Ahi Birliklerinde Yargı-Ceza Şekilleri
Ahi birliklerinde kurallara uymayan birlik üyelerine yaptırımı çok ağır cezalar uygulanırdı. Bu cezalar para ve özgürlüğü kısıtlayıcı cezalar olmanın yanında ondan çok daha etkili ve daha caydırıcı olan birlikten aykırılanma cezalarıydı. Bu ceza; kalitesi bozuk mal üreten, tüketiciyi aldatan, yüksek fiyatla mal satan esnaf veya sanatkâra verilirdi.
Ahiliğin en önemli kuralı olan kaliteli ve ucuz maliyetli mal üretmeye dayalı bir sistemi bozma girişiminde bulunmak, Ahi birliğinin en önemli kuralını çiğnemekti. Bunun anlamı kendisine sanatın sırlarını öğreten üstadını, daha çıraklık döneminden gelen yol kardeşini, o tarihe kadar bilinen bütün sanat pirlerini inkâr etmekti.
Böyle bir kuralı çiğnemek, başta işyerindeki yol kardeşlerine, kendisine ahlak ve adap öğreten hocalarına yapılmış büyük bir hakaret sayılırdı. Öte yandan kendisine Ahiliğin ahlak ve kurallarını öğreten ustalar ve birlik üyeleri, böyle birini yetiştirdiklerinde kendilerini kusurlu görürlerdi. Nasıl olur da ustalığa kadar terfi ettirdikleri bu şahsın karakterini anlamadan işyeri açmasına izin verirlerdi. Çıraklıktan işyeri açmaya kadar devamlı kontrol altında tutulan, işyeri açtıktan sonra da birlikçe denetlenen üyeler zaten tüketiciyi aldatacak bir girişimde bulunamazdı. Üstelik esnaf, bozuk malı sağlam diye satmadığı gibi imal ettiği malın kusurlarını söylemeli, sattığı malı çok fazla övmemeliydi. Kusurlu malı da çok ucuza vermeliydi. Bu kadar sıkı kontrol mekanizmalarının işlemesine, ‘otokontrol’e rağmen, çok nadir de olsa tüketiciyi aldatan, en önemli ‘Ahilik Kuralı’ olan kaliteli üretimi hiçe sayarak, bozuk mal üreten esnafa en ağır ceza olan birlikten aykırılanma cezası verilirdi.
Bu ceza verilmeden önce birlikten iki üye, işyeri sahibi ve müşterisini dinler, satılan malın kalitesini ve kullanılan hammaddesinin niteliğini, ürünün daha önce belirlenen standartlara uyup uymadığını kontrol ederdi. Eğer ürün verilen standartlara uymuyorsa, kalitesiz ve bozuk, üstelik yüksek fiyatla satıldığı tespit edildiyse, durum birliğin yiğitbaşısına bildirilirdi. Böyle bir tespitten sonra işyerine ilk defa gelen ve arabuluculuk görevi yapan iki yönetim kurulu üyesinin yapabileceği hiçbir şey yoktur.
Yiğitbaşı ceza verilecek esnafın işyerine gider, diğer esnafın ve halkın gözü önünde dükkanı kilitler ve dükkan sahibinin sağ ayağındaki pabucu çıkartıp işyerinin damına atardı. Böylece bu şahsın Ahilik kurallarına aykırı davrandığı ve “yolsuzluk” yaptığı ilân edilirdi. Bu uygulama, Ahilikte, “papucu dama atma” geleneği olarak bilinmektedir.
Bozuk ve kalitesiz malı satın alan tüketiciye, isteğine bağlı olarak ya malın bedeli geri ödenir ya da aldığı mal değiştirilirdi. Pabucu dama atılan esnafın birlikle ilişkisi kesilirdi. Esnafın bu yolsuzluğu, aynı meslek kolunda çalışan, ülkedeki diğer meslektaşlarına ve sanat birliklerine de bildirilirdi. Artık pabucu dama atılan kişinin aynı işi yapabilme şansı ülke içerisinde olanaksız olduğundan, eşi dostu ve arkadaşları arasında da itibarı kalmazdı. Böyle bir ceza sanatkâr için ölümden de beterdi. Kapanan işyerinde çalışanlar bu yolsuzluk suçuna katılımları oranında suçlu sayılırdı. Birlik tarafından iyi halleri tespit edilinceye kadar affedilmez, hiçbir işyerinde çalıştırılmazlardı.
Diğer suçlardan örnekler: Çörek, ekmeğin yarısı kadar olmalı; yapımında içine yeterince saf yağ konmalıdır, aksi halde gramına bir akçe ceza alınmalıdır. Fırıncının eleği sık, ekmekleri kepeksiz olmalıdır, aksi halde ceza verilmelidir. Kasaplar koyunu keçiden, erkeği dişiden ayırt edebilecek kimseler olmalıdır. Semiz hayvan dururken zayıfını kesmemelidir. Müşteriler arasında adil davranmalı, küçük büyük farkı gözetmeden herkese istediği şekilde et vermelidir. Malı tespit edilen fiyattan pahalı satmamalıdır.
Ahiliğe Benzetilen Dernek ve Kuruluşlar
Doğuda ve batıda, türlü amaçlarla kurulmuş gizli açık birçok dernek vardır. Bu derneklerin bir kısmı uluslararası niteliktedir. Derneklerin her birine, belli koşulların benimsenmesiyle girilir. Buralara giren üyelerin dernek basamaklarındaki yerleri de yeni girenler, yetişkinler, deneyimliler vb. gibi girişte, eskilik ve eğitme ile derecelenir. İstenen niteliği taşımayan, derneğin amaçlarını benimseyemeyecek, yerine getiremeyecek kişiler ve üye olmayanlar alınmaz. İşte bunların çoğunun gizli dernekler sayılmalarının nedeni de, her canı isteyenin bunların içine dalamamış olmasından dolayıdır.
