Işık dış dünyanın ihtişamını ortaya çıkarır. Oradaki en muhteşem şeydir. Güzellik verir, güzelliği ortaya çıkarır. Ama kendisi en güzeldir. Analizcidir. Hakikati söyleyen hileleri açığa çıkarandır. Çünkü her şeyi olduğu gibi gösterir. Onun sonsuz ışınları, evrenin ölçülerini gösterir. Katrilyonlarca yıl uzaktaki yıldızlardan teleskoplarımıza akar. Bir yandan da algılanamaz ölçüde küçük nesnelere nüfuz eder ve mikroskop aracılığıyla çıplak gözle görülebilenden elli milyon kez daha küçük nesneleri ortaya çıkarır. Tıpkı diğer ince güçler gibi o da mucizevi bir yumuşaklıkla hareket eder, ama her şeye nüfuz edecek kadar güçlüdür. Onun canlandırıcı etkisi olmadan bitki, hayvan ve insan hayatı yeryüzünden anında silinir ve her şey yok olur. O halde bu harika ışık ilkesini ve potansiyelini, onu oluşturan renkleri tefekkür etmemiz yerinde olur. Çünkü onun içsel yasalarına ne kadar derinden nüfuz edebilirsek insanlığı canlandıracak, arıtacak, sevindirecek, iyileştirecek olan gücünü o kadar önümüze serecektir.
Işık hayatın temel fiziksel tezahürü olup bütün yaratılışı kendi nuruyla boyadığına göre, onun ilâhi tözünün latif doğasını kısmen de olsa anlamak çok önemlidir. Bizim ışık dediğimiz şey, aslında optik sinir üzerinde belli tepkilere neden olan belli bir titreşim oranıdır. Çok az insan duyu algılarının sınırlandırıcı duvarları içinde yaşadığının bilincindedir. Evrende şimdiye kadar herhangi bir insanın gördüğünden fazla ışık olduğu gibi, hiçbir optik aletin yakalayamayacağı bilinmeyen ışık formları da mevcuttur. Evrende görülemez sayısız renk, işitilemez sayısız ses, koklanamaz sayısız koku, tadılamaz sayısız tat vardır. İnsanın içindeki duyu algı merkezleri, evreni oluşturan daha latif titreşim oranlarına tepki verecek ölçüde gelişmiş olmadığı için, hakkında hiçbir şey bilmediği duyular üstü bir evrenle çevrilmiştir. Hem gelişmiş hem de gelişmemiş toplumlarda renk, dini ve felsefi öğretileri ifade etmenin doğal dili olarak kabul edilmiştir.
Herodot’un bahsettiği kadim Ecbatana şehri ve onun yedi gezegene göre renklendirilmiş yedi duvarı, Persli Magi’nin sahip olduğu bilgiyi ifşa ediyordu. Borsippa’daki tanrı Nebo’nun astronomi kulesi meşhur Zigurat yedi büyük basamak halinde yükselir ve her basamak bir gezegensel renge boyanmıştır. Babilliler yedi yaratıcı tanrı veya Erk ile ilişkisi içinde yedi tayfı biliyorlardı. Hindistan’da Moğol imparatorlarından birinin yaptırdığı çeşme yedi kattan oluşuyordu. Su her kattan aşağı özel olarak o iş için hazırlanmış kanallardan aşağı iniyor, her katta rengini değiştiriyor ve sırasıyla ışığın her tayfını takip ediyordu. Tibet’te renkler sanatçılar tarafından çeşitli ruh hallerini ifade etmek için kullanılır. Tibet mitolojisinde beyaz ve sarı beniz genellikle ılımlı ruh hallerini, kırmızı, mavi ve siyah beniz ateşli halleri gösterir. Bazen açık mavi, gökyüzünü gösterdiği için semavî anlamına da gelir. Genellikle tanrılar beyaz, cinler kırmızı ve iblisler tıpkı Avrupa’daki kardeşleri gibi siyah resmedilir.
Platon, Menon adlı diyaloğunda Sokrates vasıtasıyla rengi “görme ve duyuya oranla algılanan bir form taşması” diye tanımlar. Theaetetus diyaloğunda konu hakkında daha etraflıca bir fikir yürütür: “Az önce kabul ettiğimiz ilkeden hiçbir şeyin kendi kendine dayanarak mevcut olmadığı ilkesinden hareket edelim. O zaman her rengin beyaz, siyah ve diğer bütün renklerin gözün belli bir hareketle buluşmasından kaynaklandığını, her rengin maddesi dediğimiz şeyin göz ile nesne arasında geçen bir şey olduğunu ve alıcıya göre değiştiğini görürüz. Yoksa çeşitli renklerin her hayvana örneğin bir köpeğe tıpkı sana göründüğü gibi göründüğüne mi inanıyorsun?”
Evrensel kuvvetlerin ve süreçlerin en büyük sembolü olan Pythagoras’çı Detraktis’te, renk ve müzikle ilgili Grek teorilerinin de kapsandığını görürüz. İlk üç nokta beyaz ışığın güçlü doğasını gösterir ki, o beyaz ışık kendi potansiyelliğinde tüm renkleri ve sesleri içerir. Geri kalan yedi nokta tayfın renkleri ve müziğin notalarıdır. Renkler ve notalar, ilk sebepten sudur ederek evreni kuran aktif yaratıcı kuvvetlerdir.
