“Cesaretiniz var mı ey kardeşlerim? Yürekli misiniz? Tanıklar önündeki cesaret değil, hiçbir tanrının tanıklık etmediği bir münzevi cesareti, bir kartal cesareti gerekli.
Soğuk gönüllere, katırlara, körlere, sarhoşlara yürekli demem ben. Korkuyu bilen ama korkuyu yenendir, uçurumu gören ama ona gururla bakandır yürekli kişi.
Uçurumu gören ama uçuruma kartal gözleriyle bakandır, uçurumu kartal pençeleriyle kavrayandır cesareti olan.”
Friedrich Nietzsche[1]
Türk kültüründe önemli bir yere sahip olan kartalın, Altay mitolojisinde kendisinden ilk insanın türediğine inanılan canlı olduğu görülür. Hatta bugün hâlâ Garuda adıyla anılan; gövdesi, kol ve bacakları insan biçimli, kartal başlı, kartal gagalı ve kartal biçimli kutsal kuş; Endonezya, Tayland ve Moğolistan’ın milli sembolü olmaktadır. Altay mitolojisinde kartala birçok tanrısal nitelikler verildiği gibi, Zerdüşt inancı onun, Tanrı Vayu’nun kılığına girdiği hayvan olduğunu kabul etmiştir. Şaman inancında Göktanrı olduğuna inanılan Kartal’ın, mitolojilerde çoğunlukla koruyucu ruhun ve adaletin simgesi olduğu görülür. Kartal aynı zamanda hükümdarları ya da beyleri temsilen arma ve bayraklarda sık sık bir güç unsuru olarak yer almıştır.
Türk kültürü bilindiği üzere uzun ve köklü bir geçmişi taşır. Bu kültür yüzyıllar boyunca temas ettiği çeşitli medeniyetler ve geçirdiği evrimler neticesinde sosyal ve ekonomik değişikliklere uğramış, fakat yine yüzyıllar boyunca da bazı değer unsurlarını kaybetmeden koruyabilmiştir.
Hayvan üslubu Türklerin görsel kültüründe asırlarca varlığını koruduğu gibi bozkırda gelişmiştir. Buradan Orta ve Ön Asya’ya kadar yayılmış ve geniş bir coğrafyaya dağılmıştır. Çin sınırından Orta Avrupa’ya kadar uzanan geniş bozkırlarda etkili olmuş, bu bölgelere hâkim olan Türk topluluklarını da yüzyıllarca etkilemiştir. Bozkır sanatına dayanan ve burada yaşayan Türklerin hayat şartlarına uygun olarak hayvanlara yakın ilgilerinden doğmuştur.
Hayvan üslubunun Türklerin inanç sistemleriyle de yakın ilgisi vardır. Doğa karşısında aciz kalan ilkel insanların olayların altında büyü ve sihir arayışları bazı simgelerin de doğmasına yol açmıştır. Böylece bu tabiatüstü kuvvetlere karşı olan korku, saygı, korunma ve uzlaşma gibi eğilimler bu üslubu besleyen ana kaynakları oluşturmuştur.