Bu derneklerin büyük bir çoğunluğu, tasavvufi ya da ideolojik, yani fikri ve felsefi görüş ve anlayış birliğindeki kişilerin kurduğu derneklerdir. Ahiliğin de bir terbiyevi, ahlaki görüşü vardır, ama buraya üye olmanın ilk koşulu esnaf, sanatkâr ya da bir meslek sahibi olmaktır.
Buna rağmen her nedense bazı kişiler, ahiliğin kuruluşunda, kökeninde bu derneklerden bazılarının etkisi olduğu iddiasında bulunmuşlardır. Bunlar; 1-İhvanü’s-Safa, 2-Batınîlik, 3-Karmatilik, 4-Haşişilik, 5-Melamilik, 6- Masonluk, 7-Avrupa’nın eski esnaf kurumları yani korporasyonlardır.
Ahiliğin Uyarlanması
Ahilik anlayışını meydana getiren bu kuralların uygulanışı, Anadolu Selçuklu Devleti’nin büyümesini ve halkın refaha kavuşmasını sağlamıştır. Nitekim Selçuklu Devleti zamanında devletin desteklediği Ahi birlikleri, aynı zamanda sanatkârların da korunmasını sağlamış, kaliteli üretim sayesinde dış ticaret canlanmış ve ülke zenginleşmiştir. Selçuklu Devleti zamanında yapılan ve günümüze kadar gelen kervansaraylar (ticaret odaları), köprüler, hamamlar, Ahi konuk evleri ve değişik alanlardaki sanat eserleri, o dönemdeki gelişmenin önemli göstergeleridir.
Anadolu Selçuklu Devleti ve Beylikler döneminin en hatırlı kişileri olan Ahi Liderleri, bulundukları şehirlerin korunmasında devlete yardımcı olmuşlardır. İçeriden ve dışarıdan gelen tehditlere karşı şehirlerini tahrip edilmekten kurtarmışlar, böylece ülke menfaatini korumuşlardır. Ülke içerisinde huzursuzluk yaratan mezhep kavgalarında uzlaştırıcı rol oynayarak birliğin korunmasını sağlamışlardır.
Selçuklu Devleti’nin çöküş sebepleri ve Osmanlı Devleti’nin kuruluşu önceki bilgiler ışığında değerlendirilmelidir. Ahiler, Anadolu birliğinin tekrar kurulması ve parçalanan Selçuklu Devleti’nin topraklarının yeni kurulan devlete katılmasıyla, Anadolu’da milli birliğin tesisinde önemli hizmetler yapmışlardır. Bu durum birçok tarihçinin gözünden kaçmıştır. Türkiye Cumhuriyeti Devleti de dağılmakta ve parçalanmakta olan Osmanlı Devleti’nin topraklarında, Ahiliğin ‘milli birlik şuuru’nun şahlanışı ile tekrar canlanmış, dağılmakta olan birlik kurtarılmıştır. Tarihin tekerrür ettiğini, bu gerçekle bir kere daha anlamış bulunuyoruz. Bu kez öncüler Ahi Evran ve arkadaşları değil, Mustafa Kemal Atatürk ve arkadaşlarıdır.
Ahilerin desteği sayesinde Osmanlı Devleti kısa zamanda büyüyerek dünyanın sayılı devletlerinden biri haline gelmiştir. Günümüzde bazı ilim adamları, Osmanlının küçük bir aşiretten böylesine büyük bir dünya devletine yükselmesinin nedenlerini tam tesbit edemediklerini söylemektedirler. Bizce sır ‘Ahilik’te, Ahilik kurallarının uygulanmasında saklıdır.
Ertuğrul Gazi, Osman Gazi, Murat Gazi ahidirler; “ahilik beratı” sahibidirler. Fatih dönemine kadar vezir, vezir-i azâm, ordu komutanları, kadılar ve önemli devlet adamları ahi kökeninden gelmekteydiler. Bunlar ahi teşkilatında eğitimlerini tamamlamışlar, yetenekleri ile devlet idaresine seçilerek kendilerine öğretilen ahlak, adalet, hoşgörü, kahramanlık (liderlik) gibi değerleri korumuşlar ve halka hizmet ederken de bu insani değerleri uygulamışlar, topluma karşı hata yapma korkusunu taşımışlardır.
Ahiler, Selçuklu zamanında da, Osmanlının kuruluş zamanında da resmi görev almamışlar, güçlerini siyasi ve resmi çıkar uğruna kullanmamışlardır. Olağanüstü zamanlarda bile ülke çıkarlarına uymuşlar, siyasi tercihleri dışında yalnızca devlete yardımcı olmuşlar, devlete yol göstermişlerdir. Yabancı saldırılara karşı şehri koruma, seferberlik halinde devlet emrine askeri güç verme, devlet otoritesinin ve gücünün kalmadığı veya zayıfladığı durumlarda asayişi temin etme görevlerini yerine getirmişler ve devlet otoritesinin kurulması ile de görevi tekrar devlete iade etmişlerdir. Ahilerin bu yönü, geleceğin sivil toplum kuruluşlarına verilecek güzel bir örnektir. Her kuruluş ve kurum, içinden çıktığı toplumun zorunlu kıldığı nedenlerle ortaya çıkar ve o nedenlerin gereklerine göre değişip gelişir, bir biçimden başka bir biçime girer.
