Arapça d-l-l( ضلل ) kökünden gelen “ḍalalet” ( ضلالة ), “yoldan çıkma, sapma; azma; bir şeyi yitirme, kaybetme; ölme, helak olma; toprak olma; unutma; hata yapma; evi, yurdu bilmeme, bulamama; batıl olma” anlamlarını taşır. “Dalalet” kelimesi Türkçeye “sapkınlık” olarak çevrilmiştir. Arapçada d-l-l fiilinden türeyen diğer kelimeler arasında, dalâl (doğru yoldan bilerek ya da bilmeyerek az ya da çok sapmak), idlâl (saptırmak; helak etmek), dâll (dalalete düşüren sapık), tadlil (dalalete erdirmek; azdırmak, ayartmak), mudallil (dalaleti terk etmeyen; aşırı derecede dalalette olan ve dalalete düşüren) sayılabilir (1, 2).
Sadreddin Konevi, dalalet halinin, “hiçbir cihete teveccüh edemeyip kalmak; şaşkınlık ile ne yapacağını bilememek” anlamlarına gelen bir “hayret” hali olduğunu ifade eder (3). Yani dalalette olan, yönünü ve kıblesini şaşırmış olan, hangi yöne döneceğini bilmeyen; şaşkın, şaşırmış olandır. Ahmet Avni Konuk da dalaletin “hayret” hali olduğunu ve hevasına, yani yalnızca nefsinin arzu ve isteklerine, ibadet eden ve onu ilah edinen kişinin, “hayrette, yani dalalette” olduğunu söyler (4).
Bir kavramı ele aldığımızda, onu zıddı ile birlikte ele alıp akıl sofrasına zıddıyla birlikte oturtmak, tefrik ve tetkik gücümüzü arttırır. Bu sebepten, “dalalet” kavramını anlamaya giden yolda “hidayet” kavramıyla da tanış olmanın faydası vardır. Dalalet, hidayet’in zıddıdır (2). Hidayet ( هِدَاية ) , “yol gösterme; kılavuz olma; tanrı yoluna yönelme veya yöneltme; ilham edip muvaffak kılma” anlamlarına gelir (2,5) ve “doğru yolu bulmak; yolu göstermek ve yola girmek” anlamlarını taşıyan Arapça “h-d-y” ( هدى ) mastarından türer (2). Arapça h-d-y kökünden türeyen diğer kelimeler arasında; hüda, hadi (hidayet edici), hediye, ihtida (doğru yolu bulma), mehdi (yol gösterilmiş olan) ve mühtedi (ihtida eden, hidayet bulan) sayılır (5). Görüldüğü üzere dalalet, “yoldan çıkma ve yoldan çıkarma”; hidayet ise “yola koyma ve yola sokma” fiilleri ile ilgili kavramlardır. Yoldan çıkarılan ya da yola koyulan şeyler, elbette ki aslen fiiller ve düşüncelerdir.
Konevi, dalalet halinin bir belirlenimsizlik hali olduğunu ve “belirsizlik” niteliği taşıdığını; hidayetin ise bir belirleniş olduğunu ve “taayyün” (meydana çıkmak, aşikâr olmak) niteliği taşıdığını söyler ve hidayetin belirleyici niteliği ile ilgili de şunları söyler: “Hidayet, ilmin hükümlerinden birisidir. Çünkü hidayetin özelliği, sadece düzgünü eğriden, doğruyu yanlıştan, zararlıyı faydalıdan, bir menfaat temini veya zararı ortadan kaldırmak için istenilen iki şeyden veya iki vesileden öncelikli ve acil olanı ayırt etmektir” (3). Hidayetin, ilmin bir hükmü olduğunu söyleyen Konevi’ye göre ilim bir “nurdur” ve “nurun özelliği ise keşf (ortaya çıkarmak)tır” (3). O halde hidayet, karanlıklardan aydınlıklara çıkarıcıdır. Aydınlığa çıkan şey ise belirlilik kazanır. Dolayısıyla, bir şeyi belirli kılan ilimdir, denilebilir. Belirli kılma, onun aslen ne olduğunu yani hakikatini ortaya koymadır. O halde hidayet yolu, ilim yoludur, hakikat yoludur; karmaşadan ve kargaşadan, düzen ve uyuma giden yoldur.
