Hac ritüeli, belirli bir vakitte insan ömründe bir kez yapılan bir ritüel olarak tanımlanır. Hac’a gitme koşullarına uyum gösterebilen kişi bir niyet üzerine Hac ziyareti için bu zorunlu vakitte yola çıkar ve gittiği yerde Telbiye, Tavaf, Sa’y, Vakfe ritüellerini yerine getirir.

Zorunlu vakit dışında yapılan Hac ziyareti olan Umre’de (Küçük Hac/ Hacc-ı Asgar) Hac’ın Vakfe olarak tanımlanan ve Arafat, Meşar ile Mina’da gerçekleştirilen “Şeytan Taşlama bölümleri gerçekleşmez.

Hac ritüeli tasavvufi açıdan, insanın “hakikat seyahati” olarak yorumlanmakta, bu yoruma göre seyahat hem “yaratılış” hem “ölümü simgelemekte ve bu simgeler bütünü sonunda bir anlam inşası gerçekleşmektedir. (1)

Sözü edilen hakikat seyahatinin simgelerinden biri olan Vakfe, Hac’ın yalnızca “zorunlu” olan vaktinde yapılan Hac için geçerlidir. Vakfe (durmak-adanmak); Arafat, Muzdelife (Meşar) ve Mina’dan oluşmaktadır. Tasavvuf geleneğinde Arafat Dağı, “Bilmek Dağı” olarak tanımlanmakta ve anlayan akıl, irfan bu dağda gerçekleşirken, Meşar ruhsal bir vaka olarak şuurlanmayı, Mina ise anlamı, imanı simgelemektedir. (2)

Kuran Bakara suresi 198. ayette: “Arafat’tan ayrılıp akın ettiğinizde Meşar-ı Haram’da Allah’ı zikredin ve O’nu size gösterdiği gibi zikredin,” denmektedir.

Arafat’ta cemaatle birlikte öğle vaktinde birleştirilerek eda edilen öğle ile ikindi namazlarında (Cem-i Takdim) edinilen bilgi ile Meşar-ı Haram’a akın edilmektedir. Meşar’ın bulunduğu yerin adı ise Muzdelife’dir. Muzdelife kelimesi, yaklaşmak, yakınlaşmak anlamındaki Arapça zelefe kökünden türetilmiş olup, yaklaşılan, yakınlaşılan yer (Mina’ya yaklaşılan) anlamında kullanılmaktadır. Toplanma, bir araya gelme anlamları da taşıyan kelime aynı zamanda “cem” adıyla da anılmaktadır. Âdem ve Havva’nın yeryüzünde bu noktada buluştukları inancı yaygın bir söylencedir. Hz. Muhammed’in süvarisi lakabıyla bilinen sahabe Ebu Katade’den kaydedilen bir rivayete göre akşam ve yatsı namazlarının bir arada kılınmasından ötürü “cem” adı verildiği de belirtilmektedir.  Bu mevkide birleştirilerek gece eda edilen namaza “Cem-i Tehir” denilmektedir.

Meşar’ın (şuurlanma) gerçekleştiği yer olan Muzdelife (cem) aynı zamanda Mina’da gerçekleşecek olan Şeytan Taşlama ritüeli için kullanılacak olan taşların toplandığı yerdir.

Şeytan taşlama eylemine ve taşların toplandığı yığınlara aynı ad verilmektedir; cemre. Cemre kelimesinin Arapça anlamı, kor durumunda olan ateştir. Şeytan’ın ateşten yaratıldığı ayetinin (Araf/12) bir sembolü olmakla birlikte, kor durumunda olan ateş, onun dumansız ateş olduğuna da bir gönderme olarak yorumlanabilir.

3 Cemre şöyledir:

1. Cemre-i Suğra (Küçük şeytan)

2. Cemre-i Vusta (Ortanca şeytan)

3. Cemre-i Akabe (Büyük şeytan)

3 Cemre taşlandıktan sonra Mina (anlam-iman) vakfesi gerçekleşmiş olur.

Hac ritüelinde ifade edilen yaratılış simgeselliği Türk Kültüründe yine bir yaratılış ifadesi olarak doğa üzerinden 3 Cemre ile anlatılmaktadır. Önce havaya sonra suya, en son toprağa düşen 3 Cemre inancının kaynağı olarak Türkler gösterilir.