Ahilik, orta çağlarda Anadolu’nun sosyal yaşantısının düzenlenmesinde büyük rol oynamıştır. 13. yüzyılın ortalarından başlayarak Türk gençlerini aylak kalmaktan ve türlü yabancılaşma etkilerinden kurtarmak, aynı zamanda o zamanlar devletin çok gereksindiği askeri güce katkıda bulunmak için organize edilmiş olan ahi kuruluşu çok yönlü sosyal yapıya sahiptir.
İlk olarak, belli süre bir kademede kalıp (her kademe için 1000 gün gereklidir) pişirilen yamak-çırak-kalfa-usta hiyerarşisini kurarak, bu kademelerdekileri ve baba-evlat ilişkisi gibi candan bağlarla bağlayarak sanatı sağlam ahlaki ve mesleki temellere oturtmuştur.
İkincisi, esnaf ve sanatkârlıkta önemli bir sorun olan üretici-tüketici çıkarlarını ve ilişkilerini, bu kişiler birbirleriyle bir sürtüşmeye düşmeyecek biçimde ayarlamıştır.
Üçüncüsü, şehirlerden köylere, ülkenin en ücra köşelerine, dağ başlarına kadar yayılan bir zaviye, yani toplantı ve konuk evleri örgütü kurulmuştur ki, Orta Asya’dan Anadolu’nun en uzak köşelerine dek yüzyıllar boyu süren Türk Göçü ile gelenlere, her türlü konuğa sıkıntılı günlerinde kucak açan bu konuk evlerinin, yolların güvensiz, taşıma araçlarının ilkel, han ve başka konaklama yerlerinin nadir bulunduğu bir devirde ne büyük bir sosyal görev yaptıklarını söylemeye gerek yoktur.
Ahiliğin Üyelerine Kazandırdığı Üstün Nitelik ve İyi Huylar
Bilindiği gibi, 19. yüzyılın ilk yarısına dek bütün İslam ülkelerinde yurttaşların eğitimi, sağlığı, sosyal ve ekonomik durumu ile ilgilenmek devletin görevleri dışındaydı. Devlet kendini sadece sınırlarının korunması ve iç güvenliğin sağlanması konusunda görevli ve yükümlü sayıyordu. İç güvenlik bile çoğu kez türlü nedenlerle her zaman yeterince sağlanamazdı. Sonraları bu boşlukları da doldurmaya çalışan Ahilik Anadolu’da çok yönlü ve çok amaçlı bir kurum olarak gelişti, yayıldı.
Haber alma, konaklama ve taşıt araçlarının ilkel ve yetersiz olduğu, can ve mal güvenliğinin pek bulunmadığı o çağlarda, başka yerlerden gelenlerin konaklanıp ağırlanması çok önemliydi. Bir yere gitmek için taşıt, ayrıca han, lokanta bulmak büyük şehirlerde bile çok zordu.
Öte yandan ahi örgütü üyesinin sanatında, mesleğinde eğitilmesi gerekliydi. Belgeler, Anadolu’da ilk sanat kurumunun debbağlık ve deri isçiliği alanında geliştiğini ve bunu başlatan kişinin yani sanat pirinin de Ahi Evran Nasruddin Mahmut (1172?-1262?) olduğunu bildiriyor. Gerçekten deri isçiliği at eyeri, kolan, kayış, ayakkabı, her türlü sıvı ve kuru eşya konan tulumlar, torbalar, kovalar yapımı için önemliydi.
Ahi sanat kollarının sayısı kısa sürede otuz ikiyi, daha sonraları ise yüzleri buldu. Birçok meslek kolu da gitgide bu kurumun çalışma alanına sokuldu.
Ahilerin, meslek ve sanat alanlarında çırak-kalfa-usta hiyerarşisi bulunduğu gibi, ahi zaviyelerindeki üyelerin bilgi ve kültür düzeylerinin yükselmesi için de yedi ya da dokuz basamaklı bir hiyerarşileri vardı. Burada en yüce makam “Ahi Baba”lıktı. Ahi zaviyelerinde zaman zaman toplanan esnaf ve sanatkârlar, toplum kuralları, yurttaşlık görevi, askerlik görevi ve genel bilgiler yönünden eğitilirlerdi.
Ahi babanın başkanlığında haftanın belli günlerinde yetiştirici eserler okunurdu. Ayrıca üyelere toplu yaşam kurallarından 740’ı, en aşağıdaki üyelere 124’ü öğretilirdi.
Üçü kapalı üçü açık diye nitelenen altı iyi ahlak ve insanlık kuralı benimsetilirdi.
Bunlardan kapalı olan üçü:
1. Eline (dikkat et) hırsızlık, zorbalık ve kötülük etmemek için.
2. Diline (dikkat et) yalan, koğuculuk, dedikodu, küfür ve hakaret yapmamak için.
3. Beline (dikkat et) başkalarının namusuna, onuruna dokunmamak için.
Açık olan öteki üçü:
1. Eli açık olacak, düşkünlere yardım için.
2. Kapısı açık olacak, konuk ya da bir şey istemeye gelenler için.
3. Sofrası açık olacak, yoksullara, muhtaçlara yemek yedirmek için.
Ahiler kız çocuklarına da şu öğüdü verirler ve üç ilkeyi benimsetirlerdi: 1. İşine dikkatli ol. 2. Aşına dikkatli ol. 3- Eşine dikkatli ol. Yani ailenin, evinin işini ihmal etme. İyi yemek pişir, idareli ol ve kocana sahip olmayı bil.
