Ancak o yıllarda şahidi olduğum setler öylesine düzensiz, daha doğrusu öyle bir kara düzendi ki, o şartlarda ekip çalışması gerektiren bir işe soyunmaktan vazgeçerek tek başıma başarabileceğim bir dal olan fotoğrafçılığın benim için daha doğru bir meslek seçimi olduğuna karar verdim. Bu nedenle İDGSA Sinema-Televizyon bölümünü de kazanmış olduğum halde, fotoğraf bölümünü seçtim ve ilk yıl temel sanat atölyelerini zevkle sürdürdüm. Fakat kurulalı iki yıl olan fotoğraf bölümü, altı yaşımda babamın karanlık odasında başlayan fotoğraf maceramın beklentilerini karşılayamadı.
Bu nedenle Berlin’de sinema okumak üzere Almanya’ya gitmeye karar verdim. Ön hazırlıklarım sürerken 1980 darbesi oldu ve ülke sınırları kapandı. Sınırlar açılır açılmaz bir arkadaşımla birlikte bulduğumuz ilk uçağa atlayıp Roma’ya uçtuk. Oradan trenle Fransa’nın Almanya sınır kapısı şehri Strasbourg’a vardık. Orada bir gece kalıp sabah yola çıkmayı planlıyorduk. Fakat uyandığımızda o sabah itibariyle, Almanya’nın Türklere vize uygulaması başlattığını öğrendik. Bunun üzerine planımızı değiştirip Paris’e gitmeye karar verdik.

Paris’in hem okuyup hem çalışmak için oldukça pahalı bir şehir olduğunu anlayınca tekrar Strasbourg’a döndük. Fakat okul giriş sınavları çoktan bitmişti. Büyük uğraşlar sonucu École Des Arts Decoratifs de Strasbourg’un dekanına ulaştım. Kendisi portfolyomu profesörler kuruluna sunmamı önerdi. Sonuç olarak profesörler kurulu portfolyomu onayladı ve okula kabul edildim.

Ailemin sağlayabildiği sınırlı maddi destek Strasbourg’da yaşayabilmem için yeterli değildi. Bu nedenle öğrenimimi sürdürebilmek için ve fotoğrafla ilgili işler de karşıma çok nadir çıktığından, inşaat işçiliği, boyacılık, tamircilik, pazarcılık, halıcılık gibi birçok vasıfsız işçilik yapmak zorunda kaldım.

Usta-çırak öğretisi uygulanan bu okulda, atölye profesörüm Alice Bommer, öğrenciliğim süresince bana hep destek oldu. Onunla, Fransızca bilmediğim için İngilizce konuşarak kurduğumuz iletişim daha sonraları televizyon ve sokaktan  öğrendiğim Fransızca ile sürdü.

Gurbetteyken Mevlana ve Yunus’un eserleriyle tekrar hem dem olduğum zaman, tasavvuf felsefesinin, daha önce Batı felsefesinde bulduğum her şeyi fazlasıyla barındırdığını fark ettim.

Yaklaşık beş yıl süren Fransa maceram, yaşamdan ne beklediğimi sorguladığım vakit tamamlandı. Bir günde karar verdim ve eşyalarımı arabama yüklediğim gibi karlı yolları aşarak İstanbul’a döndüm.

İstanbul’a dönüşümden bir yıl sonra Mevlevi Dedesi Hasan Çıkar ile birlikte, Mevlevi öğretisiyle tanıştım. Hemen ardından Metin Bobaroğlu ve Muhiddin Gür eşlik ettiler tasavvuf yolculuğuma.

 

Peki İstanbul’a döndükten sonra ilk fotoğraf stüdyonuzu, atölyenizi nasıl kurdunuz, kimlerle birlikte çalıştınız o dönemde?

İstanbul’daki ilk atölyem Nucleus Creative Photograph’ı 1985 yılında Taksim’deki bir apartman dairesinde kurdum.

1989’da Arhan Kayar’ın bir projesi esnasında Şirin İskit sayesinde, Tarlabaşı semtinde eski bir Ermeni Katolik Manastırı’nın kilisesini keşfettik. Manastırı bulduğumuzda kilisesi marangoz atölyesi olarak kullanılmaktaydı. Binayı Ermeni vakfından kiralamış olan Adnan Vurdevir, içindeki mekânları zaman zaman dizilere kiraya veriyordu. Bina o dönem ayakkabı atölyelerinin bol olduğu bir sokaktaydı. Adnan Bey, 6 katlı ve her katı 650 m2 olan binanın bir kısmını ayakkabıcılara kiraya vermeye niyetliydi.

Çocukluğumdan beri Bauhaus tarzında bir yapı oluşturma dileğim vardı. Bu doğrultuda geliştirdiğim projeyi Adnan Bey’e aktarınca, binayı bu anlamda kullanmaya ikna oldu. Böylece el birliği ile binayı kurtardık.

İstanbul Sanat Merkezi adını verdiğimiz bu yapı, birçok ilke imza atarak o zamanların sanat ortamına damgasını vurdu.

