Okuma süresi: 15.6 mintues

“İnsan, gerçekliğe hayır diyebilen ebedi isyankârdır” Max Scheler

“İnsan nedir?” sorusu, felsefenin doğumundan beri sorulmakta olan bir sorudur ama bu sorunun bir disiplin dalı içerisinde incelenmesine, 20. yüzyılda, Max Scheler’in (1874-1928) kurucusu kabul edildiği felsefi antropoloji dalının ortaya çıkışıyla başlanır. Bu yazıda, Scheler’in felsefi antropoloji hakkındaki görüşlerinin yer aldığı “İnsanın Kosmostaki Yeri” isimli kitabındaki görüşlerinin kısaca özetlenmesi amaçlanmaktadır.

Scheler’in “İnsanın Kosmostaki Yeri” isimli kitabında sorduğu ana sorular, “İnsan nedir?”, “Bitki ve hayvanlarla ne türde bir ilişkisi vardır?”, “İnsanın kendine özgü metafizik yeri nedir?” sorularıdır. Scheler, insanın kosmostaki yerini tespit edebilmek için öncelikle biyopsişik dünyanın yapısının tanımını yapmak gerektiğini söyler ve bunun için işe önce canlılığın ve “canlı varlık”ın tanımını yapmakla başlar. “Canlı varlık” kavramını, yalnızca gözlenebilir ve nesnel fenomenleri olan bir yapı olarak değil, aynı zamanda kendisinin farkına varan, kendisi için varlığı olan, bir iç varlığı olan bir yapı olarak tanımlayan Scheler’e göre anorganik yapılar canlı varlıklar değillerdir; çünkü bir iç yapıları yoktur. Canlı varlığın, kategorik değil ama basamaklı bir yapı olduğunu söyleyerek aşamalarını şöyle tanımlar: Duyusal itilim aşaması, içgüdü aşaması, bellek aşaması ve pratik zekâ aşaması. Bu aşamaları, ilgili yetilerin aktive olduğu aşamalar olarak da düşünebiliriz.

Duyusal İtilim Aşaması

Duyusal itilim basamağı, duyusal itilim ilkesinin aktif olduğu basamaktır. Bu aşama aynı zamanda varlığın tüm gücünün toplandığı aşamadır; diğer aşamalar etkinlikte bulunabilmek için gereken gücü buradan alırlar. Bu aşamada duyusal itilim yani “bir şeye yönelme” ve “geri çekilme” ilkesi aktiftir; ama kendini bilme, duyumlama ve tasarımlama yoktur. Esasında canlılığın tüm varlık basamaklarında duyusal itilim ilkesinin aktif olduğu görmekteyiz; ama belirli bir canlı varlık grubu sadece bu aşamada kalmıştır. Örneğin bitkiler bu aşamada kalmış varlık grubudur. Yani bitkilerde duyusal itilimin varlığından söz edebiliriz ama kendini bilme, tasarımlama ve duyumlamadan söz edemeyiz. Duyumlama, canlının organ veya hareketlerinin durumlarının canlıdaki bir merkeze bildirilmesi ve ardından merkezden gelen geribildirim yoluyla canlının davranışlarında bir değişim meydana gelmesidir. Gelişmiş hayvanlarda salgı bezlerinden çıkan salgıların beyinde yarattıkları uyarımlar en basit duyumlara örnek olarak verilebilir. Duyumlama ilkesinin olmadığı bitki gibi canlılarda bellek oluşumu gerçekleşemez; bellek oluşumu olmadığında da öğrenme meydana gelemez. Öğrenme olmadığı için de bu varlıkların eğitilebilmeleri mümkün olamaz. Duyumlamanın olmaması, yani bir merkezin ve bir geri bildirim mekanizmasının olmaması aynı zamanda “yaşamın kendine geri dönememesi”ne, “ilkel bir refleksiyonun bile olamaması”na sebep olur. Bu durumda da bilinçten bahsedemeyiz; çünkü bilinç, ancak duyumlamanın en basit bir refleksiyonuyla varolabilir. Dolayısıyla bitkilerde tek gördüğümüz, büyüme ve çoğalmaya dair bir itilimdir; bitkinin varolması, beslenme, büyüme, üreme ve ölümle sınırlıdır.

