Güdüm bilimi de denilen Sibernetik sözcüğü; yöneten, gerekli yönü veren, yol gösteren anlamlarını içinde barındıran Yunanca kybernétes (dümenci) sözcüğünden gelir. Sibernetik, tıpkı bir dümencinin yaptığı gibi denetleme, haberleşme, kontrol, ayarlama ve denge kararlarının verildiği, 20. yüzyılın ikinci yarısında ortaya çıkmış karmaşık sistemlerle ilgili bir tür yönetim ve denetim bilimidir. Sibernetik sistemlerde süreç içinde, sonuçların geri bildirim (feedback) yoluyla kendi üstüne dönerek ulaştıkları noktalar hakkında bilgileri değerlendirmesiyle, önceki aşamalarda gerekli ayar ve değişikliklerin yapılması sağlanır. Değişen koşullar, ortamda gelişen farklılıklar, sonuçta beklenen veya beklenmeyen durumlar, geri bildirim yoluyla sistem içinde değerlendirilir ve sürecin farklı aşamalarındaki adımlarda tekrar düzenlemelere gidilebilir. Sistem kapalıdır, ancak cansız değildir. Genelde her sistem kendini kapsayan bir üst sisteme dâhildir. Sonuçlar sebebi, geri bildirimlerin oluşturduğu bu iç haberleşme mekanizması sayesinde etkiler.
Belli bir gayeye bağlı kapalı sistemlerin sibernetik yapıda olması günümüz bilim ve teknolojisinde sıkça kullanılan bir düzenlemedir. Özellikle teknoloji ilerledikçe geliştirilen mekanizmalar, ister günlük yaşamda kullandığımız aletler ister daha karmaşık yapılı düzenekler olsun, bu geri bildirimli düzenlemeler sayesinde işlevlerini yerine getirebilmektedir. Bulunduğu ortamın fiziksel koşullarını ölçüp ona göre çalışmasını düzenleyen makineler, verilerin ortaya çıkan sonuçlarını sürekli inceleyerek formüllerini değiştiren bilgisayar programları, karar mekanizmalarını üretebilen yapay zekâ çalışmaları birer sibernetik sistemdir.
Bu hassas denge–ayar mekanizmasının aslı, bizi de kuşatan kapalı bir sistem olan dünya ve kâinatta gözlemlenir. Kâinat da içinde binlerce alt sistemi barındıran canlı bir bütündür. İçindeki iç haberleşme ve geri bildirimler sayesinde ereğe doğru ilerlerken dengelerin korunması sağlanır. Her sistemin iç bütünlüğü, içinde bulunduğu üst sistemler için önemlidir. Bilimin örnek aldığı esas kaynak canlı organizmaların işleyişidir. Zira beyin ve sinir ağlarından oluşmuş sinir sistemi, sibernetik sistemlerin eşsiz bir örneğidir. Beyin, sinirler yoluyla gelen eşzamanlı yüzlerce enformasyonun tümünü değerlendirerek bedenin sağlıklı biçimde hayata devam edebilmesi için gerekli düzenlemeleri yönetir. Hatta bunların birçoğu bizim farkındalığımız dışında gerçekleşir. Beden ısının ayarlanması, sindirim sisteminin işleyişi, normalin dışında bir durum karşısında bedenin tepki vermesi vb. bunların tümü birbiri içine geçmiş farklı sarmal düzenlerdir ve belli bir yönetim merkezi tarafından denetlenip kontrol edilir. Bedenin bir yerinde oluşan bir değişim tümünü anında etkiler ve sistemlerin hepsi buna göre işleyişlerini yeniden düzenler.
Bu durum her ne kadar günümüzde, özellikle bilimde ön plana çıksa da, gerek sosyal gerek varoluşsal evrendeki tüm sistemler kendi üstüne dönen sibernetik bir yapıdadır.
