Okuma süresi: 6.1 mintues

‘İçsel-aydınlanma’, tarihsel süreçte açığa çıkan aydınlanma devinimlerinin kişinin içsel dünyasında bulduğu yansıma olarak ortaya çıktığı gibi, tamamen ayrı yolda, ‘içrek-deneyim’ yöntemleriyle ezoterik ortamlarda, gözlerden gizlenmiş olarak, geleneksel bir tutumla uygulanagelmiştir. İçsel aydınlanmanın tarihsel kökenleri, doğu dünyası için ‘Sanskrit’, batı dünyası içinse ‘Hermetik’tir.
Hikmete dayalı bu deneyimsel öğretilerin hedefi ‘bilgelik’tir. Bilgeliğin yolu ve yöntemi ‘içsel-özgür’lüğe, yetkinliğe ve bütünlüğe kavuşmayı amaç edinmiştir. Bir bilge, her koşul altında mutluluk ve sevinci yaşayabilmekle diğer insanlardan ayırt edilmektedir. Bilgelik yolu bir bakıma ‘psiko-kozmoloji’ olarak da nitelendirilebilir.

Hikmetin bu ezoterik yeraltı suları, değişik sürelerde bir artezyen gibi dünyanın çeşitli yerlerinde görünür olgusal tarihle ilişki kurmuştur. Delph tapınaklarının kapısında yazılan ve Sokrates’in dilinden düşmeyen “Kendini bil” sözü, Tanrı elçisi Mustafa’nın dilinde “Nefsini bilen Rabbini bilir” biçimini almıştır. Latince’de “V.İ.T.R.İ.O.L.”, Mevlana Celaleddin’de “Kendinden kendine sefer eyle” diye bilgeliğinin yönü ve yolu olarak gösterilmiştir. Yine Rumi “Kendine doğru kımılda, uyuyanlar kımıldanınca, uyku gider,” demiştir. Bu kendine dönüş, kendi içine kıvrılış, kendini bilme yolunda, öncelikle bir ‘uyanma’yı vurgular.

Bu, Anadolu bilgelerinden Pir Sultan Abdal’da “Uyur idik uyardılar, diriye saydılar bizi,” sözleriyle ölü bilincin dirilmesi biçiminde ortaya konmuştur. Bir başka Anadolu bilgesi, İsmail Emre, “Uykudan uyanmak göz ilen değil, biliyorum demek söz ilen değil” diyerek, böyle bir uyanışın ‘varlık-bilimsel’ boyutunu imlemiştir. ‘Uyanmak’, ‘bilincine-varmak’ olduğu gibi, bilgelik yolunda, daha derin bir anlamı da içermektedir; insan varoluşunda uyumakta olan yetilerin eylem yoluyla uyandırılması, yaşama geçirilmesi ve kazanılmış yetilerle bütünleştirilmesi de demektir.

Bilgelik öğretisi, salt ‘anlık-alır’ bilgilenmeyle kişinin kendini geliştiremeyeceğini ileri sürer; buna göre, anlık-alır bilgiyle yetinen özne, durağan salt bir beyin örgenine indirgenmiş olarak kalır. Bilgelik yöntemi ise, öğrenmekten çok edime dayalı eğitim ile uğraşmaktadır. Bilgelik eğitimi, öznenin dönüştürülmesi ve öngörülen etaplardan geçerek varoluşsal olanakların kozmik yapıyla uyumlu, bütünsel ve özgür bir konuma getirilmesini amaçlar. Buna göre, öznenin evrildiği her yeni uğrak, varlık düzeylerinden birini açığa çıkarmaktadır. Ancak böyle bir evrim geçiren özne ‘irfan’ bilgisine kavuşabilir. Niyazi Mısri’nin dediği gibi:

“İlmine irfan isteyen gelsin;

derdine derman isteyen gelsin.”

Bilgelik öğretisi doğayı, bağlı olarak da insanı, okunası bir kitap olarak görmektedir. Doğanın görünümleri, simgesel olarak, tek bir özeğin çevresindeki çemberle gösterilmiştir Çemberi anlamlı kılan, onun özekle olan ilişkisidir. Bu eğretilemede özek, anlamlandırma ilkesi ve amaç birliği olarak simgeleştirilmiştir. (Çember noktalardan oluşmuş olmakla çokluğu, özekse tekliği gösterir.) İbn Arabi’nin dediği gibi, “Varolanların hepsi, sonu olmayan Tanrı sözcükleridir.” Bu kuşkusuz, Platon’un idealar kuramını çağrıştırmaktadır. Bilindiği üzere, Platon’un idealar öğretisi iki ayrı biçimde ele alınmıştır. Bunlardan biri salt felsefesel anlık-alır kavramlarla yazılmıştır; felsefe tarihinde Platon’a yönelik kaynakçayı bu yön oluşturur. Bu öğretinin ikinci yanı ise ‘edimsel’dir ve Platon’un yaşadığı dönemde siyasal nedenlerden ötürü açığa vurulmamıştır. Bu öğreti, onun öğrencileri yoluyla Mısır İskenderiyesi’ne taşınarak orada yaşama geçirilmiştir. Daha sonra bu öğreti Neo-Platonizm (Yeni-Platonculuk) olarak anılmıştır. Yeni-Platonculuğun ünlü izleyicileri İskenderiyeli Philon, Ammonios Sakkas ve Plotin’dir.