Daha sonra, Tamer Yılmaz’la kurduğumuz ortaklık ile fotoğraf alanındaki çalışmalarımızı da bu yeni mekâna taşıdık.

Şirin İskit, Hale Arpacıoğlu, İnci Eviner, Hülya Botasun, Bedri Baykam, Ezel Akay, Erkan Özdilek, Christine Brodback, Mahir Günşıray, Mustafa Alkıran, Ergin Atlıhan, Erol Pekcan, Nüket Ruacan, Pentagram, Suat Akdemir, Ziya Ilgaz gibi dönemin önemli sanatçıları, bu mekânın bir araya getirdiği isimlerden bazıları…

Bu yapı ayrıca Reklamcılar Derneği, Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği, Irish Pub, James Joyce gibi birçok sosyal kurum ve mekâna ev sahipliği yaptı. Ağır Roman, Eşkıya, İstanbul Kanatlarımın Altında, Neredesin Firuze gibi zamanın en önemli filmlerine plato olarak hizmet verdi.

Üçüncü yılında İstanbul Sanat Merkezi’nde yirmi üç adet sanat atölyesi, bir adet dans stüdyosu, iki adet tiyatro, bir adet restoran-bar kurulmuştu.

O günlerde, daha sonra Babylon’u kuracak olan Cem Yegün, Mehmet ve Ahmet Uluğ halen Pozitif adıyla devam ettirdikleri Akbank Caz Festivali’ni organize ediyorlardı. Dönemin en öncü caz sanatçılarını getirdikleri bu festival sırasında kilisemizde onlarla ortak  partiler düzenledik. Bu partilerin ilkinde organize ettiğimiz David Murray ve Okay Temiz konseri ile Cumhuriyet Gazetesi’ne kapak olduk. Daha sonraki partilerimizde de Oliver Lake Kuartet gibi nice önemli isimler birçok konser verdiler.

O dönemde İstanbul’un ilk sanat merkezi olan binada sayısız sanat etkinliği yaptık, ama en unutulmazı açık atölyeler sergisi ve partisiydi. Tüm sanatçılar kilisemizdeki atölyelerini açmışlar, kendi seçtikleri müzik ve ikramlarını sunmuşlardı. Aynı anda aşağıda düzenlediğimiz parti bu şenliğe eşlik ediyordu.

İstanbul Sanat Merkezi’ne birçok müşteri çıkmıştı. Onlara hep kendi sanat merkezlerini kurmalarını önerdik ki daha da çoğalalım diye. İstanbul’daki günümüz sanat merkezlerinin birçoğuna öncülük etmiş olabiliriz.

Sanat merkezimizin dördüncü senesinde, Elmadağ’da eski bir karton fabrikasını restore ederek kendimize yeni bir stüdyo kurduk ve partilerimiz dâhil tüm faaliyetlerimize orada devam ettik. 1998 yılında ortağım Tamer ayrıldı ve ardından bina satıldı. O zamandan bu yana, çalışmalarımıza Dolapdere’deki son stüdyomuzda devam ediyoruz. (www.autoplato.com) (www.nucleus.com.tr)

Tam da burada, üyesi olduğunuz Anadolu Aydınlanma Vakfı’nın çalışmalarına ne zamandır katıldığınızı ve vakfın çalışmaları hakkındaki görüşlerinizi sormak isterim…

Vakıfla kurulduğundan beri tanışıyorum 2001 yılı itibariyle daha yoğun katılmaya başladım, faaliyetleri bereketli ve şahane buluyorum…


Malumunuz bu sene dil ve dilin farklı boyutlarda incelenmesi üzerine çalışıyoruz; farklı stüdyolar kurmuş, farklı konu ve kavramlar üzerine çalışan bir sanatçı olarak, fotoğraflarınızda kullandığınız dil ya da diller hakkında neler söylemek istersiniz bizlere son olarak?

Mesleğim reklam fotoğrafçılığı. Nucleus olarak, reklam ajanslarının bize sunduğu konsepti fotoğrafa çeviriyoruz. Kısacası ısmarlama terzi gibi çalışıyoruz. Kendi fikrimizi değil, müşterinin zihnindeki fotoğrafı en mükemmel kalitede kurgulayarak ortaya çıkarıyoruz.

Bunun yanı sıra kendimiz için sanat fotoğrafları da ürettik. Ayrıca reklam filmlerinin dışında kısa metrajlı filmler ve belgeseller yaptık.

Sekiz yılı aşkın bir zamandır, Amak-ı Hayal adlı kitabın uzun metraj sinema filmi projesini gerçekleştirme sürecindeyim.(*)

Ayrıca 2007’de Simurg Yayınları’ndan çıkan ‘Birden Bir’e Bir Yolculuk’ adlı şiir kitabımın baskısı tükenmiştir; kitabın hazırlık aşamasındaki yeni baskısı ise yakında yayınlanacaktır.

Aynası iştir kişinin diyerek, son sözü bu sayfada gördüğünüz fotoğraflara bırakmayı tercih ediyorum…