Yedi iki gruba ayrılır: Detraktis’te gösterildiği gibi, birincisi üç erkten, ikincisi dört erkten oluşur. Daha yüksekte olan grup, yani üçlü grup yaratılmış evrenin spiritüel doğasıdır. Aşağı dörtlü grup ise akıl dışı küreyi, yani aşağı âlemi gösterir.
Gizem okullarında yedi logi veya yaratıcı efendiler, ebedi olanın ağzından çıkan kuvvet ışınları olarak gösterilir. Bu tasvir, tayfın yüce tanrının beyaz ışığından çıktığını gösterir. Aşağı kürelerin yedi yaratıcı kuvvetine Museviler “Elohim” derler. Mısırlılar ise onlara “İnşaatçılar” derler ve ellerinde evreni ilksel tözünden yontmak için kullandıkları uzun palalarla tasvir edilirler. Gezegenlere tapınma Tanrı’nın yedi yaratıcı niteliğini kozmik cisimleşmeleri olarak kabul edilmesine dayanır. Gezegenlerin efendileri güneşin bedeninde ikamet eder gibi tasvir edilmişlerdir. Çünkü güneşin gerçek doğası beyaz ışığa benzer ve tezahür ettirdiği bütün tonların tohumlarına ve renklerin potansiyellerine sahiptir. Gezegenlerin, renklerin ve müzikal notaların karşılıklı ilişkilerini ortaya koyan birçok gelişigüzel sınıflandırma mevcuttur. En tatmin edici sistem “oktav yasası”na dayanan sistemdir. İşitme duyusunun kapsamı görme duyusunun alanından daha geniştir. Çünkü kulak dokuz ile on bir oktav sesi fark edebilirken, göz yedi temel renk tonunu tanımakla sınırlıdır. Kırmızı kromatik cetvelde en düşük renk tonu olarak konumlandırıldığında ilk nota olan “do” notasına karşılık gelir. Turuncu “re” notasına sarı “mi” notasına, yeşil “fa” notasına, mavi “sol” notasına, mor “la” notasına, eflatun “si” notasına karşılık gelir. Sekizinci nota ise yüksek oktav kırmızı olmalıdır. Yukarıdaki eşleştirmenin doğruluğu iki çarpıcı olguyla kanıtlanmıştır. 1- Müzik skalasının üç temel notası, 1. 3. ve 5. üç temel renge kırmızı, sarı ve maviye karşılık gelir.
Edwin D. Babbitt, The Principles of Light and Color adlı eserinde renk ve müzik skalalarının birbirine karşılık geldiğini doğrulamaktadır. Tıpkı “C” nin kaba hava dalgalarıyla yapılmış olup müzikal skalanın en altında olması gibi, kırmızı da kromatik skalanın en altındadır ve en kaba eter dalgalarından oluşmuştur. Müzikal nota “B”nin “skalanın 7. notasının” skalanın aşağı ucunda bulunan “C” notası 24 titreşimine karşılık 45 veya “C”nin yarı katı fazla titreşim gerektirirken uç morda saniyede 300 trilyon eter titreşim gerektirir. Oysa uç kırmızı sadece 450 trilyon gerektirir. Bu da yine yarım kat fazladır. Nasıl bir müzikal oktav bitip öteki başladığında aynı notayı çıkarmak için ilk oktavda kullanılan titreşimin iki katı gerektiriyorsa, gözün görebildiği renk skalası mor da bitince, gözle görülemez renklerden oluşan sonraki oktavdaki her renk, 1. oktavdakine göre 2 kat titreşim gerektirecek, aynı yasaya boyun eğecektir.
Renkler Zodyak’ın 12 burcuna bölündükleri vakit bir tekerleğin okları olarak düzenlenmişlerdir. Koç’a kızıl, boğa’ya kırmızı-turuncu, ikizler’e tam turuncu, yengeç’e, yeşil, aslan’a sarı, başak’a sarımsı yeşil, terazi’ye tam yeşil, akrep’e yeşil-mavi, yay’a tam mavi, oğlak’a mavi-mor, kova’ya mor ve balık’a mor-kızıl verilmiştir.
H.P. Balavatsky Doğu ezoterik felsefesini açıklarken renkleri insanın yedili yapısı ve maddenin yedi haliyle şu şekilde ilişkilendirir:
Renkler insandaki ilke maddi hali:
Mor: Çay a, yani eterik duble – eter, esir.
Leylak: Yüksek manas yani spiritüel akıl – hava denilen kritik hal.
Mavi: Aurik zaef, buhar veya buğu.
Yeşil: Aşağı manas, hayvani can – kritik hal.
Sarı: Buddhi, yani Spiritüel ruh – su.
Turuncu: Prana yani hayat ilkesi – kritik hal.
Kırmızı: Kama Rupa, yani hayvani – Buz hayatın tahtı.
Tayfın renklerinin ve oktavın müzik notalarının bu düzenlemesi uygun tonları ve renk benzeyişlerini korumak için gezegenleri farklı bir şekilde gruplandırılması gerekmektedir. Böylece “Do” Mars olur. “Re” Güneş, “Mi” Merkür, “Fa” Satürn, “Sol” Jüpiter, “La” Venüs, “Si” Ay ‘dır.
Kaynakça:
Manly P. Hall – Tüm Çağların Gizli Öğretileri.