Ahi örgütünde kadınlar üye olamazlardı. O zaman Anadolu kadını kendisi ayrı bir örgüt Baciyan-ı Rum, yani ‘Anadolu Bacıları Örgütü’nü kurdular. Bu kadın örgütü, savaş sırasında erkeklerle omuz omuza çarpıştı, ki bu eski tarihimizin “Ahiyan-ı Rum”, “Baciyan-ı Rum”, “Abdal-ı Rum”, Gaziyan-ı Rum” diye savaşlarda başarıları dillere destan olmuş dört savaşçı sınıftan biriydi. Ahilere bu zaviyelerde yabandan gelmiş ya da yaşlı saygın konuklara nasıl hizmet edileceği öğretilirdi: yemekten önce ve sonra ellerin yıkanması için leğen, ibrik, havlu getirmek, su vermek, yemek pişirmek, ortalığı süpürmek, ocak, mum, kandil yakmak gibi…
Ahiler konuk ağırlama işinde son derece özenli ve cömert idiler. Ahi kuruluşunun bulunduğu yere bir yabancı geldiğinde, gündüz esnaftan para toplanır, bunlarla gerekli yiyecek ve meyve alınır, zaviyede görevli ahiler tarafından pişirilir, hep birlikte yenirdi. Anadolu’da birçok şehir ve kasabayı gezen ‘Tancalı gezgin İbn-i Battuta’, kendisi için böyle bir ziyafet verildiğinde bu para toplama işini görmüş, ahilerin her gün kazandıkları parayı ahi babaya getirip teslim ettiklerini sanmış. Oysa ki bu para toplama işi sadece konuk geldiğinde olurdu; birlikte yenecek malzeme için para toplanır, ahi babaya verilmezdi. Herkes kazancını evine götürürdü.
Ahilerde gençlere ata binmek, sürek avına çıkmak, ok atmak, silah kullanmak öğretilirdi. Ahilikte ana kural, bir sanat ya da meslek sahibi olmaktı.
Büyük Türk ekonomisti, sanat ustası Nasruddin Ahi Evran ahlak, konukseverlik, yardımseverlik ve sanatın uyumlu bir bileşimi olan ahiliği örgütleyerek, onu o denli saygın bir duruma getirmiştir ki, o zamanki ya da daha sonraki yöneticiler bu kuruma üye olmayı onur saymışlardır. Ahi Örgütü resmi devlet örgütü veya kurumu değildir. Şimdiki içeriği ile tam bir sivil toplum örgütüdür.
Burada, Anadolu Türkünün sanat ve meslek yaşamında Ahi Evran’ın yaptığı eşsiz hizmetleri sıralarken, Selçuklu sarayı resmi dilinin ve edebiyatının Farsça olduğu bir devirde, Türk halkı arasına girerek kadınlı erkekli toplantılarla Türk dilinin, müziğinin, şiirinin, gelenek ve göreneklerinin korunmasında, gelişmesinde büyük emeği geçmiş bulunan Türk bilim ve düşün adamı Hace Bektaş Veli’yi de saygı ile anmak isterim.
Ahi kurumunun ahlak kuralları fütüvvetnamelerde yer almıştır. Fütüvvetnameler, sonradan türlü kuruluşlar, mezhep ve tarikatlarca benimsenmiş ve bunlardan herbiri bu kuralları kendi ilkeleri doğrultusunda değişikliklere uğratmışlardır. Ahlaki, insani bilgileri, eğitimi ahi zaviyelerinde alan ahinin kesin olarak bir mesleği veya sanatı olacaktır; yani ahiliğe ancak esnaf ve sanatkârlar katılabilirlerdi. Zaten ahiliğin, tekke ve türbelerde kümelenerek, halka el açarak, kutsal duyguların sömürücülüğü yoluyla halkın sırtından geçinen tarikatlardan farkı buradadır. Ahilik, Anadolu Türküne alınteri ile geçinme, başı dik, kendine güvençli ve minnetsiz yaşama yeteneği kazandırmış, bu ruhu aşılamıştır.
Atelyede, tezgâhta sanat eğitimi, zaviyelerde kültür ve genel bilgi almak suretiyle çift eğitim gören Türk esnaf ve sanatkârları, hem aralarında güçlü bir dayanışma ve yardımlaşma kurmuş, hem de diğer ulusların sanatkârları ile yarışabilecek bir sanat yeteneğine kavuşmuş oluyordu.
Her grup sanatkâr için ayrı olmak üzere bedestan, arasta ya da uzun çarşı denen, kalın duvarlarla çevrili görkemli yapılar içindeki yanyana dizilmiş dükkanlarda sanat ya da mesleklerini güven içinde sürdürüyorlardı. Aralarında kurdukları güçlü bir otokontrolle de standart, sağlam ve ucuz mal satarak, her dinden ve milletten kişilerle güven içinde ticaret yapıyorlardı.
Ahi zaviyelerinin akşam sohbet toplantılarına her daldan bilginler, hatipler, öğretmenler katılırdı. Bu zaviyeler aynı zamanda her tür yeteneklerin, becerilerin gelişmesini sağlayan birer akademi gibiydiler.
Bir şehir ya da kasabada herhangi bir nedenle otorite boşluğu çıksa, ahiler hemen yönetimi ele alırlar, işlerin sarsıntısız yürütülmesini sağlarlardı. Onlar iyi bir eğitimden geçtiklerinden, her tür yönetimde ve halk ilişkilerinde yetenekliydiler.