“Şamanizm ve Mitolojilerde Türk hayvan üslûbu içerisinde “Kuş” motiflerinin sıklığı, ancak bağlı oldukları inanışlarla açıklanabilir. Kuş sembolizmi şaman inanışında oldukça yaygındır; şaman ya da kam-ozan, şamanlaşmadan önce bir kuş görünüşünü olabildiğince andıran, tüylerden oluşmuş bir giysi giyer ve bu kılığa bürününce kendini bir kuş gibi hisseder. Böylece öte dünyaya doğru kanat açabilecektir. Şamanların ayin esnasında kullandıkları davulun üstünde de, kartalı bir ağacın üzerinde gösteren çizimler mevcuttur ki şaman bu ayin sırasında kartala şu şekilde seslenir:
Gök kuşları, beş Marküt (kartal),
Tırnakları bakırdan,
Ayın tırnağı bakırdan,
Ayın gagası buzdan,
Geniş kanatları muhteşem hareketli,
Uzun kuyruklu muhteşem hareketli,
Sol kanadı ayı örter,
Ey dokuz kartalın anası,
Yayık’ı geçerken şaşırmaz,
Edil üzerinde yorulmaz, Öterek
gel sen bana! Oynayarak gel
sen sağ gözüme! Sağ omzuma kon”[2]
Yakut Türklerinde bir “Gök direği” inancı vardır. Buna göre; uzun bir ağaç sırık ucunda yine ağaçtan yontulmuş bir kuş türü bulunurdu. Genel olarak “Gök kuşu” adını verdikleri bu kuş çift başlı kartal şeklinde yapılırdı. İnanışa göre sırık göğe kadar uzanıyor ve gökte tanrının kuvvet ve kudretini temsil eden büyük kartala kadar ulaşıyordu. Onlar bu basit sıklığı, sembolik olarak öyle tasavvur ediyorlardı. Dolgan’lara göre, bu gök kuşun büyük kanatları, yere açılan göğün kapısını insanlara kapamıştı. Yedi ve sekiz dallı yapıların gök direklerinde her dalı göğün bir katını gösterirdi. Çift başlı kartalın oturduğu katta artık tanrının çocuklarının ruhu dolaşırdı. Bu ruhlar kuş şeklinde uçuşurlardı.
Yukarıda da değindiğimiz gibi, Orta Asya inanışları ve şaman Türklerinde kartaldan türeme inancı oldukça yaygın görülmektedir. Bu inanış efsanelerde de kendini gösterir. Yakut Türklerinde şamanın kartaldan tünediğine inanılırdı. Bir diğer inanışa göre de özellikle Göktürk devleti zamanında hükümdar veya seçkin şahsiyetlerin doğumlarının kartal kültürüne ithaf edildiği yaygındı. Ayrıca kısır olan kadınların çocuk vermesi için kartala başvurup yalvarması ve bundan sonra gelen çocuğa “hotoy torütten” (yeni kartaldan türemiş) denildiği aktarılmaktadır. Altay mitolojisinde en büyük tanrı sayılan Ülgen’in yedi oğlundan biri olan kartal, Güneş ve Göktanrının sembolü, aynı zamanda tanrının bir elçisi olarak görülür ve sayılırdı.
“Oğuz destanlarına göre, her boyun bir kuş sembolü vardı. Bu kuşlar da genel olarak yırtıcı kuşlardan seçilmiştir. Bir Moğol tarihçisi olan Reşideddin, bu kuşlara Ongon deyimini kullanmış ve bu suretle deyim günümüze kadar ulaşmıştır. Aslında Ongun sözü Moğolcadır. Bunun Türkçesi “Töz”dür. Töz, Türkçe’de “kök-menşe” anlamına gelir. Kaynağı çeşitli yerlere dayandırılmakla beraber Ongunlar, insan kuş ve başka hayvanlar şeklinde yapılan totemlerdir. Bunlar ağaçtan, taştan, kemikten, madenden ve çamurdan yapılırdı.
Oğuz boylarının amblem hayvanı olan ongunların sadece totem olmayıp bu hayvanların kendilerinden de çekinildiği ve o boy tarafından avlanamadığı, etinin yenilemediğini belirterek kutsallığının üzerinde durur.
Oğuzların toplumsal seviyeleri yükselince bu ongunlar gerçek mahiyetini kaybedip birer arma şeklinde devam etmiştir. Türklerde kartal ve diğer bazı kuşların, erkek çocuklarına yiğitlik, kahramanlık, güçlülük ve hâkimiyet sembolize etmesi için ad olarak verildiği bilinmektedir.”[3]
Kartalla ilgili diğer ilgi çekici adetleri yine Yakutlarda yoğun olarak görmekteyiz. Örneğin, Yakutlarda en korkunç and kartal adıyla içilen andır. Kartal adıyla yalan yere and içenlerin “ocağı söner” yani nesli ve tohumu kesilirdi.
Herhangi bir Yakut, evinin yakınında bir kartal gördüğünde ziyafet vermesi gerektiğini düşünür ve bunu yapardı. Eğer Yakutlardan birisi kaza ile bir kartalı öldürmüşse, şaman çağrılarak bu kartal kaldırtılırdı.
