– Arda merhaba. “Arda Öngören kimdir?” sorusuna yanıt olarak, bunun zor bir soru olduğunu, kendini tanımanın çoğu zaman bir ömrü sürdüğünü söylemiştin. Bu zor soruyla başlayalım, Arda Öngören’i tanıma yolculuğun nasıl gidiyor?
Kendimi tanıma ve keşfetme yolculuğum her bilincin
kendine yaptığı yolculuk gibi başlangıcını tam olarak hatırlamadığım ama
tahminlerde bulunabildiğim, zor ama ilerledikçe oldukça keyifli, şaşırtıcı,
ben’i değiştiren, dönüştüren ve bazen yoldan çıkaran bazen yola sokan, kimi
zaman hızlanan, kimi zaman yavaşlayan, gizemli, merak uyandırıcı bir
yolculuk… Yolculukta odaklanmam gerekenin yol değil de ‘ben’ ve yolda karşıma
çıkanlar -ki ben onlara ‘yansımalar’ diyorum- olduğunu düşünmeye başladım. Bunu
“Alfa ve Omega”dan bir paragrafla daha iyi ifade edebilirim belki:
“Olan olacaktı ve oldu. Olacak olan da oluyor. Benim
görevim sadece seyretmek olmalı. Seyrederek, ‘olan’ ve ‘olacak olan’ arasındaki
bağı anlamak… Buradaki sır ‘seyir’ kelimesinde saklı. Seyir, hem yolda ilerlemek
hem de seyretmek demek… İşte bu ikisini ‘Bir’ yapabildiğinde yani yolda
giderken ‘kendi kendini’ seyredebildiğinde, ‘olan’ ve ‘olacak olan’ arasındaki
bağı da kurabilirsin…”
Ben de yolda ilerlerken kendi kendimi seyretmeye ve bu
sayede de ‘olan’ ve ‘olacak olan’ arasındaki bağı da kurabilmeye çalışıyorum.
Başardım mı? Hayır. Başarabilir miyim? Sanmıyorum neredeyse imkansız. Ama çok
az bir olasılık var ya, işte o küçücük olasılık büyük bir ‘umut’ veriyor.
– Kitaplarındaki hikayeleri felsefenin ana sorularına yanıt ararken okura sunabilmek için araç olarak seçtiğini düşünüyorum. Aslında bir felsefe kitabını roman formatında ve hikayelerle okura ulaştırmak gibi de denilebilir. Bu tarz romanlar yazma düşüncesi nasıl başladı?
Kitaplarımda yazdığım konular ve onları barındıran
hikâyeler benim kendi arayışımda karşıma çıkanların yansımaları… İnsan iki
temel sıkıntı yaşıyor hayatında. İlki geçim sıkıntısı ve onu aşabilirse karşısına
hemen can sıkıntısı çıkıyor. Bu iki sıkıntı da insanın düşünmesi, tefekkür
etmesi için engel oluşturuyor. İlk engel maddi olduğundan, onu aşması da kısmen
daha kolay. Can sıkıntısı ise insanın sebepsiz yere mutsuz, huzursuz, kaygılı
olmasının nedeni ve onu aşmak çok daha zor. Birçok insan can sıkıntısı içinde
olduğunun bile farkında değil çünkü henüz can’ın yani ‘öz’ün çağrısını iç’inde
hissedememiş ve bu nedenle de aramaya başlamamış durumda.
Bir gün okuduğun bir kitabın bir cümlesi, izlediğin bir
filmin sahnesi veya bir arkadaşının cümlesi seni derinden sarsabilir, içindeki
gizil gücü uyandırabilir. İşte bundan sonra yaşamın bambaşka bir ‘hâl’
alabilir. Bu çok keyifli ama bir o kadar da insanı yoracak, değiştirecek,
dönüştürecek bir sürecin başlangıcı…
Bu başlangıçtan sonra artık karşına çıkan her kitap, her
olay, her insan ‘özel’ olmaya başlar, ya da sen öyle olduğunu düşünürsün. Artık
karşına çıkan her insan özel olarak karşına çıkmıştır, eline bir şekilde ulaşan
her kitap veya metin sana özel olarak iletilmiştir, içinde olduğun her olay,
sana özel olmuştur, zihninde doğan düşünceler çok daha özeldir ve sen tüm bu
‘parçaları’, ‘ipuçlarını’ birleştirerek ‘Bütün’ü görmeye, bilmeye çalışırsın.
Ne olduğu konusunda hiçbir fikrin olmayan ‘hakikat’i arıyorsundur.