Ahiliğin Anadolu Köylerindeki Uzantısı ‘Yaran Odaları’:
Ahi örgütü yalnız şehir ve kasabalardaki esnaf ve sanatkârları eğitip yetiştirmekle kalmamıştır. Daha geniş bir alana, köylere dek yayılmıştır. Anadolu köylerinin pek çoğunda 40-50 yıl öncesine dek “yaran odası”, “köy odası” ve “misafir odası” vardı. Konuk odaları, hali vakti yerinde olan ailelerce bakılırdı. Köye nereden ve kim gelirse gelsin buralarda ağırlanır, parasız yedirilir yatırılır, hayvanı için yem verilir, kışın ocağı ya da sobası yakılırdı.
Yolların, ulaşım ve haber alma araçlarının, konaklama yerlerinin yetersiz olduğu o zamanlarda, işleri ve meslekleri gereği bir yerden başka yere gitmek zorunda olanlar için bu odaların değeri ve önemi son derece büyüktü. Bu odalara gelen konuklar, aynı zamanda gezdiği ve gördüğü yerler hakkında haber ve bilgi veren kaynak görevi de yapıyorlardı.
Yaran odalarının nitelikleri ve işlevleri başkaydı; bunlar da bir ölçüde ahi zaviyeleri gibi yardım edici ve eğitici rol oynarlardı. Yaran odalarının işleyişleri ve görevleri şöyleydi: Köyde sonbaharda ekinler ekilip, tarlalar nadas edildikten, yakacak, yiyecek, giyecek hazırlıkları bittikten sonra, ahırdaki hayvanlara bakmaktan başka yapacak iş kalmaz, köyler yarı yarıya kış uykusuna dalmış duruma girerdi. İşte köylerdeki bu yaran odaları bundan sonra açılıp çalışmaya başlardı.
Köyün 20-30, 30-40, 40 ve daha yukarı yaşlardaki erkekleri, sonbahar mevsimi gelince gruplaşarak, odalar halkının kimlerden oluşacağını saptamaya başlarlardı. Önce bir “yaran başı” bulunmaya çalışılırdı. Bu iş seçimle olurdu. Eski yaran başından memnunlarsa değişim yapılmazdı. Yaran başı, yeniden aralarına katılacak kişileri saptardı. Bu konuda kimse zorlanmazdı. Zaten hiçbir odaya katılmayıp evlerinde oturanlar yok denecek kadar azdı. Katılmayanlar yaranların düğünlerde, ekim ve harman zamanlarında yapacakları yardımlardan yararlanamayacaklarından, hemen hemen kimse buralara katılmamazlık edemezdi (aykırılanmak). Köylerdeki yaran başı, ahi zaviyelerindeki ahi babalar gibiydi ve yaranların yaşlıcası herkesçe sevilip sayılandı.
Odaları faaliyete geçirmek için kararlaştırılan bir günde odada toplanılır ve aralarından bir de “oda başı” seçilirdi, bu “yaran başı”nın yardımcısı gibiydi ve aşağı yukarı ahilerde “nakip” karşılığıydı. Oda başı odanın genel işleri, temizliği, oda gereksinimlerini “keşik”le yerine getirme gibi işlerden sorumluydu. Yaran başı, odanın güvenliğinin terbiye ve saygı kuralları içinde yürütülmesinden sorumluydu.
Genç yaranların odaları tek katlı olup, 40-50 kişi alacak ve ortasında ulusal oyunlar oynanabilecek genişlikteydi. Yaşlılar ise konuk odalarında toplanırlardı, köyün genel konuları, dini kitaplar, öyküler okunur, yaran odalarının gençlere ait olanlarında halledilemeyen anlaşmazlıklar bu yaşlılar odasında halledilirdi. Yaranlar kendilerine “efrad” derlerdi. “Yaran başı” ve “oda başı”ndan başka herkes her gün sırayla yaran odasının bütün gereksinimlerini sağlamak zorundaydı. Onlar bu işe “keşik” derlerdi.
Odanın düzeni ve onuru, oda dışında gündüzleri ve yaz aylarında oda faaliyetleri tatil edilmişken de korunur, aralarındaki dayanışma sürdürülürdü. Oda halkının kendi aralarındaki ya da öteki odalarla olan her konudaki anlaşmazlıkları, “yaran başı” ile “oda başı” tarafından, onlar yapamazsa yaşlıların odasında kurulan ‘köy mahkemesi’nde halledilirdi. Birçok türden pek çok dava, mahkemelere gitmeden bu odalardaki ‘kurullar’ca çözümlenirdi.
Zorunlu bir neden olmadan odaya gelmemek olmazdı. Yaranların ‘Hıdrellez’de (6 Mayıs) bir tek gün, harman sonunda bir hafta olmak üzere topluca yatılı dinlenme ve eğlenme zamanları vardı.
Yaranların köydeki sosyal yardım faaliyetleri çok ilgi çekicidir. Yaranlardan birinin ya da bir yakınının düğünü olacağı zaman, bir hafta süren düğünde çok yardım ederler, bu türden yardım hizmetleri parasız (imece usulü) yapılırdı. Yaranlardan birinin ya da kocası, oğlu askerde olan gelinin, dulun, kimsesiz kişinin tarım faaliyetlerine imece usulü katkıda bulunulur, ayrıca olası felaketlerde birbirine kesintisiz yardım edilirdi.