Tamamen sibernetik bir beden mekanizması ve psişesi ile donanmış insan da aslında büyük bir sibernetik yapı olan kâinatın bir alt sistemidir. Her şey iç içe geçmiş sarmal bir düzendedir. Bireyde sibernetiğin işleyişi nasıl olabilir? Kendi üstüne dönen sibernetik kavramı kuyruğunu ısıran yılan uroboros ile simgelenir. Bilincin kendi üstüne dönmesi, bilincin bilinci konu etmesi de sibernetiktir.
Bilinç bilinci nasıl anlar? Bu soru sibernetiğin konusudur. İnsan yaşarken aldığı kararları, yaptığı eylemleri, düşünceleri ile hayatını yaşamaktan ziyade yöneterek “oluşturur.” Her kararı, hareketi, seçim ve vazgeçişleri, yaşam sistemi içinde ereğine doğru ilerleme yolunda farklı ayarlamaların ve düzenlemelerin yapılmasına neden olur. An be an o kişisel hayat seçilen tüm renklerle örülür. Kat edilen yol önceden var değildir, ancak belli temellerin korunması adına gidildikçe belirlenir. Döngüsellik, geri bildirim, haberleşme ve yönetim özellikleri bu yolun inşasında, temel kavramlarında ve bütününde sibernetik bir dünya görüşünü oluşturur.
Bu haliyle hayatı yazan, kendini de yazan insanın kendisidir. Bir sistemi incelemek, sistemin bir parçası olarak tam olarak mümkün değildir, çünkü her değerlendirme veya inceleme bir müdahale anlamına gelecektir. Avusturyalı biyolog Bertalanffy, sistemin bir ilişkiler ağı olduğunu ifade eder. Özne, ait olduğu sistemi veya oluşumu onu etkilemeden, ona dokunmadan gözlemleyemez, zira bunun için yapılan tüm teşebbüsler bütün ilişkilere yapılacak bir müdahale ile sonuçlanır. Gözlem ya da iç haberleşme sonucunda oluşan geri bildirimler, bu bağlamda daha oluşturuldukları andan itibaren sistemin tümünde dönüşüme sebep olur. İnsan hayat denilen sistemi yaşarken onu sürekli dönüştürür. İçinde bulunduğu tüm ilişkiler yumağı ile karşı karşıya geleceği için dünyayı var olan haliyle keşfetmez, bu anlamda onu yeniden yazıp üretir. Dünya üstüne yapılan her çalışma, her gözlem aslında onu olduğundan daha farklı bir hale getirir. İlişkileri incelemek demek, o ilişkiyi her anlamda farklı boyutlara taşımaktır, zira müdahale olmadan inceleme de olamaz. Bir anlamda insan bu geri bildirimler yoluyla kendini de yeniden üretir.
Şilili biyologlar Maturana ve Varela’nın literatüre kazandırdıkları “autopoiesis” (self-creation / öz-yaratım) terimini anmak bu noktada uygun düşer. Bu terim, belirli bir işlev ağı ile donanmış bir sistemin, işleyişi sırasında eşzamanlı olarak kendini de üreten süreçleri gerçekleştirmesini ifade eder. Örneğin, belirli kimyasallardan ve organellerden oluşan bir canlı hücresi enerji üretimi sırasında kendini de oluşturan yapıtaşlarını da oluşturur ve bu sayede kendi sürekliliğini de sağlar (Bunun tersi de allopoietik’tir. Ürününün kendi sürekliliği ile ilgisi olmayan bir araba fabrikası da buna örnek olarak verilebilir). Hücrenin kendisi, öz-yaratım özelliğine sahip sibernetik bir yapıdır.
İnsanın kâinatı ve hakikati anlayabilmesinin yolu her şeyin mikro/makro ölçekteki prototipi olan kendisiyle ilgili gizemleri çözmekten geçer. Aslında tek bir hücresinde örneğini gördüğü hakikat kendi varoluşuna ait aslın sûretinden başka bir şey değildir.
“Kendini bilen Rabbini bilir.”