(TEMA: Bilgeliğin ne olduğunu ve bilgeliğe hangi yollardan ulaşılabileceğinin tartışıldığı diyalog Giritli Kleinias, Lakedaimonialı Megillos ve bir Atinalı arasında geçmektedir. Diyalogun kendine özgü yanlarından biri de konuşmacılar arasında Sokrates’in adının geçmemesi ve olayların da yine onun ağzından aktarılmamasıdır.)
Görmüş geçirmiş kimseler, insanoğlunun şenlik ve esenlik yüzü görmeyeceğini söylemekte ağız birliği etmiştir. Gerçekten, küçük bir azınlık bir yana konursa, insanların “Oh!” dediği gün yok gibidir. Ama bu, yalnız yeryüzündeki hayat için böyledir. Namusu ile yaşayan bir insan, erişmek istediği iyilikleri ölümünden sonra elde edebilir; güzel bir sona erebilir.
İnsanın nasıl bilge olacağının araştırılması, insanda bilge olma gücü bulunduğuna inanıldığını gösterir. Ama insan, sanatlara bilim denen şeyleri öğrenmeye koyulunca, bu gücünü yitirir. İnsan işleri ile ilgili bilgileri edinenlere eskiden bilge denmiş olsa bile, bugün denmediği görülmektedir. Hatta o bilgelerle uğraşanlar küçümsenmektedir. İşte bunun için, kendisine iyi adam denmesini isteyen kimse, bu tür bilgilerin üstüne düşmekten kaçınır; doğru yaşamak için gerekli olan aklı ve kuralları kazanmaya çalışır.
Şüphesiz, mimarlık, çiftçilik, marangozluk, dokumacılık ve benzeri sanatlar insan için yararlıdır. Ama bunların erdem bakımından bir değeri yoktur. Taklide dayanan zevk verici sanatlar da, ciddi düşünceye uygun düşen bir değişmezlik, tam bir değişmezliktir. Bu arada söylenmesi doğru olacak bir şey daha varsa, o da, en iyi danışmalardan sonra tanrılarca verilen kararlara uyulmasını, bu kararların uygulanmasını, üç alın yazısı tanrısının gözlediğidir.
Yıldızlar ve gökteki varlıklar, önce verilmiş bir karara uydukları için, hep aynı hareketi yaparlar. Bir şöyle bir böyle hareket edip verilen kararı bozmaz, yollarından şaşmazlar. Bazı akılsızlar, hep aynı şekilde hareket ettiklerine bakarak, bunların ruhsuz olduğunu sanmış; çoğunluk da onlara uymuştur. Oysa insan, daha iyi, daha güzel ve tanrıların daha çok beğeneceği bir görüşe varabilir. Akıllı olan varlığın hep aynı ilkelere uyan, hep aynı şekilde, aynı nedenlerle hareket eden varlık olduğunu ve gök cisimlerinin, doğuşları ile, hareketleri ile canlılar için gerekli olan şeyleri sağladıklarını anlayabilir.
Gök cisimleri çok büyük olduğu gibi, güneş de dünyadan çok büyüktür. Bir tabiat gücünün bu büyük kütleleri nasıl döndürdüğü, insanı şaşırtmamalıdır. Çünkü bu düzenin yaratıcısı Tanrı’dır. Bir cisme can vermenin, ona en iyi gördüğü hareketleri yaptırmanın Tanrı için bir güçlüğü yoktur.
Kendilerine bağlı veya kendilerinde yaşayan bir ruh olmasa, yıldızlarla onlardan oluşan kütleler, yıllar yılı bu kadar doğrulukla hareket edemezler; bizim için bütün nimetlerin kaynağı olamazlar.
Düşünülecek olursa, şu ikisinden biri kabul edilecektir:
• Ya bunlar övülmesi doğru olacak tanrılardır,
• Veya tanrıların elinden çıkmış heykellerdir.
Onlar, bütün tanrı heykellerinden üstün görülmeli değil midir? İnsan elinden çıkmış böyle bir heykel görülmüş şey midir?