Ancak imeceden farklı olarak; köy kuyularının, dere yataklarının onarılması, ormanların korunması gibi kamuya ait işler hep bu yaranların eliyle yapılırdı. Düzenli örgütlü çalışması, konuk ağırlamaları, yıllık toplu gezinti, eğlence ve yemekleri, sürek avları, odalarda gençlerin türlü yollarla eğitilmesi ile, tamamiyle ahi kurumunun köylere dek yayılmış bir uzantısından başka birşey değildi. Ancak yolların, ulaşım ve haber alma araç ve gereçlerinin gelişmesi, yaşamın daha hızlanması, kahvehanelerin, otel ve motellerin çoğalması nedenleriyle, öte yandan ilk ve orta öğretimde yurttaşlık, toplum ilişkileri ile ilgili derslerin, uygulamadaki örnekleriyle değil de daha çok kuramsal olarak öğretilmesi yüzünden, bu arta kalan özellikleri ile Türk konukseverliği, yardımseverliği, insancıllığı çok azalmış bulunmaktadır.
Anadolu Ahileri, fütüvvetnamelerin insani ve ahlaki ilkelerini kendi yapılarına almışlarsa da, böyle sanatla, yardımseverliğin ve ahlakın uyumlu bir alaşımıyla sosyal ve ekonomik toplum ilişkileri böylesine mükemmel bir biçimde düzenleyen bir kurum ya da örgüt bugün bile görülemez. Bu nedenle ahilik adıyla anılan ve ortaçağ Anadolu halkının sosyo-ekonomik, sosyo-kültürel, hatta bir ölçüde sosyo-politik yaşamı üzerinde çok olumlu, etkin ve yaygın bir rol oynamış, faaliyetlerini köylere dek uzatmış olan bu kurum her yönüyle özgündür, benzeri nitelikteki kuruluşlardan farklı, kat kat etkili ve çok yönlüdür.
Ahi Birliklerinde Yönetim
Anadolu Selçuklu Devleti zamanında kurulan ve Osmanlının ilk yıllarında tamamen gelişen Ahi birlikleri, askeri ve yönetici sınıfını temsil eden, resmi otorite dışında halk tarafından da desteklenen sivil toplum kuruluşlarıydı. Bu kuruluşların başında sanat birliklerinin demokratik yöntemle seçtikleri ‘Ahi Baba’lar vardı. Aynı zamanda mahalli sivil idarenin başkanı durumunda olan Ahi Babalar, 16. yüzyıla kadar bu konumlarını korudular. Daha sonra resmi otoritenin tasdik ve tayin ettiği “Kethüdalık” kurumuna dönüşen Ahi Babalık böylece yarı resmi bir niteliğe büründü.
Ahi birliklerinin yapısında meydana gelen bu önemli değişikliğe rağmen, örgütün yönetime ve uygulamalara ait birçok kuralı geçerliliğini sürdürmüştür. Ahi birliklerinde iki çeşit üye bulunurdu: Birinci grupta yamak, çırak, kalfa, ustadan oluşan yönetilen sınıf İkinci grupta Ahi Baba, Yiğitbaşı, Kethüda’dan oluşan yöneticiler grubu
İşyerlerinde yamak-çırak-kalfa-usta hiyerarşisi içinde çalışan ve üretim yapan birinci gruptakiler, aynı zamanda birliğin maddi gelir kaynağını sağlıyorlardı.
Yönetim Kurulu:
Ahi sanat birlikleri, yönetim kurulu ve büyük meclis olmak üzere iki kurul tarafından yönetilirdi. Birlik yönetim kurulu, her sanat kolunda kendi üyeleri arasından seçtikleri beş temsilciden meydana gelirdi. Bu seçilenler de kendi aralarında “Kethüda” denilen bir Yönetim Kurulu Başkanı seçerdi.
Yönetim kurulu teşkil ettikten sonra, birinci görevi eski yönetim kurulundan teslim alınan tüm evrakları ve hesap defterlerini kontrol etmek, ibra ettikten sonra büyük meclise bildirmekti.
Yönetim kurulunun diğer görevleri de şöyle sıralanmaktaydı:
– Her ayın ilk üç günü toplanmak,
– Birlik üyelerinin sorunlarını görüşerek çareler bulmak,
– Yönetim kurulunda çözülemeyen sorunları bir üst kurul olan büyük meclise göndermek,
– Birlik üyelerinin kurdukları “orta sandık” denilen kredi ve yardımlaşma fonunu denetlemek,
– Birliğe ait binaların bakımını yaptırmak, bu binaları kiraya vermek veya örgüt ve birlik üyelerine kullandırmak,
– Birlikte çalışanların maaşlarını ödemek, gereksinime göre işe yenilerini almak,
– Çırak ve kalfaların terfi töreni olan Şed kuşanma törenlerini düzenlemek.
Yönetim kuruluna seçilebilmek için adaylarda aranan şartlar ise şunlardır: En az beş yıl “üstadlık” yapmış, kanuni bir cezaya çarptırılmamış olmak, birlik mensuplarınca dürüst, namuslu ve güzel ahlâklı olarak tanınmak, en az üç üstad yetiştirmek.
