Mustafa Kemal Atatürk’ün yaşamının son yıllarında çalışma ve araştırmalarının merkezinde olan “Güneş-Dil Teorisi” geniş kitlelere ilk kez şu metinle duyurulmuştur:
1. “Etimoloji, morfoloji ve fonetik bakımından Türk Dili” hakkındaki şu notların ifade ettiği fikirler, 26 Eylül 1932 tarihinde toplanmış olan Birinci Dil Kurultayı’ndan beri geçen üç sene içinde, Türk Dili üzerinde ve bu münasebetle diğer dillerde yapılan tetkik ve araştırmalardan ve dille alakadar olan filozofi, psikoloji, sosyoloji bahislerinin gözden geçirilmesinden doğmuştur. Bu doğuş, filolojide yeni bir teori olarak görülebilir. Bu teorinin temeli, insana benliğini güneşin tanıtmış olması fikridir.
İnsanın güneşle ilk alâkası ve bütün mevhumları ondan, onun türlü görüşlerinden veya kayboluşundan, yürüyüşünden alması ve düşünüşünün inkişaf ve kuvvet peyda etmesiyle, nihayet güneşe de, bütün kâinata da hâkim olabilmesi… Bu, elbette üzerinde durulması ve düşünülmesi çok gerekli bir meseledir. İşte biz, bunu en tabii ve lojik bulduğumuz içindir ki yukarıda işaret ettiğimiz inancı göstermiş bulunuyoruz.
Yeni dediğimiz teorinin temelini tevsik [1] için, şu eserleri gözden geçirdik:
A) Büyük Rus âlimi Pekarski’nin Petrograd’da 1907’den 1930’a kadar parça parça basılmış “Slovar Yakutskağo Yazıka” yani “Yakut Dili Lugatı” adlı eseri;
B) Hilaire de Barenton’un 1932’de Paris’te basılmış olan “Etudes orientales No.7 – L’origines des langues, des religions et des peuples, 1. Partie, Les radicaux primitifs des langues conserves dans le sumerien ou lexique sumerien-français” adlı kitabı;
C) Aynı zatın 1933’te basılmış “Etudes orientales No. 8” kitabı;
Ç) B. Carra de Vaux’un 1911’de Paris’te basılmış “Etrüsk Dili, diller arasındaki yeri, bazı tekstlerin incelenmesi” adlı eseri;
Not: Sümerlerin ve Etrüsklerin Türk olduklarını ve dillerinin Türkçe olduğunu tarih ispat ede gelmektedir.
D) İspanya’nın şimalinde ve Fransa’nın cenubunda kâin Pirene Dağlarında yaşayan ve bir parçası da Meksika’da olan Baskların dillerine ait “Meksiko-Çapultepe”de bulunan üyelerimizden Tahsim Mayatepek’in yerinde yaptığı tetkiklere ait raporları;
Not: Bunlar Bask diline ait olduğu gibi, ondan başka Peru’da konuşulan Keşuha ve o kıtadaki muhtelif yerli unsurların –ki başta Mayalardır- dillerine ait raporlardır.
Bütün bu eserler üzerindeki tetkiklerimiz, buluşumuzu kuvvetlendirici mahiyette görülmektedir.
2. Şimdi gayet mühim bir noktayı ifade etmek lazımdır. Dil bu buluşla, tamamen camit [2] olmaktan kurtulamamıştır. Ona can ve hareket vermek lazımdır. İşte bu nokta üzerinde düşünmeye ve tetkike başladık. Dil Cemiyetimiz ve kompetanları bu mesele üzerinde derin tetkikler yaptılar ve oldukça düşüncemizi izaha yardımcı elemanlar buldular. Bu buluşlar bizi, temel buluşun izahına yardım vaat eder elemanlarla karşılaştırdı. Fakat panseyi alakadar etmeksizin adeta şekil ve kalıp halinde bir takım eklentilerden ibaret bu elemanları yeniden incelemek lazım geldi.
Bu çalışma neticesinde, bütün konsolların ek olarak başlı başına birer anlayış ve hareket işaretleri olması lazım geldiği kanaatine vardık. Bu varışımızı kendi kendimize izah için ilk başvurduğumuz membaa yine Türk Dili camiası olmuştur.
Türk Diline ait kitapları önümüze aldık. Bu kitaplardaki tam ve belli anlamlar ifade eden sözleri ve bu sözlerde ek olarak köke yapışmış konsolları birer birer göz önünde tutarak, bunların kökte yaptıkları mana nüanslarını etüt ettik.