İçgüdü Aşaması

Scheler, ikinci aşama olan içgüdü aşamasını, hareket ve içgüdüsel davranış üzerinden açıklar.İçgüdüsel davranışlar, canlının, kendi varlık bütünselliği veya bir diğer canlının varlık bütünselliği için bir ereksellik taşıyan, ritimsel, türün yaşamı için anlam taşıyan, sürekli tekrarlanan davranışlardır. İçgüdüsel davranışlarda bireyden söz edilemez; çünkü bunlar türe hizmet eden, otomatikleşmiş davranışlardır. İçgüdü, öğrenmeye bağlı değildir; doğuştandır, kalıtımsaldır ve değişmezdir. Scheler, insanda az da olsa içgüdünün kaldığını söyler; insanda içgüdüsel davranışlar yerine itkisel davranışlarla karşılaşılabileceğini söyler. Scheler, itkisel davranışları, türün devamlı için anlamı olmayan, anlamsız, içgüdüsel davranışlara karşıt davranışlar olarak tanımlar ve örnek olarak da uyuşturucu bağımlılığı davranışını örnek verir.

Scheler, kökenini içgüdüsel davranışta bulan iki davranış biçimi olduğunu söyleyerek sonraki aşamaya geçer. Bu iki davranış,  “alışkanlığa dayalı olan” ve “zekâya dayanan” davranışlardır. Alışkanlığa dayalı olan davranışları, çağrışımı, koşullu refleksi, yeniden yapma davranışlarının tümünü aktive eden yeti “çağrışımsal bellek” denilen yetenektir.

Çağrışımsal Bellek Aşaması

Scheler’e göre davranışlarını, önceki davranışlarına dayalı olarak, yavaş yavaş ve sürekli olarak değiştirebilen her canlıda bellek olduğunu söyleyebiliriz. Bir hayvan, kendisine haz sağlayan bir davranışı, doğuştan getirdiği tekrarlama itkisi gereği tekrarlar ve tekrarlanan bu davranışlar onda kalıcı hale gelir, böylece o davranış “kazanılmış” bir davranış haline gelir.

Scheler, çağrışımsal belleğin temelini “koşullu refleks” olarak tanımlar; ama çağrışımsal belleğin işleyişinde dürtülerin, eğitimin, gereksinimlerin ve bu gereksinimlere ilişkin yapılması gerekenlerin rol oynadığını belirtir. Çağrışımsal bellek, en net olarak memelilerde ve hayvanlarda gözlenir. Çağrışım ve yeniden ortaya koyma ilkesi, taklit ve kopya etme davranışları ile ilişkilidir; taklit etme ve kopya etme davranışlarının birbirine bağlanmasıyla da “gelenek” ortaya çıkar. Ama insan gelişimindeki her hakiki gelişme, esas olarak geleneğin yıkılmasına dayalıdır. İçgüdü ile karşılaştırıldığında, çağrışımsal ilkenin etkinliği, bireyin özgürleşmesine, türe bağımlılığından kurtulmasına, yeni durumlara uyum sağlayabilmesine hizmet eder. Aynı şey itkiler, duygular ve heyecanlar için de geçerlidir. Ama böyle olunca bu sefer itki, gereksinimden bağımsız olarak, kendi başına bir haz kaynağı haline gelebilir; ölçüsüzlük ve hazcılık baş gösterebilir. İtki yaşamının haz kaynağı olarak kullanılması da insanı çöküşe götüren bir etmendir.

Pratik Zekâ

Bu ilke, seçme yeteneği ve seçme eylemi ile ilgilidir. Scheler, zeki davranışı şöyle tanımlar: “Eğer bir canlı itkisel bir sorunu çözmek için, ne türe ne de bireye özgü olan, yeni bir durum karşısında, daha önceki denemelerinin sayısızdan bağımsız olarak, birdenbire, anlamlı bir davranışta bulunursa zekice davranmış olur.” Eğer canlı, bir davranışı, bir gereksinimi gidermek için ya da itkinin yönlendirmesiyle yaparsa buna “organizmaya bağlı” zekâ deriz. Aynı zekâ, insanda, insan varlığına özgü olan tinsel hedeflerin hizmetinde da olabilir; ve ancak bununla zekâ, kurnazlığın ve hilenin ötesine geçebilir. Organizmaya bağlı olmayan, yani “ruhsal alanda” zekâyı, çevrede birbiriyle bağlı nesne ve değer ilişkilerinin birdenbire kavranması olarak tanımlayabiliriz. “yeni, daha önce hiç deneyimi edinilmemiş durumun, önceden bilinmesidir”. Bu taklit edici değil, yaratıcı düşünmedir.

