Sadettin Demiray 1962 yılında askeri öğrenci olarak Ankara Tıp Fakültesi’ni bitirdikten hemen sonra, Gülhane Askeri Tıp Akademisi’nde “Ruh ve Sinir Hastalıkları” uzmanlığı eğitimi aldı. 1980 yılına kadar Diyarbakır Askeri Hastanesi’nde Uzman ve Başhekim olarak görev yaptı ve aynı yıl emekli oldu. Demiray halen serbest olarak ruh ve sinir hastalıkları uzmanı olarak hizmet vermekte.

 Tıp eğitimini ve ruh ve sinir hastalıkları gibi bir uzmanlık dalını seçmenizin arkasındaki nedenleri sorarak başlamak istiyorum röportajımıza, nasıl oluştu bu tercihler?

İnsan yaşamında rastlantıların çok büyük önemi olduğunu düşünüyorum. Lise diploması almak için okula gittiğimde sınıf arkadaşımla karşılaştım. Hangi mesleği seçtiğimi sordu. Henüz kararsız olduğumu söyledim ve aynı soruyu ben ona yönelttim. Askeri Tıbbiyeye gideceğini, istersem benim de gidebileceğimi, nasıl olsa derecemizin yüksek olduğunu, sınav olmadığı için mutlaka girebileceğimizi söyledi. Birlikte askerlik şubesine gidip dilekçe verdik, hastaneden sağlam raporu alarak kesin kararımızı verdik. Fakat sonradan sınav kondu.

Fakülteyi bitirince Gülhane stajına başladık. En iyi hocanın kim olduğunu sorduğumda psikiyatri hocası çoğunluk kazanınca psikiyatr olma kararım kesinleşti. Uzmanlık eğitimine başladıktan on beş gün sonra çok iyi olan hocayla basit bir nedenden dolayı biraz çatıştık. Ben bir daha buna meydan vermemek için biraz fazlaca çalıştım. Hoca da inat olsun diye dört yıl süre ile benim adımı öğrenmedi. Meslek olarak çok seviyorum, yeniden başlasam yine doktor ve psikiyatr olurdum.

AAV yayınlarından çıkan “Evrenin Gözü” isimli kitabınızın aynı başlıktaki bölümü, “Var olan hiçbir büyüklükle kıyaslanmayacak derecede büyük, her şeyi gören, tüm ayrıntıları aralıksız izleyen, sıklıkla rengi ve bakış açısı değişen bir gözü düşünüyorum” cümlesi ile başlıyor. Mesleki seçimizin yanı sıra edebiyat ve felsefeye olan ilginizi, tüm bu dallarla olan ilişkinizi bu cümle üzerinden değerlendirebilir miyiz, ne dersiniz?

Küçük yaşlardan başlayarak okumayı çok severim ve her elime geçeni okurum. Hayal dünyam oldukça geniş. Kendimle barışığım, doğal olarak dış dünya ile de barışığım. Her insanın bir yaşam felsefesi olduğuna inanıyorum. Böyle düşününce felsefeyi seviyorum. Geç başladım demeyeceğim. Ne zaman başlanırsa o zaman erken olduğuna inanıyorum. Geçmişe pişmanlık duymuyorum.

Bir üyesi olarak Yönetim Kurulu’nda da hizmet verdiğiniz AAV ile nasıl tanıştınız, vakfın amacı ve etkinlikleri sizin için neler ifade ediyor diye sorsak?

AAV ile Fikret Tüblük aracılığı ile tanıştım. Vakfın amacı tümüyle karşılıksız ve çıkarsız, dağarcığındaki bilgi ve deneyimi izleyiciye vermek. Bu düşünceden hareketle günümüz Türkiye’sinde çok yararlı ve benzersiz bir hizmet verdiğine inanıyorum.

Sunumuzun tadı hâlâ damağımızda iken, röportajımızı vakfımızın bu seneki çalışma konusu ile sonlandırmak istiyorum. Gerek başhekimlik döneminizden, gerekse serbest olarak hizmet vermeye devam ettiğiniz uzun yıllar içerisindeki gözlem ve deneyimlerinizden yola çıkarak, mitler ve günümüze olan etkilerini, toplumumuz açısından nasıl değerlendirdiğinizi merak ediyorum.

Büyük Atatürk’ün sözleriyle başlamak istiyorum; insan doğduğu zaman beşerdir. Eğitilir, eğitilir insan olur. Daha ileri eğitilmeye devam edilir, kemale erer insan-ı kâmil olur. Olayın özü eğitim.

Doğal olarak mitlerin temelinde yatan insanın eğitilmesi, daha iyiye, daha güzele yönlendirilmesidir. Joseph Campell’ın dediği gibi: “Mitler toplumsal rüyalardır. Rüyalar kişisel mitlerdir.”

Deniz Tipigil
+ Son Yazılar