Tanrı kâinatı yarattığında, daha kara parçaları yokken, yer ve gök su iken, Kandilde bir Nur parladı. Bu nur’un içinde bir kadın gözüktü. Başında bir Taç, iki kulağında iki Küpe, belinde de bir Kemer vardı. Cebrail Nur içinde Kadın’ı görünce hayrete düştü. Hakk’a niyaz etti, kim olduğunu bilmek istedi.
Hakk’dan bir nida geldi; dedi: “Ey Cibril, O, Cennetin Seyyidesi Fatıma-tüz Zehra’dır.”
Cibril sual etti: “Ey Tanrım, ne kadar güzeldir.”
Tanrı buyurdu: “Biz O’nu nur âlâ nur’dan yarattık.”
Cibril sual etti: “Ya Rab, başındaki nedir?”
Tanrı buyurdu: “Başındaki Taç, Tac-ı Devlettir ki bu Muhammed Mustafa’dır.”
Cibril, belindekini sual eyledi.
Hakk buyurdu: “Ya Cibril, belindeki de Kemer olup, Fatıma’nın helâli olan Ali’dir.”
Cibril sual etti: “Kulaklarındaki nedir?”
Hakk buyurdu: “Şebber-ü Şübber (Hasan ve Hüseyin) Cennetin Efendileri.”
Anadolu’da anlatılan yaratılış hikâyelerinin pek çoğunda kandilin içinde bir nur’dan bahsedilir. Bu anlatımlarda zaman zaman nur, ‘içinde nurlar olan bir nur’ yani ‘cevher’ olarak da kullanılır:
“Halik-i Âlem Tanrı kudretini âşikâr kılmak diledi; yüksek, alçak, sağ, sol, doğu, batı, kuzey, güney, yer, gök, güneş, ay, yıldızlar, yıl, gün, bütün bunları dileyince, kemal-i kereminden ve lütf-u inayetinden bir şeyil deniz yarattı. Sonra o denize bakıverdi. Deniz dalgalandı, coştu ve bir cevheri dışarıya düşürdü. Yüce Tanrı bu cevheri aldı, ikiye böldü. Parçalardan biri yeşil, biri ak; iki nur oldu. Yeşil nur, Muhammed Mustafa’nın, ak nur da Murtaza Ali’nin nuru oldu…”
Bu mitsel anlatımlarda yaratılışı başlatan nur, bazen yaratılışın devamını sağlamak için nuru taşıyan kandile dönüşür:
Bu dünyanın temelini
Kurup yoğuran ben idim
Hiç yokken Âdem nesli
Âdem’i doğuran ben idim
Yeşil kandil nuru benim
Cennetteki huri benim
Âdem ata yâri benim
Şit’i doğuran benim
Geçen peygamber bir, bir
Hep benden aldı feyz-i- nur
Musa’ya dahi dağ-ı Tur
İsa’yı doğuran ben idim
Ta ezelden nur-u kandil
Fatıma anamızdır bil
O yuttu iki gonca gül
Hüseyni doğuran ben idim
(Meluli)
Cevher, Maya, Nur, Nur-u Kandil; tüm bu anlatımlar Fatıma’yı işaret eder. Fatıma başlangıçta maya’dır, nur-u kandil de o mayayı taşıyandır ve mayalanma ‘Fatıma Eli’ ile gerçekleşir. Anadolu tasavvufunda baştan sona tüm anlatımların özeti olan Muhammed ile Ali’nin muhabbeti, onları cevher olarak içinde taşıyan Mecmu-al Nurayn (iki nur) olan Fatıma’dadır. Fatıma Nübüvvet ile Velâyetin buluştuğu nokta, iki Nur’u mayalayan ‘Muhammed Ali’nin Zehra’sı olan çoban yıldızıdır.
Fatıma ‘çoban’lara yol gösterirken aynı zamanda ‘yol’un kendisidir. O, dişil bir öğe olarak içinde sırlar taşıyan, Âdem’i, Şit’i, Musa’yı, İsa’yı, Hüseyin’i doğuran bir annedir. Yaratılışta Kozmos, Matriks, Mater, Rahim (anne) olan ‘Ana’; “Ben babamı kucağımda büyüttüm, kudret sütü ile emzirdim, avuttum’ diyerek Muhammed’in de annesidir.
Muhammed, sonuç olarak sebebi yaratan kişi, kimi zaman Âdem, kimi zaman Musa, kimi zamansa İsa olarak dünyaya gelmiştir:
Katre idim ummanlara karıştım
Kaç bulandım kaç duruldum kim bilir!
Devre edip âlemleri dolaştım
Bir sanata kaç sarıldım kim bilir!
Bulut olup ağdığımı bilirim
Boran ile yağdığımı bilirim
Altı anadan doğduğumu bilirim
Kaç ebeden kaç soruldum kim bilir!
(Gufrani)
Muhammed her devriye edişinde kevser ile gelmiş, o kevser her defasında bir kadehte, bir kâsede taşınmıştır. Cennetin sırrı olan ‘kevser şarabı’nda Muhammed şarap, Ali saki, Fatıma kadeh olmuştur. Şarap her defasında ‘Fatıma Kadehi’nde korunmuştur.
Kadim Tasavvuf geleneğinde kutsal emanet olarak tanımlanan Muhammed, kimi zaman ahit sandığında, kimi zaman da kutsal kâsede, kadehte (rahimde) taşınmıştır. Kadeh emanetin koruyucusudur. Muhammed, Musa olarak üryan olduğunda emaneti koruyan, Fatıma olan Asiye’dir. Asiye başkaldırmış, emanet için Firavun’a asi olmuştur. Muhammed, İsa olarak üryan olduğunda, kutsal kâse Fatıma olan Meryem’dir. Meryem abid olmuş, İsa’ya hizmet etmiştir. Muhammed, Mustafa olarak üryan olduğunda emaneti koruyan, Fatıma olan Hatice’dir. Hatice Mustafa’dan erken gelmiştir dünyaya. Muhammed, Hüseyin olarak üryan olduğunda emaneti koruyan, Fatıma olan Fatıma’dır. Fatıma; Fatr, yaratan, başlatan, 12 imam yolunu başlatmıştır. Muhammed, Zeynel Abidin olarak üryan olduğunda emaneti koruyan, Fatıma olan Zeyneb-i Kübra’dır. Zeynep; en değerli olan emaneti değersiz bir çölde, Kerbelâ’da saklamıştır. Muhammed, Hasan-ı Basri olarak üryan olduğunda emaneti koruyan, Fatıma olan Rabia’dır. Rabia Rabbi olmuş Hasan-ı Basri’nin, ruhsat sorup ruhsat sahibi yapmıştır.
72 milletin emanet edildiği kutsal emanet olan (ledün şarabının sakileri) Güruh-u Naci’nin atası Şit (Naci-İmam Ali)’de Muhammed’dir. Şit’i koruyan Naciye de Fatıma’dır. Naci, Naciye’de bir sırdır.
Sofia’nın kutsandığı, eril olanın dişil olana içerildiği geleneğin mitsel anlatımında Âdem ölmeden önce Şit’e şöyle seslenir: “Bana isimleri Kandil’deki Fatıma Nuru öğretti. Bizim alnımızdaki bu Nur benden sana geçmiş, senin soyundan gelecek olan Muhammed Mustafa’ya geçecektir. O nur öyle bir kadına emanet edilsin ki hiç bozulmasın…”