Hayvanda zekânın bulunup bulunmadığına dair tartışmalar sürmektedir. Scheler, hayvanlarda bazı durumlarda zekâya dayalı davranışlar olduğunu düşünmektedir. Çünkü hayvan bir nesnenin başka bir araçla kullanılabileceği düşünebilir; oynanacak bir sopayı meyve toplamak için kullanarak ona alet işlevi kazandırabilir. Bu, içgüdü ya da alışkanlık davranışı değil, hakiki zekâ, buluştur; ama yine de bilinçli, refleksif bir eylem değildir, yalnızca çevredeki verilmişliklerin görüsel yeniden konumlandırılmasıdır. Hayvanlar arasında bu konuda büyük yetenek farklılıkları mevcuttur. Aynı şey seçme davranışı için de geçerlidir. Yani hayvanların başarıları tümüyle içgüdüyle ve buna eklenen çağrışımsal bellek unsurlarıyla açıklanamaz, bazı durumlarda zekâya dayalı davranışlar da söz konusudur. Seçme davranışı da hayvanlarda vardır. Hayvan, uzakta ama yararlı şeylere yönelebilir, yakında ama tehlikeli şeylerden de uzakta durabilir. Ama hayvan, değerler arasında bir seçim yapamaz. Değer olarak faydalı olanı, değer olarak hoş olana tercih edemez. Ama duygular açısından insanlara yakındır; armağan, yardımseverlik, barışma vb. özellikleri hayvanlarda da görebiliriz. Demek ki zekâ, hayvanlarda da görülebildiği için insana özgü bir nitelik olarak sunulamaz.

Tin

Scheler’e göre insanın özü, zekâ ve seçme yeteneğini aşkın olan bir varlıktır. Bu öz, diğer varlık tabakalarına eklenen bir varlık tabakası da değildir ve doğal yaşamın evrimine de dayandırılamaz. Eski Yunanlılar ona “akıl” der. Fakat Scheler, akıl kavramını yetersiz bularak, insanın özü için, akıl kavramının yanı sıra, “ideleri düşünme”yi, temel fenomenlere ve öz içeriğine dair görüyü, ayrıca iyilik, pişmanlık, özgür karar verme gibi istemleri ve duyusal edimleri de kapsayan tin (Geist) kavramını kullanır. Tin, saf edimselliktir ve tin, yalnızca tinsel edimlerde bulunmakla varlık kazanır. Scheler, tinin göründüğü edim merkezini de “kişi” olarak tanımlar. Kişi, yalnızca edimlerinde ve edimleriyle vardır. Tine sahip olan bir insan, yani “kişi”, her şeyi ve kendini, kendi fizyolojik ve psişik durumlarını da bilgisinin nesnesi yapabilir, nesneleştirebilir. Fakat iki şey; tin ediminin kendisi ve diğer bir kişi nesneleştirilemez. Bir kişi, başka bir kişi hakkında ancak, özgür edimlerini, sonradan ve onunla birlikte gerçekleştirerek veya kendini, o kişinin istemesi ve sevgisiyle özdeşleştirerekbilgi sahibi olabilir.  

Hayvan sadece somut gerçeklik içinde yaşar; hayvanlarda boş uzam ve boş zaman “biçimleri” ve “uzay” imgesi de mevcut değildir. Bir köpeğin yaşadığı bahçeye dair bir tasarımı yoktur. Bahçe, köpek için ancak kendi bedeni üzerinden bağ kurabildiği bir mekândır yalnızca; çünkü köpek kendi bedenini ve beden hareketlerini nesne haline getiremez. İnsansa kendi konumunu, fizyolojik ve psişik donanımını hesaba katarak bir dünya tasarımı elde edebilir. Somut şey ve töz kategorisi de yalnızca insanda vardır. O halde yalnızca insan kendini aşabilir ve sanki zamansal-uzamsal dünyanın ötesindeymiş gibi, her şeyi ve kendisini de kendi bilgisinin nesnesi yapabilir.

