Günümüzde, Toprak Ana’ya ve yarattıklarına emek vererek geçinebilme lüksüne sahip kırsallar dışında kalan milyarlar, ilk ve orta çağları aratan yaşam standartlarıyla hızla telef oldukları yapayalnız bir savaş veriyor.
Milyonluk nüfuslarıyla şehirlerin sözde şanslı azınlıkları, ellerindeki uzaktan kumandalarla susturamadıkları vicdanlarının sesini, pimi her an çekilmeye hazır bir korkuya eşlik eden oyalanmalarla susturmaya çalışıyor.
Aynı şehirlerin şanssız kalabalıkları belki de hiç olmadıkları kadar öfkeli ve tehlikeli.
İnsanlık ailesi, şüphesiz en trajik öykülerinden birinin tam da burasında dil, din, ırk, uyruk, yaş, meslek, sosyo-ekonomik sınıf ayırımı olmaksızın kıvranırken, çağımızın medeniyetleri, bilimsel ve teknolojik akademiler ve oyuncaklar geliştirerek birbirini tehdit ediyor. Aklı ve sezgiyi, adaleti ve şefkati temsil eden iki cins birbirini samimiyetle dinlemeye dahi katlanamıyor.
Atatürk’ün talimatıyla Temmuz 1932’de kurulmuş olan Türk Dil Kurumu’nun Güncel Sözlüğü’nde “aile” sözcüğü için yapılan altı tanımdan iki tanesi, günümüzde içinde bulunduğumuz hale ayna tutabilmek adına yeterli bilgiyi içeriyor:
1- Evlilik ve kan bağına dayanan, karı, koca, çocuklar, kardeşler arasındaki ilişkilerin oluşturduğu toplum içindeki en küçük birlik.
2- Aynı gaye üzerinde anlaşan ve birlikte çalışan kimselerin bütünü.
Aynı sözlükte “medeniyet”, bir ülkenin, bir toplumun, maddi ve manevi varlıklarının, fikir, sanat çalışmalarıyla ilgili niteliklerinin tümü olarak tanımlanıyor.
Böylesi bir halde, gezegenimizi ve insanlığı tehdit eden temel sorunlara, aileler ve medeniyetler başlıkları altında ve birlikte çözüm aramaya çalıştığımızı iddia etmemiz ne büyük bir ironi değil mi?
Gazi, 1925 yılında Kastamonu’da yaptığı bir konuşmada söz konusu “aile” ve “medeniyet” olgularını şöyle okuyor:
“Bir toplum, bir millet, erkek ve kadın denilen iki cins insandan oluşmaktadır. Mümkün müdür ki, bir kitlenin bir parçasını ilerletelim, diğerine aldırış etmeyelim de kitlenin tümü ilerleme onuruna erişebilsin. Mümkün müdür ki, bir topluluğun yarısı topraklara zincirle bağlı kaldıkça diğer kısmı göklere yükselebilsin? Kuşku yok, ilerleme adımları, dediğim gibi iki cins tarafından beraber, arkadaşça atılmak ve ilerleme ve yenilik alanında birlikte yol almak gereklidir.”
Tüm dünya halklarının birbirinin içler acısı haline şahit olabildiği böylesi bir başka çağdan bahsedilmiyor söz konusu akademilerin öğrettiği tarihte. Artık hepimiz, tüm felaketlere çare olabilecek maddi ve manevi imkanları olanlar ve olmayanlar olarak, onları yaşayanları canlı yayınlarda seyredebiliyoruz.
Ve her şeye rağmen,
ve hâlâ,
ve neredeyse an be an,
bir erkeğin tohumu ve bir kadının rahmi sırrından doğan insan çocukları, tüm saflıkları ve güzellikleriyle aramıza katılmaya devam ediyor;
korku bilmez,
hayal gücü yani asıl potansiyeli sınır tanımaz,
tertemiz ve ilgimize muhtaç birer tohum olarak.
Toprağa zincirle bağlanmış olanları ve onları seyrederek göklere yükselmeye çalışanları seyrediyorlar aramıza katıldıkları andan itibaren; seçimlerimiz, eylemlerimiz, niyetlerimizce yetiştiriliyorlar.
Rezil oluyoruz her birine, birbirimize ve kendimize neredeyse an be an.
“Bir erkeği yetiştirmek bir insanı, bir kadını yetiştirmek ise bir aileyi, bir milleti yetiştirmektir,” diyor Gazi.
O, insan tohumu yetiştirme sorumluluğunu böyle anlıyor.
O’nu yalnızca aynı sorumluluğu almayı seçenler anlayabiliyor, görebiliyor.