İşte bu etüdümüz bizi aydınlığa götürmeye başladı. Artık Türk Dili camit olmaktan kurtuluyordu. Bu sırada “Dr. Phil. Orient. H.F. Kvergitch”in basılmamış kıymetli eserini okuduk. Türk Dilindeki sufisklerin[3] gösterici manalarını bulmak için Dr. Kvergitch’in bu nazariyesini Türk Dil Kurumu’nun ekler hakkındaki geniş ve çok misalli bu çalışmaları sayesinde anlayabildik ve istifade ettik.
“Güneş Dil Teorisi” adını verdiğimiz bu notları sunarken ricamız şudur:
1. Tenkit ediniz;
2. Reddediniz;
3. Tadil ediniz;
4. İkmal ediniz;
5. Tavzih ediniz.
Not: “Tavzih [4] ediniz” den maksadımız, müsbet veya menfi tavzihtir. Yani “Bu olamaz” diyorsanız, niçin? İzah ediniz ve karşı teoriniz varsa onunla mukabele ediniz. “Olur” diyorsanız, niçin? Bunu izah ediniz.
Güneş-Dil Teorisini kısaca özetleyen bu metin 1935 yılında imzasız olarak Ulus Gazetesinde yayınlandıktan sonra, aynı yıl “Etimoloji, Morfoloji ve Fonetik Bakımından Türk Dili” adı ile yayımlanan bir kitabın giriş bölümünde yer almıştır. Metnin Mustafa Kemal Atatürk’e ait olduğu halde imzasız yayınlanmasını dönemin TDK Genel Sekreteri İ. Necmi Dilmen “kendi isimlerinin ilanını arzu buyurmadıklarından” ifadesi ile açıklamaktadır. [5]
Güneş-Dil Teorisi; Viyanalı Dil Bilimci Dr. Phil. Hermann F. Kvergitch’in sosyoloji ve antropoloji yöntemi ile elde ettiği bilgileri, S. Freud’un psikanaliz görüşleri ile birleştirerek dil akrabalıklarının araştırılmasında kullanmak üzere öne sürdüğü “La Psychologie de Quelques Elements des Langues Turques” (Türk Dillerindeki Bazı Unsurların Psikolojisi) isimli tezinden hareketle geliştirilmiştir. Teori, 3. Dil Kurultayı’nda, 26 Ağustos 1936 yılında ilan edildikten sonra Dil-Tarih-Coğrafya Fakültelerinde ders olarak okutulmuş ve Mustafa Kemal Atatürk’ün vefatından hemen sonra (1938) üniversitelerin eğitim programlarından kaldırılmıştır.
Sümer, Hitit, Etrüsk gibi önemli ilk çağ uygarlıklarının Avrupa uluslarının dil ve tarih kökleri olduğunu söyleyen batı merkezli tarih tezini ret eden Türk Tarih Tezi ve Güneş-Dil Teorisi;
Türklerin Anadolu’ya sonradan gelerek Anadolu’yu “işgal” etmediğini, Anadolu başta olmak üzere bilinen ilk uygarlıkların Türkler tarafından kurulduğunu belirtmektedir. [6]
“Türk Milleti; Sen Anadolu denilen yurda sonradan gelme değil, ilk yerleşip medeniyet kuranların çocuklarısın!” diyen Mustafa Kemal Atatürk’ün bizzat önderlik ettiği Güneş-Dil Teorisi çalışmaları, Türkçenin “İlk Dil”e en yakın dil olma özellikleri taşıdığını Hint-Avrupa Dil grubu olarak bilinen dil grubu başta olmak üzere dünyada yaygın olarak kullanılan dillerin ana kaynağının Anadolu ve Türk Dili olduğunu söyler. [7]
Hitit, Frig, Lidya, Mezopotamya, Sümer, Asur, Babil, Etrüsk ve Güney Amerika’da kullanılan yerel diller üzerine mukayeseli olarak yapılan bazı çalışmaların yanı sıra psikolojik, antropolojik ve sosyolojik kanıtlarla desteklenen teori; insanların çıkardığı ilk ses ve kelimelerde temel belirleyici unsurun “güneş tapımı” olduğu belirtir:
İnsan, benliğini kendini saran harici âlemdeki objeleri tesbit fikrine eriştiği zaman bulmuştur.