“Hastaya çağrılan şaman hastanın kartal öldürdüğü için hastalandığını ruhlarından öğrenirse çürük ağaçtan bir kartal sureti yapar, güney doğuya açılan pencereye karşı döner. Kartal adına, kürek kemikleri üzerinde beyaz lekeleri bulunan, yağız at kurban kesilir. Şaman hazırladığı suret üzerine kurbanın yürek kanıyla göz, ağız gibi resimler çizer. Dualarında hastanın kartala saygı göstereceğine dair söz verir. Şaman tarafından yapılan kartal sureti, içine hastanın öldürdüğü kartalın ruhu (sür) konulup evin bir köşesine asılır. Ayin tamam olduktan sonra bu suret ormana götürülüp bırakılır.”[4]
Yakutlardaki bir başka inanç ise karların ve buzların erimesi ve ilkbaharın gelmesinin kartalın kanatlarını çırpmasına bağlı olduğudur. “İlkbahar yılın gelişi”(yıl gelirinin ırı), (Cıl keliitin ırata) adını verdikleri bahar türküsü, eski devirlerde kartal namına söylenen ilahilerin kalıntısı olarak değerlendirilir. Bazı Yakut ana soyları ise kartalı koruyucu ruh sayarlar.
Anadolu’da ise kuşlar ve uçmak ile ilgili inanışlar tasavvufi yaşantı ile de devam eder. Örneğin, Hace Bektaş Veli Anadolu’ya geldiğinde yerli dervişler tarafından hoş karşılanmaz. Bu dervişlerden birisi olan Doğrul Baba, Hace Bektaş’ın güvercin şeklinde geldiğini görünce, o da hemen doğan biçimine girer (bu biçim değiştirmeye don değiştirme denilmektedir) ve güvercini avlamak ister. Hace Bektaş hemen silkinip Âdem kılığına girmiş ve insan olarak doğanın boğazından tutup nefesini kesmiştir. Doğrul Baba bunun üzerine Hace Bektaş’tan af dilemiştir. Bu Anadolu dervişinin adı olan Doğrul, Türklerin av kartallarından Tuğrıl’dır.
Kartal Anadolu’da kurulmuş medeniyetlerin pek çoğunda sembol olduğu gibi Gökyüzünü temsil eden, gelecekten haber veren, ruhları öbür dünyaya götüren kutsal bir hayvan olarak da kabul edilir.
“Kuş tarihler boyunca olağanüstü bir yaratık olarak algılanmış ve adeta tanrılaştırılmıştır. Orhun kitabelerinde, Orta Asya Yakut Türklerinin, her insanın kuş şeklinde bir ruhu olduğuna, ölen kişinin ruhunun göğe yükselip kuş gibi uçtuğuna inandıklarından söz edilir. Kartal ve aslan motifleri 13. yüzyılda Selçuklu Devleti tarafından arma olarak kullanılmıştır. Selçuklu kartalı daha sonra 1435’de İmparator Sigismund tarafından Alman Bayrağına arma olarak alınmıştır.”[5]
Altay mitolojisinde kartal evrensel yeteneklerinin ve hayat kaynağı oluşunun ötesinde insan yiyici özelliğiyle öne çıkar. Kartala atfedilen bu nitelik bir yeniden doğuşu simgeler.
