Uyudum uyandım bir gölgelikti mekan
Boyasız oyuncaklar gibi geçen günler,
Bakışlarında ısınamadığım yamaçtan,
Taşır beni;
Çoban yıldızının gözleriyle
Kalem tutmayan ellerimin örtülü hünerine.
Zeus’un şimşekleriyle yeşeren dal
Anlatırdı öyküsünü,
Kınalı Kekliğin diliyle.
Bir Şakalak bu kadar mı bilge
Nasıl da taşır gökyüzünü.
Yeşil Başlı Ördek mi bu başak,
Salınır ikindinin kucağında,
Bir benden yana bir Ocak ortasına
Her yeşil kendi rüzgarında taranır,
Altın parmağıyla Güneşin.
Aslında bir kelebekte kanatlanır
Kozasındaki hayatımız,
Uçuşunda taşınır düşlerimiz.
Nereye dönsem, neyi terk etsem
Kalırım….yedi ile…sekiz arasında.
Hırçın ufuklarında saklanan sonsuzluk
Taşar yedi ile sekiz arasındaki ‘Bir’den
Çeker beni bir ermişin kelamıyla
Ebruli yeşilin köşküne
Firavun mumyası Lahtin’de
Angelo’nun Musası tahtında
Parmaklardan taşar aklın kıvrımları
Gezinirim fısıltıların melteminde
Gene de ışığını emer Piramit
Gölgesi oyuncak sayılır Pisagor’a
Böler üçgeni yürür karesinden
Yangınlar ortasında sözleri pişer.
Alevli bilgeliği gökyüzüne taşar
Döker elmanın kızılını ortaya
“İşte o zaman yanarım” der
Ateşimde ısınan bir yürek olmadıkça.