Bu sözü edilen ve biri ateşten yoğurulduğu için ölümsüz, öteki topraktan yoğurulduğu için ölümlü olan iki tür hayvandan başka; bir de ruhun, esirden, havadan ve sudan yoğuruldukları vardır. Ruh, bütün bu hayvanları meydana getirmiş, onlarla gökyüzünü doldurmuş, hepsine can vermiştir. Esirden ve havadan oluşan canlı varlıklar, yanımızda oldukları halde, bize görünmezler. Onlar çabuk öğrenir, öğrendiklerini unutmazlar; olağanüstü bir zekâdan pay almışlardır; bütün düşüncelerimizi okurlar; iyilere yakınlık duyar, kötülerden nefret ederler; acıdan pay almamışlardır. Tanrılık kaderine tam eren Tanrı, hem acıdan hem zevkten uzaktır; buna karşı, zekâdan, her şeyin bilgisinden pay almıştır. İşte gök, böyle canlı varlıklarla doludur. Bu varlıklar, birbirlerine ve en yüce tanrılara, insanlar arasında ve dünyada olan şeyleri haber verirler. Sudan yaratılmış olan tür ise, bazen gizlenir, bazen de bulanık halde görünür.
İyi bir Daimon’dan esinlenen kimse, önce göklere hayranlıkla bakar; sonra bir ölümlünün öğrenebileceği her şeyi öğrenmek arzusunu duyar. Böylece, çok iyi, çok mutlu yaşayacağına, ölümden sonra da erdem için yaratılmış olan yere gideceğine inanır. Doğru ve gerçek bir erkinliğe ulaştığı zaman, kendi başına tek akılla da birleşerek, kalan günlerini gördüğü güzel şeyleri seyretmekte geçirir.
Bilge kişiler, tanrıların varlıkları, özleri, geldikleri yerler ve gördükleri işler üzerinde eskilerin öne sürdüğü görüşleri doğru bulmadıkları gibi, suyun ve öteki öğelerin ruhtan önceliğini de, vücudu ruhun hareket ettirmediğini de kabul etmezler.
Ruhun hem kendisini hem vücudu hareket ettirdiği görüşü benimsediği zaman, artık ruhun herhangi bir yükü istediği yöne götüreceğinden şüphe edilmeyecektir. Öte yandan, her şeyin bir nedeni olduğuna ve iyi şeylerin nedeni ancak iyi şeyler, kötü şeylerin nedeni de kötü şeyler olacağına göre, iyiye yönelme, iyi olanı yapma, iyi bir ruhun işi sayılacak; bunun karşıtı da, ancak kötü bir ruhtan beslenecektir. İyiliğin kendisinin ise, ona benzemeyen, onun gibi olmayan şeyden daha üstün olacağı düşünülecektir. Buradan da, iyi olan insanın, aynı zamanda bilge olacağı sonucuna varılacaktır.
Tanrıların yeterince tanınmaması, gereğince sayılmaması en büyük bilgisizliktir. Erdemde dinlilikten daha önemli bir şey olabileceğini sanmak, büyük yanılgıya düşmektir. Dinlilik en iyi yaradılıştaki insanlarda görülmüyorsa, nedeni bilgisizlik, hem de en kaba bilgisizliktir. Bu yaradılışta olan insanlar, çok güç yetişir. Ama yetişince çok yararlı olurlar. Gerekli olgunluğa ulaştıkları zaman, yurttaşlarının çoğunu, hatta en kötülerini bile, doğru yolda tutabilirler. Hep yerinde ve zamanında düşünür, hareket eder ve konuşurlar. Kurban törenlerinde, tanrılarla ilgili temizlenmelerde, göz boyacılık etmezler; erdemi gerçekten överler. Bu ise, her devlet için en önemli şeydir.