“Görkemli bir hayvan olan kartal sırasıyla yedi gün toprak altında, yedi gün göklerde yaşar, kemiklerini dokunulmaz hale gelecek biçimde düzenlemek için kahramanı yutar ve kanlı canlı olarak tekrar hayata iade eder; yani bir başka deyişle, evren boyunca yaptığı bir hayli uzun süren bir gezinti sonunda, kendi iskeletini seyretmesi sırasında en azından ruhen ölen Şaman örneğinde olduğu gibi, tahta çıkışında boğulmayı taklit eden Kral Hazar gibi ve dönem dönem Kitan Kağanı gibi öldürür ve tekrar diriltir”. Bu kartalın Orta Asya’da, Asya’nın her yerinde var olan efsanevi kuşun benzeri oluşu, İran’daki simurg, Arapların ruh’u, Hintlilerin garuda’sını andırması, bozkır iklimine iyi uyum göstermesi ve kendisinden sık olarak söz edilmesi efsanenin eski olduğunu düşündürmektedir.”[6]
Orta Asya’da yaygınlığının yanı sıra, Selçuklularda da kartal simgesi, özellikle çift başlı kullanımıyla önde gelen en önemli semboldür denilebilir. Katallı tuğ ve asa kudret ve asalet sembolü olarak kullanılmıştır. Saray ve sultanın simgesi çift başlı kartaldı. İbn-i Bibi’nin aktarımına göre, Anadolu Selçuklu sultanları bir yeri fethettiklerinde, tepesinde kartal bulunan çadır (çetr) kurdururlardı. Bu da kartalın koruyucu unsur, kudret, kuvvet ve iyi talih sembolü olduğunun göstergesiydi.
“Beyşehir’de Beyşehir Gölü kıyısında 1226-1237 yılları arasında yapılan Alaeddin Keykubat’ın Kubadabad Sarayı çinileri üzerinde görülen kartal şekilleri ve bu şekillerin altında yer alan -Es Sultana- gibi ibareler bu görüşün doğruluğunu gösterir. Ariflik ve bilginliğin sembolü olan çift başlı kartalın Selçuklu medreselerinde bulunması kurumun işlevi ile ilgili olsa gerektir.
Anadolu Selçuklu sanatında kartal figürünün görüldüğü yerlerden bazıları şunlardır:
– Diyarbakır kalesi XXX. burç niş tepesinde (1088)
– Diyarbakır kalesi XL. burç niş tepesinde (1089-90)
– Diyarbakır Urfa kapısında boğa başının tepesinde
– Divriği Ulu Camii batı portalında (1228-1229)
– Tercan Mama Hatun Türbesinde kartal (13. yy.)
– Niğde Hüdavent Hatun Türbesinde (1312)
– Niğde Sungur Bey Camisinde çift başlı kartal (1335)
– Sivas Gök Medresede (1271)
– Kayseri Döner Kümbette (1279)
– Erzurum Çifte Minareli Medresede (1260)
– Erzurum Yakutiye Medresesinde (1310)
– Diyarbakır kalesi yedi kardeş burcunda (1335)
– Konya Kalesinde (1221)[7]
– Konya Alaeddin Köşkü alçı kabartmalarında ( 1257-67)
– Kubadabad sarayı çinilerinde ( 1226-1237)”
Çift başlı kartal Anadolu uygarlıklarında gücü simgeler. Köylerin ortasındaki meydanlara dikilen sütunlara demir ya da taş amblemi konulurdu. “Efendi kuş” adı verilen motif, efsaneye göre, yüce Tanrının evinin önündeki sütunlarla eş tutulurdu.
Türklerde kartalın önemi dinî geleneklere dayanmasına rağmen, kartal zamanla dinî anlamını kaybederek uğur, şans gibi mânâları üstlenmiştir. Müslüman Anadolu Türkleri ise asla kartala tapmamışlardır ve onu bir dinî simge olarak görmemişlerdir. Bu nedenledir ki dinî eserlerinde, camilerin dış cephelerinde kartalı süsleme unsuru olarak kullanmaktan çekinmemişlerdir.
Kaynakça:
http://www.radikalgenc.com/edebiyat/alman-edebiyatinda-kartal-simgesi#_ftn1
http://www.tarihportali.net/tarih/turk_kulturunde_kartal-t7630623.0.html;imode
http://dipnotkitap.net/DENEME/Anadolu_Motifleri.htm
Tarihte ve Bugün Şamanizm Materyaller ve Araştırmalar, Abdülkadir Aksoy, Türk Tarih Kurumu, 2006, s.119.
Türklerin ve Moğolların Eski Dini, Jean Paul Roux, Kabalcı Yayınevi, 2001, s.150.
[4] Abdülkadir İnan, Tarihte ve Bugün Şamanizm Materyaller ve Araştırmalar, s.119.
[6] Jean-Paul Roux, Türklerin ve Moğolların Eski Dini, s.150.