Ahmet Avni Konuk, hidayet ve dalaletin birbirlerine karşıt nitelikler olmalarına rağmen doğdukları kaynağın aynı olduğunu açıklayarak Mevlana’nın “Diken ve gül, toprak ve sudan yani çamurdandır. Dalal da ilimden kopar hidayet de. Nitekim acı ve tatlı, yağmurdandır” sözüne gönderme yapar. Kaynak aynıdır fakat farklı meyvalar verir. Dalalet, Allah’ın Mudill ismine bağlıdır ve onun hükümlerini yerine getirir; hidayet ise Allah’ın Hadi ismine bağlıdır ve onun hükümlerini yerine getirir. Mudill ve Hadi isimleri birbirlerine karşıt isimlerdir ve fakat aynı kaynaktan, Allah’tan doğarlar. Ahmet Avni Konuk, Mudill isminin en kamil şekliyle İblis’te göründüğünü söyler. İblis, dalalete, yani şaşkınlığa düşüren, ıdlal edendir. A. Avni Konuk, dalaletin kaynağında “şirk” olduğunu görür ve “bir vücudun yekdiğerine mugayir olarak iki görülmesi, şirk; ve şirk ise ayn-ı dalaldır” der ve “şirk”e sebep olanın da, kişinin kendi nefsinin ve çevresindeki şeylerin hakikatlerinden mahrum olması olduğunu söyler (4). İslami bilgelik geleneğinde de Hakk’ı setr eden kimselere “kâfir”; Hak’tan, Hak yoldan sapan kimselere ise şirke düşen yani “müşrik” denir.
Dalalet, “doğru yoldan sapma” olarak tanımlanır. Peki, bu doğru yol nedir? Hangi yol “doğru yol”dur? İslami bilgelik geleneğinde “doğru yol” için “sırat-ı müstakim” tabiri kullanılır. Sırat, “geniş yol”; müstakim, “doğru, düz”; sırat-ı müstakim ise “doğru yol, hakk yol” anlamlarına gelir. Konevi “sırat-ı müstakim” için öncelikli niteliğin, kıyam sözcüğünden gelen “istikamet” olduğunu söyler ve istikametin aslen “itidal” olduğunu belirtir. Ardından itidal noktasında sebat etmenin önemini vurgular. İtidal, aşırıya kaçmamak, dengeli, ölçülü olma durumudur. İnsanda pek çok huy vardır ve insan bazı huylara aşırı yüklenirken bazı huyları da aşırı baskılıyor, neticede yok sayıyor olabilir. Fakat istenen, insanın, tüm huylarını, aşırıya kaçmadan ya da yok saymadan dengeli bir halde tutabilmesidir. Konevi de, insanın birtakım sıfatlara, huylara, hallere, tabii ve ruhani niteliklere sahip olduğunu, her huyun bir ifrat ve tefrit tarafı olduğunu ve makbul olanın her bir huyun makul seviyesinde yani orta kararında sebat etmek olduğunu söyler. Konevi bu düşüncelerini şöyle açıklar: “Her makam, hal ve diğer şeylerde itidal, orta yoldur. İtidalden meyleden kişi, sapıtır. Bütünü veya çoğu yönüyle azlığa meyleden kimse, itidalden uzaklaşır.” Konevi’ye göre sırat-ı müstakimin diğer niteliği ise ilâhi yasalara uymaktır (3).
Sonuç itibariyle diyebiliriz ki, dalalet, evrensel ilkelerden ve dengeden sapmadır. Denge, her şey yerli yerinde olduğunda vuku bulabilen bir durumdur ki bu durum da adalet ilkesiyle sağlanabilir. Adalet ilkesi göz ardı edildiğinde denge bozulur ve zulüm meydana çıkar. Zulüm da karanlıktır. Karanlıktan kurtulabilmek ışık ile, yani nur ile mümkün olur. Nur ise ilimdir. O halde bizi karanlıklardan kurtaracak olan, bizi nefsimize ve onun isteklerine değil de evrensel ilkelere ve dengeye doğru kılavuzlayan, bize hidayet eden, ilim nurudur. Biopsikososyal bir varlık olan insanın her açıdan sağlıklı kalabilmesi için evrensel ilkeleri gözeten, dengeli bir hayat sürdürmesi zorunludur.
Kaynakça:
1) İçöz, A.; Arap Dilinde Hidayet-Dalalet, Salat ve Selam Kelimelerine Semantik Yaklaşım; Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yayınlanmamış Yüksek Lisans tezi, İstanbul, 2008.
2) Hafızoğlu, A.; Gazali’de Hidayet ve Dalalet Kavramları; Harran Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yayınlanmamış Yükseklisans tezi, Şanlıurfa, 2005.
3) Konevi, Sadreddin; Fatiha Suresi Tefsiri (çev. Ekrem Demirli); İz Yayıncılık, İstanbul, 2010
4) Konuk, Ahmet Avni; Muhyiddin İbnu’l Arabî Fususu’l Hikem Tercüme ve Şerhi 4; Marmara Üniversitesi İlahiyat Vakfı, İstanbul, 2011
5) Çağdaş Türkçenin Etimolojik Sözlüğü, http://www.nisanyansozluk.com/