Hayvanın gerçekleştirdiği her davranış, sinir sisteminin fizyolojik durumundan kaynaklanır. Hayvanın çevresinde fark edebileceği ve kavrayabileceği her şey çevre yapısının sınırları içerisindedir. Hayvanın itki kaynaklı bir davranışıyla çevrede bir değişiklik oluşur. Çevrede oluşan değişiklik de hayvanın fizyolojik-psişik dünyasında bir değişime yol açar. Yani hayvan çevreyi etkiler, çevre de hayvanı etkiler. Ama “tin”e sahip varlığın davranışı bundan farklıdır. Tinsel bir varlığın davranışının hareket ettiricisi, fizyopsişik durumları değil, itkilerden bağımsız olarak kişinin kendine nesne yaptığı görü veya tasarımıdır. İkinci olarak, tinsel varlıkta itkisel bir tepi, durdurulabilir veya daha önce engellenmiş olan itkisel tepi serbest bırakılabilir (yani itkiler kontrol edilebilir). Üçüncü olarak da çevrenin kendi üzerindeki etkisini sarsabilir; Scheler bunun için “dünyaya açık varlık” tabirini kullanmaktadır. “Dünyaya açık varlık”, etkiden, baskıdan, itkiye ve çevreye bağımlılıktan, kendi varlık merkezine bağımlılıktan, yaşamdan ve yaşama ait olan her şeyden, itkisel zekâsından özgürlük kazanmış olan varlıktır ve “insan olma, tin vasıtasıyla dünyaya açık olmaya yükseltilmelidir”.

Hayvan çevresinde “adeta kendinden geçmiş bir halde yaşamaktadır”. Bitkiden farklı olarak hayvanın bilinci vardır ama ben-bilinci yoktur. Hayvan kendisine hâkim değildir, kendisine gücü yetmez, bunun için kendisinin bilincinde değildir. İnsan, hayvandan farklı olarak dikkatini kendine toplayabilir. İşte insanın gerçekleştirebildiği tinsel edim, bu, dikkatini kendine toplayabilmedir. Bu edim “tinsel edim merkezlerinin kendisine ilişkin bilinci” veya “ben bilincidir”. Dikkatini kendi üzerine toplama, ben-bilinci ve kökensel itkiye karşı koyan merkezleri nesne yapabilme yeteneği, insana özgü olan yapıyı oluştururlar.