İlk insan için ilk tanıdığı obje Güneş olmuştur. İlk insanlar maddi ve abstre mefhumları, Güneş’i tetkik ede ede bulmuşlar ve bütün bu mefhumları ona isnat ederek ifade etmişlerdir. İlk insanların bu yönden tesbit edebildikleri, evvela maddi, çok sonra abstre mânâların başlıcaları şunlardır:
– GÜNEŞ’in kendisi,
– GÜNEŞ’in saçtığı ışık, aydınlık, parlaklık,
– GÜNEŞ’in verdiği sıcaklık,
– Ateş,
– Yükseklik, büyüklük, çokluk, kuvvet, kudret, sahip,
– ALLAH, efendi,
– Hareket, imdat, zaman, mesafe, hayat, gıda, büyüme, çoğalma,
– Renk, su,
– Yer, kara, toprak,
– Ses, söz.
İlk insanlar, bütün bu maddi ve fikri varlıkları, güneşe verdikleri isimle anlatırlardı. Türk Dilinin kökü olan bu isim a (ağ) olmuştur. Türk dilinde mana ifade eden ilk vokal “a”dır; ilk konson “ğ”dir. [8] [9]
Teoriye göre tüm sesli harflerin (a-e-ı-i-o-ö-u-ü) yalın telaffuzunda varlığını telaffuz olarak koruyan “ğ” harfi “a” harfi ile birleşerek Güneşi (ağ) isimlendirirken somut ya da soyut varlıklara verilen isimler bu kökten türetilmiştir. Teoride Dr. Kvergitch’e (Kvergié) ait olan “alanlar-mesafeler-dil” ilişkisini Agop Dilaçar şöyle aktarıyor:
“İnsanın ilk dili, gösterme esasına dayanan işaret dili olmuş, “lafzi dil”ler de bu “gösterme esası”nı devam ettirmişler; yalnız, “el işareti” yerine “sözlü işaret” kullanmışlardır.
Buna göre, ilk insan gibi, gelişmiş insan da konuşurken kendisini merkez (ego) olarak kabul etmiş, dış dünyayı kendisinden belli şekillerde ve belli ölçülerde uzaklaşan ışınlar, alanlar şeklinde kavramıştır.
Bu esası Türkçeye uygulayan Dr. Kvergié, eklerimizi, konuşanın dış dünyasını meydana getiren ve bunun ince bölüntülerini gösteren alanlar, mesafeler şeklinde göstermeye çalışmıştır. Böyle olunca, tabii olarak her ses (harf) bir yön, mesafe, hareket alanı, dolayısıyla da kavram ve anlam değeri kazanıyor, gösterme, çevre, iyelik hareket, soru, olumsuzluk vb. gibi. Bu ses öğeleri birbirleriyle birleştiği zaman özel anlamlar çıkabilir, bunlar bazen birbirine karşıt durumda da olabilir. Mesela, Dr. Kvergié’e göre m, özü, benliği gösteren bir sestir, men (ben), el-i-im, ben-i-im sözlerinde olduğu gibi, n sesi ise, özün yakınını, “muhatab”ı gösterir, se-n, göz-ü-n gibi. z’nin alanı daha geniştir, bi-z, si-z; s bunun bir değişiğidir, geliyor-s-u-n-u-z örneğinde olduğu gibi… Yine teoriyi açıklayan kitap, “Eklerin Rolleri” bölümünde, “objeler veya düşünceler, süjeye nazaran, yakın, uzak başka başka sahalarda bulunabilirler” dedikten sonra, bu sahaları birbirinden şöyle ayırıyor (s.33-35): m, en yakın sahayı, mülkiyeti ve belirme sahasını gösterir, p-b, v-f, ğ-y de bu sahadadır; n, kendine bitişik olan mahdut sahayı gösterir, z, oldukça geniş bir sahadır, s ile ş de bu sahanın içindedir; ç, c, j, esas olarak z sahasında ş, s gibidir, fakat süje ve objeyi gösteren konsonlar yerine de geçebilir; L, en uzak mıntıkalara kadar, her sahadaki objeleri ve hareketleri uzağı, büyüğü, belli olmayanı, enginliği, genişliği gösterir; t/d, çok kuvvetli yapıcı ve yaptırıcı, hâkim bir unsurdur; k, her türlü obje ve düşünceyi tamamlar, manayı tayin eder; r, yakın, belirli bir sahayı ve o sahadaki hareketi gösterir, istenilen şeyin olduğunu ifade eder. Vokallerden a, e, ı, i yakın hatlara, o, ö, u, ü ise uzak hatlara işaret eder.” [10]
Türk Dilini; etimolojik, morfolojik ve telaffuz bakımından inceleyen Güneş-Dil Teorisi Türkçenin “İlk Dil” olduğunu ve Hitit, Sümer, Etrüsk gibi ilk uygarlık dillerinin Ön-Türkçe olduğunu açıklamaya çalışırken ilan edildiği yıllarda Türkiye’de ve dünyada olumsuz tepkilerle de karşılanmıştır.