İnsan ne olduğunu bilmediği bir şeyi nasıl arayabilir? Neyi aradığını bilmeden
arayabilir mi? Şaşırtıcı ama arıyor, hem de delicesine bir arayış, tıpkı bir
‘meczub’ gibi. İçinde bulunan o gizil güç uyandıktan sonra mümkün olamayacak
olan her şey olur. Ne kadar yoğun bir iş hayatın, eşin, çocukların olsa bile
kitaplar yazarsın, araştırmalar için yüzlerce kitap arasında kaybolursun, farklı
ülkelerdeki farklı şehirleri, özel yapıları, mekânları ziyaret edersin,
konferanslar, makaleler hazırlarsın ve bunları insanlara iletmek için çabalarsın.
İşin garibi bu çalışmaların, çabaların maddi bir karşılığı olmadığı hatta
bunlar için daha fazla çalışman gerektiğini bildiğin halde bunları yaparsın.
Çünkü içindeki gizli güç uyanmıştır.
– “Alfa ve Omega” isimli yeni kitabında insanoğlunun zihin, bilinç, düşüncelerin kaynağı ve yaşam, ölüm, yaratıcı – yaratılan kavramları üzerine binlerce yıldır kendine sorduğu soruları gerçek hikayeler ve gerçek karakterlerle birleştirerek roman olarak yanıtlamaya çalıştığını okuyoruz. Kitaplarında yer alan bu hikayeler ve karakterlerle ilgili biraz bilgi verebilir misin?
Türkiye’den üniversitelerin de aralarında bulunduğu 150
üniversitenin birlikteliğiyle İsviçre’nin Lozan şehrindeki EPFL üniversitesinde
çalışılmaya devam edilen ‘İnsan Beyni Projesi’ ile 2045 İnisyatifi olarak
bilinen, ‘2045.com’ isimli internet sitelerinde amaçlarını ‘İnsan kişiliğini
biyolojik olmayan taşıyıcılara aktarmak, ömrü uzatmak ve ölümsüzlüğü bulmak’
olarak açıklayan organizasyon gerçek hayattan kitaptaki kurguda yer verdiğim
iki önemli gerçek olay…
‘İnsan Beyni Projesi’ oldukça heyecan verici bir proje ve
sorunda bahsettiğin kavramları hikayedeki karakterlerle romanda tartışabilmek
için müthiş bir zemin oluşturdu. Orijinal adı “The Human Brain Project” ya da kısaca
HBP olarak bilinen projenin amacı; insan beyninin işleyişini bilgisayar ortamına
taşıyacak teknolojileri geliştirmek, beynin kusursuz bir simülasyonunu yapmak
ve yapay bilince ulaşmaya çalışmak…
Aynı şekilde 2045 İnisiyatifi de transhümanist bakışa
sahip bir organizasyon olarak insan bedenini bile bir hapishane olarak görüyor
ve bu paradokstan çıkışın tek yolunun bilincin yeni bedenlere biyolojik ölümden
önce aktarılmasına çalışıyorlar.
İnsanın en büyük korkusu ölmek çünkü sonrası hakkında bir
bilgisi yok ve bilmediğinden korkuyor insan. ‘Alfa ve Omega’daki en önemli
karakterlerden birisi de kitaptaki gerçek karakterlerden biri olan Dmitry
Itskov. Bu arada ‘gerçek karakter’ tanımlaması da ne kadar garip öyle değil mi?
Neyin gerçek, neyin ise hayal olduğu konusunda ne kadar da eminiz? Ve ne kadar
naif bir inanış bu öyle değil mi?
Dmitry Itskov, 2045 İnsiyatifinin kurucusu ve bu
organizasyon bedenin değil bilincin önemli olduğunu düşünerek bilincin onu
hapseden bedenden dahi bağımsız olmasını savunuyor. Bu sayede beden öldüğünde
bilinç de onunla birlikte kaybolmayacak diye düşünüyorlar.
– “Alfa ve Omega” okuru bilinç ve zihnin ne olduğu üzerine sorgulamaya yöneltiyor. Kitapta “Hakikatin ne olduğunu keşfetmeye çalışmak da bilincin ne olduğunu yine bilinç ile aramaya benziyor.” diye bir bölüm var. Buradan yola çıkarsak, hakikat’in bir parçası, hakikat’in tamamını kavrayabilir mi?
Hakikat gibi bilinç de bilinmeyen bir şey ve buna
sahibiz… Beş duyumuzla, bilimsel yöntemlerle bunun ne olduğunu açıklayamıyoruz
ama bilinç var. Beyin ile ilişkisi olduğunu tahmin ediyoruz ama ruh veya öz,
zihin ve bilinç ilişkisini çözemiyoruz. Çok ama çok gizemli bir şey bilinç ve
bence bilinç asıl ‘ben’.