Philon, Platocu felsefeyle Tanrı elçisi Musa’nın Hermetik kökenli öğretisini birleştirerek ‘Tasavvuf’ denen akımı doğurmuştur. Philon böyle bir denemeyle, inanç ve felsefeyi birleştirmek istemiştir. Bu girişim, daha sonra Musevilik, Hıristiyanlık ve Müslümanlık içinde benimsenip geliştirilerek irfan (gnos) öğretisi olarak yer almıştır.

Hermetik öğretinin Philon ve Plotin sonrası dönemi, Endülüs İspanyası’nda yeni bir kuşağa ulaşmıştır. Genel olarak Yeni-Platonculuğun bir devamı niteliğinde olan bu kavşakta, üç semitik din olan Musevilik, Hıristiyanlık ve Müslümanlığın gnostikleri ve antik Yunan felsefesi buluşmuştur. Rabi Abba, Moşe Maymonides, Abraham Abulafia ve Muhyiddin İbn Arabi bu dönemin önde gelen isimleridir. İbrani Kabalası bu dönemde yazıya dökülmüştür.

Moşe Maymonides (İbn Meymun), Museviliği oluğu kadar İslam Tasavvufunu da derinden etkilemiştir. Özellikle İbn Arabi, ‘vahdet-i vücud’ (varlık birliği) kuramı ve yöntemiyle hem felsefe, hem de Tasavvufta önemli bir etki oluşturmuştur. Endülüs doğumlu İbn Arabi daha sonra Anadolu’ya gelmiş, Malatya, Kayseri ve Konya’da öğretisini yaymıştır. İbn Arabi’nin ‘varlık birliği’ öğretisi, Anadolu’nun heterodoks yapısının bağdaştırıcı felsefesi niteliğine bürünmüştür. Bu görüş, ayrı niteliklerde görülen doğa ve yaşam biçimlerinin, aynı varlığın görünüşleri olduğu savıyla, Anadolu üzerinde geniş bir hoşgörüye neden olmuştur.

Horasan’dan Anadolu’ya göç eden Alperenler kuşağı, vahdet-i vücud anlayışının yaygınlaştığı topraklarda özgürce ve hoşgörü içinde yaşam olanağı bulmuştur. Bu bağdaşık ekinsel ortamda bilgelerce, insan, yaşamın ereğine konmuştur. Erekteki insan olgun insan olarak tanımlanmış ve isteyen herkesin, erginlenme yoluyla etap etap böyle bir olgunluğa ulaşabileceği söylenmiştir. ‘Olgun-insan’ (İnsan-ı Kâmil) öğretisi, sanal ya da imgesel değil, Tanrı vergisi ya da metafizik değil, aksine insan çabası ve emeğiyle, bilgeler eşliğinde ve eğitim yoluyla uygulanabilen bir öğreti olarak karşımıza çıkmaktadır. Anadolu uygarlıklarının üstüne bir krema gibi dökülen bu bilgelik öğretisi, günümüz insanı için incelemeye, araştırılmaya, edinmeye değer bir niteliktedir.

Bir ekin, bir öğreti ya da bir ekolün başarısı onun içinden yetişen insanlarla ölçülür. Anadolu uygarlık ağacının meyveleri Thales’ten, Diyojen’den, Pavlus’tan, Orpheus’tan, Hünkar Hace Bektaş-ı Veli’ye, Yunus’a, Pir Sultan’a, Mevlana’ya, Dadaloğlu’na, Karacaoğlan’a, Nesimi’ye ve İsmail Emre’ye kadar nice tatlar sunmuştur insanlığa.

Ve Anadolu yaşam biçemi bu bilgelikle taçlanmıştır.


* Metin Bobaroğlu’nun “Ekinsel Biçem ve Aydınlanma Sorunu” adlı yazısından alınmıştır. Us Düşün ve Ötesi, Aydınlanma Sorunu, Sayı 1.

Metin Bobaroğlu
+ Son Yazılar