Gazi Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Halk Bilimi Bölüm Başkanı Prof. Dr. Öcal Oğuz’a göre: “Cemrelerle ilgili inanışların kaynağının ve takvim bilgisinin daha güneyde ve sıcak iklimlerde var olan Arap kültüründen ziyade, daha kuzeyde ve soğuk iklimlerde var olan Türk kültüründen kaynaklanmış olması daha akla yatkın görünüyor. Arapça cemre kelimesinin kor veya sıcaklık anlamı nedeniyle eski Türkçedeki imre (imere veya emire) kelimesinin yerine geçtiğini savunanlar vardır. Kadim bir Türk grubu olan Altayların mitolojisinde imre adı verilen bir ruh veya cinin cemreleri yaptığına inanılır. İmre baharda görülür ve bir ışık demeti halinde göğe yükselir, ardından suya iner ve buzları eritir, sonra da toprağı ısıtır. Eski bir Türk kavmi olan Bulgarlarda geçen zemire ile Anadolu halk takvimindeki zemheri (Ocak ayı) arasında bir ilişki kurulabilir. Ayrıca Azerbaycan kültüründe yaygın olan ve 21 Mart’taki Nevruz’a kadar olan dört çarşambanın aynı zamanda cemle adıyla kutlanması cemrelerle ilgilidir.” (3)

Anadolu halkı tarafından sözel kültürde halen kullanıla gelen bu takvime göre yıl iki isimle ayrıştırılır: “Kasım” günleri ve “Hızır” günleri. Prof. Oğuz’un açıklamalarına göre, Kasım günleri Miladi takvime göre 8 Kasım’da başlar ve 179 gün sürer (Bu yıl Şubat 29 çektiği için 180 gün olacaktır). Hızır günleri ise Miladi 6 Mayıs’ta başlar ve Miladi 7 Kasım’a kadar 186 gün sürer.

Cemreler Miladi takvime göre, 20 Şubat’ta havaya, 27 Şubat’ta suya ve 6 Mart’ta da toprağa düşer. Toprak aynı zamanda İslam geleneğine göre Ebu Turab olarak anılan Hz. Ali’yi de simgelemektedir. Bu ismi Ali’ye Hz. Muhammed’in söylediğine dair rivayetlerin Ahmed b. Hanbel/ Müsned, Hâkim/ Müstedrek, Taberi /Tarih, İbni Hişam /es-Siretu’n-Nebeviyye, İbni Kesir/ Tarih eserlerinde zikredildiği ifade edilmektedir.

3. cemrenin toprağa düşmesinden sonra Hızır’ın gelmesi için 6 Mayıs tarihi beklenir. Prof. Oğuz, “Bu sürede yer ısınır ve halk, kardelen, çiğdem ile öksüz oğlan çiçeklerinin topraktan çıkmasını bekler,” diyor. (4)

5 Mayıs’ı 6 Mayıs’a bağlayan gece tıpkı Âdemle Havva’nın buluşmasına benzer bir buluşma, Hızır ile İlyas arasında gerçekleşir. Anadolu halk takvimine göre 6 Mayıs takvimin ilk günü, yılbaşı günüdür. Bu inanca göre Hızır aylarının başlamasıyla hayat kendini göstermeye, anlam bulmaya başlar ve bolluk bereket kapıları böylece aralanır.

Kim bilir, Mina’daki 3 cemre, taşlanan 3 kor ateş, belki de bu eylemle “şeytanın Müslüman edilmesi”nden sonra Türk kültüründe doğayı ayağa kaldıran, hayat veren ve gelmesi beklenen 3 cemreye dönüşmektedir.


Referanslar:

1- Metin Bobaroğlu – Simgesel Düşünme, Anadolu Aydınlanma Vakfı Yayınları, – Hac Ritüeli, Ayna Yayınları

2- Metin Bobaroğlu – Simgesel Düşünme, Anadolu Aydınlanma Vakfı Yayınları, – Hac Ritüeli, Ayna Yayınları

3- Prof. Dr. Öcal Oğuz – Milliyet gazetesi röportajı – 18 Şubat 2012

4- Prof. Dr. Öcal Oğuz – Milliyet gazetesi röportajı – 18 Şubat 2012

Ayşe Acar
+ Son Yazılar