Ahilik ve Demokrasi:
Çin kaynaklarına göre, Gök Türkler’de ve Uygurlar’da Meclis (Danışma Kurulu) “TÖY” vardı. Meclis üyeleri “TOYGUNLAR” (kanunları) hazırlarlardı. Meclisin doğal başkanı ‘kağan’, gerektiğinde meclis tarafından seçilirdi. Seçilen kağanın tahta çıkarılışı, onu bir -keçe-, seccade veya halı üzerinde oturtarak veya kalkan üzerine kaldırarak kutlanırdı. Kalkanı kaldıran 9 kişi boy beyleri ve halk temsilcileriydi. Halkı temsil eden boyların kabul etmesiyle, –Hükümdar tayin edilmekteydi.
Bu bilgilerden devlet başkanı seçimle başa getirilirken, demokratik yöntem takip edildiği anlaşılmaktadır. Meclis oluşum (danışma kurulu) yöntemleri, eski Türklerden Ahi örgütüne meclis, yönetim kurulu, üye ve başkan seçimleri olarak geçmiştir.
Anadolu’da kurulan Ahilik felsefesinde “ben” ve ya “benim” kelimelerine pek fazla rastlanılmadığı gibi maddiyata dönük faaliyetlerde bile önce karşısındaki ön plânda tutulurdu. “Diğergamlık tutumu” egemendi.
Ahi birliğinde, birlikçe üretilen malın hakça dağıtımına çok önem verilirdi. Bu dağıtım sisteminde herkes hakkına razı olduğu için hiç kimse birbirinin malına kazancına göz dikmezdi. Ahilikte, toplum barışının önemli bir gereği olan eşitliğe uyum gösterilirdi. Eşitlik, hak gözetirlik ve adalet kavramlarıyla ilgiliydi.
Burada bahsedilen eşitlik, emek, çalışma, liyakat, hak ölçüsünde eşitlikti. Hak etmemesine rağmen, fiziki engelli olanlara, başına bir felâket gelenlere, hastalara yardım yapılır, diğerleri ile aynı kefeye konulmazdı. Fakat burada da toplum yararı gözetilir, ancak –toplum vicdanı– önemsenirdi.
Çıkarlarda olduğu gibi diğer davranışlarda da başkalarını yani toplumu rahatsız etmek olanaksızdı. Bunun için birçok kural konulmuştu. Bunlar yolda, pazarda, çarşıda, dükkânda evde konuşurken, yürürken, su içerken başkasını rahatsız etmemek gibi, toplum düzenini sağlamayı amaçlayan kurallardı.
Topluma zarar vermeyen, başkalarına karşı saygılı, kurallara uyan herkes eşitti. Zengin, yoksul, eğitimci, idareci ayrımı; sınıf farkı yoktu. Hiç kimse zenginliğinin, makamının arkasına saklanıp dilediği gibi yaşayamazdı. Aşırı lüks, gösteriş ayıptı. Para kendi ailesinin ve yakınlarının gereksinimini karşılamak ve çevresindekilere yardım için kazanılırdı. Olanaklarına göre konuk odası, zaviye, yol, çeşme, vakıf gibi topluma hizmet eden tesisler kurulur, yanında çalışanlarına veya meslektaşlarına iş yeri açmak için maddi destekte bulunulurdu. Bu davranışlar toplumda zengin ile yoksul arasında bir kıskançlık doğmasını engellerdi. Bir insan komşusu açken kendisi tok yatamazdı, eğer dükkanında siftah yapmışsa, meslektaşı da kazansın diye müşteriyi komşusuna gönderirdi. Bu davranışlar toplum huzuru ve barışının sağlanmasında önemli etkenlerdi. Zaten ahiliğin gayesi de bu idi.
Yalnız kazançta değil, eğitimde de toplum düzeni yararı ön plânda tutulurdu. Ahi birliklerinde bilgi (sır), toplum aleyhine hizmet edeceklere verilmezdi.
Toplumda, yoldan çıkan, suç işleyen kimseler –özel eğitime– tabi tutulurdu. Bu kimseler, adam edilene, topluma yarayışlı bir birey haline gelene kadar uğraşılırdı. Adam olmaya niyeti olmayanlar, toplum için tehlike yaratanlar ve iş birlikçileri son çare olarak ortadan kaldırılırdı.
Devlet yönetiminde, yöneticilerin çıkarları değil, toplumun çıkarları esastı.
Bugünün demokrasi anlayışının temelinde – toplum çıkarları ve toplum düzeni bulunmaktadır. Bu sistemin kurulması için her şeyden önce bireycilikten kaçınılması gerekir. Eğer bireysel olanaklar verilecekse toplum yararına olmalıdır. Ekonominin ağırlık kazandığı bir toplumda elbette çıkarlar da ağırlık kazanacaktır. Ancak çıkarların kişiselleşmesi yönünde hareket eden, grubun aynı zamanda ülke çıkarlarına uygunluk göstermesi gerekir. Ahi birliklerinde, birliğin çıkarları söz konusuydu. Bu grubun çıkarları aynı zamanda toplumun çıkarlarıydı. Eğer bu grup çıkarları korunmasaydı, Ahi birlikleri Bizans ekonomisine üstün gelemezdi. Demokrasi açısından gelişmiş ülkelerde de bu özelliklere rastlıyoruz.
Demokrasinin vazgeçilmez unsuru olan dernekler, vakıflar, sendikalar, işçi-işveren konfederasyonları gibi sivil toplum kuruluşları kendi üyelerinin çıkarlarını değil de, toplumun çıkarlarını gözeterek mi talepte bulunuyorlar? Veya şöyle soralım: bu kuruluşların ya da üyelerinin toplum aleyhine yaptıkları faaliyetleri durduracak ne gibi otokontrol araçları vardır? Bunları durduracak aynı sınıftan bir sivil toplum kurumumuz var mıdır?