Yaradılışları bakımından yetenekli olanlar, bir ustadan ders almak şartıyla, en iyi ve en güzel dersleri öğrenebilirler. Fakat bir tanrının kılavuzluğu olmadan hiçbir hoca bir şey öğretemez. En iyi yaradılışta olanların neler bileceğine, tanrılara saygı göstermeyi nasıl öğreneceğine gelince, bu bilimin adı astronomidir. Ama astronomi denince, yalnız gök cisimlerini gözlemek, doğuşları ile batışlarını izlemek düşünülmemelidir. Gerçek astronomi bilgini, gezegenlerin dönüşleri ile yörüngelerini, üstün yeteneği olmayan kimselerin güçlükle gözleyebileceği birer daire çizen gezegenleri incelemiş olan kimsedir.
Gök cisimlerinin hareketlerine akıl erdirmek kolay değildir. İnsanın bu işe çocuk yaştan hazırlanması, bilim edinmesi gerekir. En önemli bilim de sayılar bilimidir. Yalnız bundan soyut sayılar değil, bütün tekler ve çiftler soyu ile, bunların gerçeğin özü üzerindeki etkileri anlaşılmalıdır. Sayılar biliminden sonraki bilim ise geometridir. Gerçekte geometri, sayıları yüzeylerle oranlayarak, özleri bakımından bir arada ölçülemeyen sayıları, bir arada ölçülebilir hale koymak hünerinden başka bir şey değildir. Bundan sonra da, özleri benzemeyen sayıların karşılaştırılması gelir ki, bu işle uğraşanlar, ona uzay geometri adını verir.
Üzerinde düşünülür ve yakından bakılırsa, en şaşılacak şey, en tanrılık olan şey, kudretle karşıtının hep çift olarak gitmesi; tabiatın da, her benzeyişe uygun olarak, türü ve cinsi, örneğine göre yaratmasıdır.
Tanrının görmemize, kavramamıza izin verdiği tanrılık soyu, en güzel ve en tanrılık şeyi kavrayabilmek için, saydığımız bilgileri edinmek bir zorunluluktur. Tartışmalarda, sorular sorarak ve iyi söylenmemiş sözleri çürüterek, her şeyi kendi türüne sokmak gerektiği unutulmamalıdır. Bundan başka, gökte olup biten şeyleri zamanın ne büyük bir incelikle düzenlediği, gözden kaçırılmamalıdır. Ancak bu sayedir ki, ruhun vücuttan daha eski ve tanrılık olduğu, her yerin tanrılarla dolu olduğu, bu en iyi varlıkların unutkanlık gösterip bizi kendi halimize bırakmadıkları görüşü kesinlik kazanır.
Her şekilde, her sayı sisteminde, her ahenk birliğinde, yıldızların dönüşlerindeki her uygunlukta sağlam bilgi edinmek isteniyorsa, bütün bunların birliğini ortaya çıkarmak gerekir. İyi düşünülecek olursa, bunların hepsini birleştiren bir tabiat bağı olduğu görülecektir. Bu bilgi olmadıkça, devlette, mutlu bir kişiye bile rastlanamaz. Öte yandan, bu bilgiyi edinen insandan daha bilgili bir kimse olmaz.
Bu mutlu bilgiyi öğrenmiş olanlar, tanrılık ve ölçülü kimseler oldukları, aynı zamanda başka erdemlerden de pay almış bulundukları için, tanrı vergisi başka şeyleri de elde edebilirler. Böyle insanlara en yüksek işler verilebilir. Ötekiler, tanrıları ve tanrıçaları överek bunların ardından gitmelidir.
* Epinomis diyalogu, Platon’a ait olup olmadığı konusunda tartışmada bulunulan diyaloglardandır. Antikçağda yaşamış kimi yazarlar diyalogun Opuslu Philippos’a ait olduğunu ifade ederken, bugünkü genel görüş çeşitli kuşkular olmakla beraber Epinomis’in geç dönem Platon diyaloglarından biri olduğu yönündedir.
Kaynakça:
1- Eflatun, Epinomis, çev. Adnan Cemgil, MEB yy.1943
2- Platon, Minos-Epinomis, çev. Furkan Akderin, Say Yay., 2013