“Genç Hasta Baccus”, Tuval üzerine yağlıboya, 67 x 53 cm, Galeri Borghese, Roma, 1593

Kitâb-ı Mukaddeste, 1. Samuel bahsi, Efraim dağlığından Elkara isimli bir adam ile başlar. İki karısı vardı; Hanna ve Pennina. Pennina’nın çocukları vardı fakat Hanna’nın olmuyordu. Ve adam orduların Rabb’ine secde kılmak ve kurban kesmek için her yıl yaşadığı şehirden Şilo’ya çıkardı. Ve Eli’nin iki oğlu Hofni ve Finehas ile Rabb’in kâhinleri de orada bulunurlardı. Elkana’nın kurban keseceği gün gelince karısı Pennina’ya ve onun oğulları ve kızlarına paylar verirlerdi. Fakat Hanna’nın bu özel durumundan dolayı ona iki pay verilirdi. Çünkü Rab onun rahmini kapamıştı. Hanna çok ağlamaktadır ve Rabb’e yakarmaktadır:

Ve vaki oldu ki, kadın Rabb’in önünde duasını uzatırken Eli onun ağzına bakıyordu. Hanna ise içinden söylüyordu; ancak dudakları kımıldanıyor, fakat sesi işitilmiyordu; ve Eli onu sarhoş sandı. Ve Eli ona dedi: Daha ne vakte kadar sarhoşluk edeceksin?, üzerinden şarabı at. Ve Hanna cevap verip dedi: “Hayır efendim, ben ruhu kederli bir kadınım, şarap ve içki içmedim, ancak Rabb’in önünde gönlümü döktüm. Cariyeni kötü bir kadın sanma; çünkü kaygının ve üzüntümün çokluğundan dolayı şimdiye kadar söyledim. Ve Eli cevap verip dedi: Selametle git; ve İsrail’in Allah’ı kendisinden dilediğin dileği sana versin. Ve kadın dedi: Senin gözünde cariyen lütuf bulsun. Ve kadın yoluna gitti, ve yemek yedi; ve artık yüzü kederli değildi. ” [1]

Hanna gebe kalır ve bir oğlu olur. Onu Rab den dilediği içinse adını Samuel koyar. Rab daha sonra Hanna’ya başka evlatlarla beraber bir zürriyet armağan eder. Samuel, Rabb’e hizmet ederek büyür. Bir gece uyurken Rab Samuel’i çağırır. Samuel, Eli’ye koşar. “ İşte ben; beni çağırdın” der. Eli: “Çağırmadım; git, yat!” der. Bu olay üç defa tekrarlanır. Sonunda Rab konuşur:

Eli’nin evi hakkında başlangıçtan sona kadar söylediğim her şeyi o gün kendisine yapacağım. Çünkü kendisinin bildiği fesattan dolayı onun evini ebediyen mahkûm edeceğimi ona bildirdim. Çünkü oğulları kendilerine lanet getirdiler, onlara mani olamadı. Ve bundan dolayı Eli’nin evinin fesadı için ebediyen kurban ve takdime ile kefaret edilmeyecek diye Eli’nin evi için and ettim .” [2]

Eli sabah ısrarla Samuel’e Rabb’in ne söylediğini sorar ve sonunda öğrenir. Cevabı: O Rabb’dir. Gözünde iyi olanı yapsın; olur.

Samuel büyür; Rab onunladır. Ve onun Rabb’in peygamberi olduğunu Dandan Beer Şeba’ya kadar bütün insanlık bilir. Samuel’in sözü bütün İsrail’e erişir.