Dünyada yaygın kabul edilen “Hint-Avrupa Dil Grubu” merkezli dünya görüşüne karşıt bir görüş olan Güneş-Dil Teorisi kimi çevrelerde “Nasyonal Sosyalizm akımının etkisi altında oluşturulan resmi ideolojiye ait bir proje” [11] olarak değerlendirilirken Atatürk’ün yaşamının son iki yılını yoğun bir şekilde dil-tarih çalışmalarına ayırmış olması yakın çevresinde bulunan bazı isimler tarafından da eleştirilmiş [12] ve bu eleştirilere Atatürk: “İşitiyorum, benim dille, tarihle uğraştığımı gören bazı kısa düşünceli yurttaşlar, (Paşa’nın işi yok, dille tarihle uğraşmaya başladı) diyorlarmış… Yağma yok… Benim işim başımdan aşkın… Ben bugün ileri bir Türkiye’yi kurmaya ne kadar çalışıyorsam, yarının Türkiye’sinin temellerini atmaya da o kadar dikkat ediyorum,” [13] yanıtını vermiştir.
Mustafa Kemal Atatürk’ün vefatından hemen sonra Türk üniversitelerinin gündeminden çıkarılan Güneş-Dil Teorisinin araştırılması ve geliştirilmesine dönük çalışmalar mevcut olmasa da, Hitit, Sümer, Etrüsk dillerinin Ön Türkçe olduğuna dair bilimsel bulgular ve çalışmalar artmış bulunmaktadır. Dünya bilim çevrelerinde konuşulan bazı gelişmeler, Güneş-Dil Teorisinin tekrar gündeme gelebileceğine dair ipuçları vermektedir;
1. 2004 yılında Turin Üniversitesi’nden, Alberto Piazza tarafından yapılan genetik çalışmaya göre MÖ 7-3 yüzyıllar arasında yaşamış Etrüsklere ait 80 iskeletten alınan DNA örnekleri, Etrüsklerin bugünkü Türkiye’den İtalya’ya göç ettiklerini doğrulamaktadır.
2. Science Dergisinin Ağustos 2012 sayısında yayınlanan bir araştırmaya göre; Yeni Zelanda Auckland Üniversitesi Hint-Avrupa dil grubuna ait 103 dil üzerinde (evrim biyolojisindeki DNA karşılaştırmasına benzer bir yöntemle desteklenen) yaptıkları incelemenin sonucunda bu dillerin kökeninin bugünkü Türkiye olduğu doğrulanmaktadır.
Dipnotlar:
[1] Tevsik: belgelemek
[2] Camit: donuk
[3] Son ek
[4] Tavzih: açıklama
[5] Kemal Şenoğlu, Türk Tarih Tezi ve Mu Kıtası
[6] Utkan Kocatürk, Atatürk ve Türk Devrim Kronolojisi
[7] Kemal Şenoğlu, Türk Tarih Tezi ve Mu Kıtası
[8] Vokal: ünlü – Konson: ünsüz
[9] Türk Dil Kurumu, Etimoloji, Morfoloji ve Fonetik Bakımından Türk Dili
[10] Agop. Dilaçar, Atatürk ve Türk Dili, TDK Yayınları
[11] Falih Rıfkı Atay, Çankaya isimli eserinde şöyle diyor: “Güneş-Dil Teorisi üzerinde durmak istemiyorum. Ben bu teoriye hiçbir zaman inanmamıştım… Son dil çalışmaları Atatürk’ün eşsiz ve hayret verici sağduyusunu hayli zedeleyen hastalık buhranlarına rastladı” (s. 554)
[12] İsmail Beşikçi, Türk Tarih Tezi “Güneş-Dil Teorisi” ve Kürt Sorunu
[13] Sinan Meydan, Atatürk ve Kayıp Kıta Mu