Bu kadar gizemli, esrarlı ve ben’in içindeki asıl ben
olarak adlandırılabilecek şeyi ancak speküle edebiliriz, sorular sorup yanıtı
aramaktan ziyade sorudan sonra doğacak olan yeni sorularla ilerlemeye çalışabiliriz.
“Bilinç, bedenle birlikte hareket eder mi?” veya
“Bilincin belirli sınırları var mıdır, beden mi?”, “Bilinçler arası
bilmediğimiz bir iletişim olabilir mi?”, “Tüm bilinçlerin bağlı olduğu bir
Üstbilinç var mı, oradan bilinçlere ilham veya direktifler geliyor olabilir
mi?”, “Bilinci olmayan ‘şey’ var mı, yoksa her ‘şey’ bilince sahip mi?”
gibi…
Bence bilinç geçici olarak ortadan kalkmıyor ama beş duyu
ve bedensel – maddi iletişim bir süreliğine sekteye uğruyor. Bunu anestezik
ilaçlar ile mümkün kılabiliyorsunuz ama inanın tıp bilimi bile bunun tam olarak
nasıl olduğunu henüz bilmiyor.
Zihnin ne olduğunu kavrayabilmek için de kitaptaki
hikayeler içinde yanıtlarını okurla beraber aradığım benzer sorular sormak
mümkün: “Düşünceler beyinde mi üretiliyor?”,
“Zihin beynin içinde mi?”, “Beyin zihni mi yaratıyor yoksa zihin mi
beyni yaratıyor?”, “Zihin ve bilinç olmasaydı kainat var olur muydu?”,
“Düşünceler hareket eder mi yoksa onlar her yerde mevcuttur ama beyin veya
zihin veya bilinç o ‘frekans’ ile eşleşmediği için temas sağlanmıyor olabilir
mi?”…
Son sorunun yanıtını da “Alfa ve Omega”dan bir alıntı ile
vermek istiyorum: “Kâinattaki her parça
hem birbirine ve hem de her bir parça ayrı ayrı büyük bir formüle bağlı olarak mı hareket ediyor? Bence
her ikisi de…”
– Alfa ve Omega’nın kapağında bir Ouroboros, yani kuyruğunu yiyen yılan resmi var. Bunun Alfa ve Omega, yani ‘Başlangıç ve Son’ ile ilişkisini nasıl kuruyorsun ve sence bur sorunun yanıtı zaman kavramı ile açıklanabilir mi?
Kuyruğunu ısıran yılan sembolü olan Ouroboros kadim bir
semboldür. Kısaca devri daim’i, yeniden doğuş ve sonsuz döngüyü simgeler.
Başlangıç ve Son yani Alfa ve Omega’nın ‘bir olduğunu işaret eder. Aynı
zamanda, iyi ya da kötü ama dinamik ve potansiyel olan demin bahsettiğim gizil
gücün de simgesiydi.
‘Başlangıç ve Son’ lineer bir düzlemde düşünülürse ‘ayrı’
– ‘gayrı’ olarak düşünülebilir. Ancak ‘Başlangıç ve Son’ bir devri daim’dir,
‘Ouroboros’dur – kuyruğunu ısıran yılandır, sonsuz döngüdür. Bu nedenle de
‘Bir’dir, ‘Bütün’dür…
– “Gerçek sandığımız yaşam da belki sonsuz sayıdaki simüle âlemlerden biri olabilir.” Sence simüle âlemlerden birinde mi yaşıyoruz?
Gerçek mi yoksa hayal âleminde mi yaşıyoruz? Bunu asla
bilemeyiz. Gerçek olarak adlandırdığımız kavramın ne kadar kaygan ve yanıltıcı
olacağını fark edip buradan hareket ederek hakikate ulaşabiliriz veya
ulaşamayabiliriz. Bundan asla emin olamayız. ‘Alfa ve Omega’ okura bu konuda
romandaki hikayeler boyunca bir önerme yapıyor ama Son’da – Omega’da okurun
önermesi dışındakiler kayboluyor. En azından öyle olmalı, hedeflediğim şey
bu…
– İlk romanın “VITRIOL-Yeni Çağın Şafağı”nın devamı olan “VITRIOL-Siyah Güneş” ne zaman yayınlanacak?
Aslında “VITRIOL-Yeni Çağın Şafağı” yayınlandıktan hemen
sonra VITRIOL serisinin ikinci kitabı olan “Siyah Güneş”e başlamıştım ama
hayatta her zaman plan yapmak gerekse de çoğu zaman sizin için yapılmış bir
planda hareket etmeniz gerekiyor. Birden bire “Alfa ve Omega” doğdu. Her şey
Bir’den var oluyor ve tekrar Bir’e dönüyor.
Bir’den Bir’e…
Ümit ediyorum “Siyah Güneş” de en yakın zamanda ve olması
gerektiği anda doğar.