İdeleştirme

Tine özgü bir edim, ideleştirme edimidir. İdeleştirme, teknik zekâdan sonuç çıkarmaya yönelik, düşünmeden farklı bir edimdir. Kolumda bir ağrı olduğunda bu ağrının nedenini ve nasıl geçebileceğini düşünmek pozitif bilimin işidir; oysa kolumdaki ağrıya mesafe alarak, “kendinde acı”nın ne olduğunu, acının özünün ne olduğunu düşündüğümde başka bir şey düşünmüş olurum. “Şeylerin temeli nasıl olmalıdır ki genel olarak ağrı diye bir şey olanaklı olabilsin?” sorusu bir ideleştirme edimidir. Scheler, öz ve varolmayı birbirinden ayırma yeteneğinin, insan tininin tüm öteki özelliklerinin de temelini oluşturan, esas ayırıcı özelliği olduğunu söylemektedir. Özü kavrayabilmek, “gerçeklik özniteliğinin kaldırılması” ile mümkün olabilmektedir. Bu, özü kavrama tekniğidir. İnsan bilinçli ya da bilinçsiz olarak bu tekniği kullanır. Bu teknikte, özün logos’u, somut duyu dünyasından kendini ayırır. İnsan, bütünüyle somut gerçeklik içinde yaşayan hayvandan farklı olarak, kendisine sunulan verili somut gerçekliğe “hayır” diyebilen bir varlıktır. Kendini bu verili gerçeklikten sıyırabilir. Scheler, Buda’nın da bunun bilincinde olduğunu ve gerçeklikten sıyrılmak için bir teknik geliştirmiş olduğunu belirtir ve Husserl’in de “fenomenolojik indirgeme” terimi ile bunu kastettiğini söyler. Gerçeklik unsurunun kendisini ortadan kaldırmak, gerçeklik izlenimini, duygu yüküyle birlikte yok etmektir ve bu, “her türlü dünyevi endişeyi” yenmeye eşdeğer bir durumdur çünkü gerçeklik, her yaşayan varlık için bir baskı unsurudur ve nesnesi olmayan “saf” endişe ise onunla ilişkilidir. Eğer varolmak “karşı koymak” ise gerçekliğinden sıyırma da temelde yaşam itiliminin ortadan kaldırılmasıyla, bir anlamda devre dışı bırakılmasıyla varlık kazanır. Bunu ise yalnızca tin, saf “isteme” edimiyle duyusal-itilim merkezini devre dışı bırakabilir, durdurabilir. Yani insan, tin edimi ile kendi tepkisel-itkilerini baskılayarak hareket edebilir. İnsan, hiçbir zaman kendisini kuşatan gerçeklikle yetinmeyen, onu aşmaya istekli bir varlıktır. Freud da bu anlamda insanı “itkilerini bastıran” bir varlık olarak görür. Bastırdığı itkilerde uyumakta olan enerjiyi de tinin hizmetine sunabilir. Bu, insanın kendi itkisel enerjisini tinsel etkinliklere “yükseltmesi” (yüceltmesi) demektir. Burada şu soru sorulabilir; tin, itkilerin bastırılması, yükseltilmesi, bu yaşamdan vazgeçme yoluyla mı ortaya çıkmaktadır yoksa tin onların yalnızca enerjisini mi almaktadır? Scheler’e göre tinin bir özü ve yasalılığı vardır ama o en başta hiçbir enerjiye sahip değildir. İtki merkezlerine yapılan her “hayır”, her engelleme, tinin varolmasını sağlayamaz, sadece tinin enerji kazanmasını ve kendisini gösterebilmesini sağlar. Tin, kişinin kendini kendisi üzerine yoğunlaştırmasından sonra ortaya çıkan bir şeydir. Böyle bir yoğunlaşmanın sonucunda ortaya çıkan “tin” başta tümüyle güçten ve aktiflikten yoksundur; güç kazanabilmek ve aktifleşebilmek için itkilerin bastırılmasına ve yükseltilmeye ihtiyaç duyar. Scheler, tinsel istemenin de ideler ve değerler tarafından yönlendirildiğini belirtmiştir. Tinsel isteme, itkisel yaşamın ideler ve değerleriyle çatışan tepkilerini engeller ve hazırda bekleyen itkilerin karşısına, tinin projelerinigerçekleştirecek idelere ve değerlere uygun tasarımları yem olarak koyar. Saf isteme, itki güçleriyle, önlerine ideleri ya da tasarımları koymadan savaşamaz. Amaç, tinin canlandırılması, yaşamın tine yükseltilmesidir. Tin, yükseltilme süreciyle güç kazanabilir, yaşam itkileri, ide ve anlam yapısına katılabilirler, tine ödünç güç verirler.

Tinsel isteme, daha yüksek bir değeri amaç edinmek yerine, yalnızca bir itkiyle savaşmaya, itkiyi yok etmeye kalkarsa istediği sonucun tam tersini elde eder; itkiler güçlenerek yollarına devam eder. Scheler, insanın kötü/yıkıcı itkilerle karşılaştığında sabretmesini tavsiye etmektedir. Bu tür itkilerle doğrudan savaşa girilemeyeceğini, ancak, enerjilerinin vicdanın iyi ve uygun bulduğu değerli işlerde kullanılabileceğini ve böylece de bu itkilerin dolaylı olarak yenilebileceklerini belirtir.

Sonuç olarak, insan yaşamın tüm varlık basamaklarını kendinde toplar ve “tüm doğa insanda varlığının en yoğun birliğini bulur”. Scheler’e göre varlığın amacı da “itilimsel olanın gittikçe ideleşmesi ve tinleşmesi, aynı zamanda tinin güç kazanması, yani canlanmasıdır” ve bu tüm olup bitenin amacı ve de sonudur. Scheler’in “İnsan nedir?”, “Bitki ve hayvanlarla ne türde bir ilişkisi vardır?”, “İnsanın kendine özgü metafizik yeri nedir?” sorularına dair yanıtlarını geliştirirken döneminin fizik bilgilerinden hareket ettiği unutulmaması gereken bir noktadır. Bilimden elde edilen yeni bilgilerle insana dair yeni tasarımların sunulması kaçınılmazdır.

Elif Ersoy
+ Son Yazılar