Ahilik ve Mustafa Kemâl Atatürk
TBMM’nin açılış konuşmasında (1 Mart 1922)
“Milletimizin dehasının inkişafı ve bu sayede lâyık olduğu medeniyet mertebesine yükselmesi, bittabi alî meslekler erbabını yetiştirmekle ve millî harsımızı yükseltmekle kabildir.”
Ankara Maarif Kongresi’nde (15 Temmuz 1921) ise;
“Bir millî terbiye programından bahsederken, eski devrin hurafatından ve evsaf-ı fîkriyemizle hiç de münasebeti olmayan seciye-i millîye ve tarihimizle mütenasip olmayan bir kültür kastediyorum. Çünkü millî davamızın tam inkişafı ancak böyle bir kültür ile temin olunabilir. Lâlettayin bir ecnebi kültürü şimdiye kadar takip olunan kültürlerin muhrip neticelerini tekrar ettirebilir. Kültür zemin ile mütenasiptir. O zemin milletin seciyesidir.”
Mustafa Kemâl ATATÜRK, büyük nutkunda da (Temmuz 1930) Türk halkına şöyle seslenmektedir:
“Asla şüphem yoktur ki Türklüğün unutulmuş büyük medenî vasfı ve büyük medenî kabiliyeti bundan sonraki inkişafı ile âti’nin yüksek medeniyet ufkunda yeni bir güneş gibi doğacaktır.”
1924 yılında Anayasa hazırlık çalışmaları yapılırken uzun zaman İttihat- Terakki’nin genel sekreterliğini yapan Mithat Şükrü Bleda ile Mehmet Ali Şevki Baba birlikte Ankara’ya giderek eski İttihatçı Mahmut Celal Bey’i (Bayar) bulurlar. Yeni Türk Devleti’nin sağlam temeller üzerine kurulması için yeni Anayasa’ya Ahi sisteminin hakim kılınması lüzumunu, gerekçeleri ile etraflıca anlatırlar. Bu hususta Atatürk nezdinde yardımcı olmasını rica ederler.
Bayar konuyu aynen Atatürk’e anlatır. Atatürk:
“Biliyorum Celal Bey, çok haklılar, ama şimdi mateessüf zamanı değil. Öyle bir Anayasa ile Türkiye çok ilerler, hızlı kalkınır, biliyorum. Evvela Avrupalı müttefiklerle sorunlarımızı çözelim. Türkiye’yi tam istiklâle kavuşturalım. Ekonomimizi ve maliyemizi Avrupalıların tahakkümünden kurtaralım; şimdi getirdiğin tavsiyeye göre Anayasamızda ahi sistemini benimsersek birbirine zıt olan iki fanatik grup, dünyayı bize zehir ederler. Karşılaşacağımız çatışmalardan yakamızı sıyıramayız. Sen arkadaşların tekliflerini sakla, ahi sistemini de daha çok incelettir. Zamanı gelince ve güçlenerek uygulayacak duruma ulaşınca ele alırız.”
Biz de Atatürk’ün bu düşüncesine katılıyoruz. Önce Ahilik sisteminin incelenmesi gerekir. Bundan yedi yüz yıl önce uygulanan Ahilik sistemini, bugün aynen uygulamak veya hayata geçirmek yeni gerçeklerle ve koşullarla hazırlanması görüşündeyiz.
Ancak günümüzde ilerlemiş ve çağı yakalamış ülkelerin kendi kıymet hükümlerini çağın gereklerine, şartlarına uydurarak kalkındıklarını biliyoruz. O halde biz de kendi sosyal ve kültürel değerlerimizin günümüz bilgi, teknoloji çağına adaptasyonunu sağlayarak kalkınabilir, çok güçlü bir ülke olabiliriz. Yeter ki Ahiliğin akıl, ahlâk, bilim, çalışma gibi ilkelerine sahip olalım.
Tarih ve uygarlığımızdan gelen bu olanaklar, Atatürk Türkiye’sinin bugünkü potansiyeline kültürleme görevi yüklenecektir. Bir üretim, eğitim ve kalkınma modeli olarak algılanması gereken Ahilik, zamanımızın şartlarına göre, toplumun benimseyip kabul göreceği bir biçimde yeniden yorumlanmak, bunlara yeni fonksiyonlar yüklenerek yepyeni bir iş ahlâkı ve girişim ruhu yaratmalıdır.
KAYNAKÇA
- Çağatay, Neşet, Bir Türk Kurumu olan Ahilik, TTK-basıevi, Ankara/1989.
- Demir, Galip, Osmanlı Devleti’nin Kuruluşu ve Ahilik, Ahi. Kül. Ar. ve Eğt. Vakfı, İstanbul, 2000.
- Güvenç, Bozkurt, Bilinmeyen Osmanlı, Remzi Kitabevi, 1984.
- Güvenç, Bozkurt, İnsan ve Kültür, Remzi Kitabevi, 1984.
- Güvenç, Bozkurt, Kültür Konusu ve Sorunlarımız, Remzi Kitabevi,1985.
- Güvenç, Bozkurt, Kültürün ABC’si, YKY, 1997.
- Güvenç, Bozkurt, Türk Kimliği, Bilgi Yay., 1998.
- Oğuz, Burhan, Türk Halkının Kültür Kökenleri I, Simurg, 1971.
- Turan, Şerafettin, Türk Kültür Tarihi, Bilgi Yay., 1990.
- Uygur, Nermi, Kültür Kuramı, Remzi Kitabevi, 1984.