Benyamin’den bir adam vardı. Adı, Kiş’ti. Ve onun da bir oğlu, adı Saul’du. İsrailoğulları arasında onun kadar güzel bir adam yoktu. Bir gün Saul’un babası Kiş’in eşekleri kaybolur. Ve Kiş oğlu Saul’e dedi ki: “Uşaklardan birini yanına al; kalk git, eşekleri ara”. Saul, Efraim diyarından, Şaalim diyarından ve Benyamin’lilerin diyarından geçer. Ancak eşekleri bulamaz. Tsuf’a geldiklerinde Saul yanında ki uşağına:

Gel dönelim, yoksa babam eşeklerden, vazgeçip bizim kaygımıza düşecek. Uşak: Bu şehirde bir Allah adamı var. O itibarlı bir adamdır; ve her ne söylerse mutlaka olur. Şimdi oraya gidelim, belki gideceğimiz yolu bize bildirir. (Evvelleri İsrail’de Allah’tan sormak için gittiği zaman böyle derdi: Gel, görene gidelim, çünkü şimdi peygamber denilene önceleri gören denilirdi) .” [3]

Samuel, Saul’u görünce Rab ona İsrail üzerine mesh edeceği adamın o olduğunu ve Filistinlilerin elinden kavmini onun kurtaracağını bildirir.

“David ve Goliath’ın Başı”, Tuval üzerine yağlıboya, 125 x 101 cm, 1610 Galeri Borgese, Roma

Saul kral olduğunda kırk yaşındadır. İsrail üzerinde iki yıl krallık eder. Krallığı sırasında İsrail den seçtiği üç bin kişi ile beraber Filistinlilerin Gebada bölgesindeki askerî gücüne saldırır ve başarılı olur. Olay, Filistin’de duyulur. Bütün İsrail savaşa katılmıştır. Hepsi Mikmaş’ta toplanır ancak Samuel bir türlü gelmemektedir. Artık kavmin sabrı kalmaz ve Saul’un etrafındakiler dağılmaya başlar. Bunun üzerine Saul yakılan takdimeyi ister ve onu arzeder. Samuel, bundan sonra gelir ve ona yaptığının hata olduğunu böyle bir durumda Rabb’in emrini tutması ve inayetini beklemesi gerektiğini telkin eder. Böylece Saul krallıktan azledilir. O gün İsrailliler tarafından Mikmaş’tan Ayyolon’a kadar olan bütün Filistin orduları tekrardan vurulur. Fakat savaşın açmazları içinde Saul’un yaşadığı çelişkiler, onu kararsızlığa götürür. Kavminden de tanrıdan da bir cevap alamaz. Bunun üzerine kavmi ona “Yüreğinin doğru bulduğuyla hareket etmesini” söyler. Oğlu Yonathon’nun da hayatı pahasına da olabilen bu durumlar da gösterdiği erdemler İsrail’e tekrardan tanrı tarafından kral olarak mesh edilmesine neden olur. Bu arada savaş devam etmektedir. Samuel, Saul’e şunları söyler:

“Rab kavmi üzerine, İsrail üzerine, kral olarak seni mesh etmek için beni gönderdi; ve şimdi Rabb’in sözlerini dinle. Orduların Rabbi şöyle diyor: Amalekin İsrail’e yaptığını, Mısırdan çıktığı zaman yolda ona karşı nasıl durduğunu arayacağım. Şimdi git, Amaleki vur ve onların her şeylerini tamamen yok et, ve onları esirgeme; ve erkekten kadına, çocuktan emzikte olana, öküzden koyuna, deveden eşeğe kadar hepsini öldür.” [4]

Samuel bunun üzerine kavmini çağırır ve Amalek şehrine gelir. Koyunlar, sığırlar, semiz hayvanlar dışında herkesi yok eder. Fakat Samuel’e Rabb’in şu sözü gelir: “ Saul’u kral ettiğime; nadim oldum. Çünkü artık ardımdan döndü ve sözlerimi tutmadı ”.  Saul, söylenen her şeyi yaptığını söyler, bütün halkı yok etmiştir sadece hayvanların semiz olanlarını Gigal’da Rabb’e kurban etmek için ayırdığını söyler. Saul, af diler. Samuel öldüğü güne kadar onu görmeye gitmez çünkü onun için yas tutmaktadır. Ve Rab Samuel’e “ İsrail üzerine kral olması için Saul’u reddettiğim halde sen ne vakte kadar ona yas tutacaksın? Yağ boynuzunu yağla doldur ve git. Seni Beyt- Lehemli Yesse’ye göndereceğim; çünkü onun oğulları arasında benim için bir kral hazırladım ”. Samuel, Beyt- Lehem’e gelir. Şehrin ihtiyarları onu karşılar ve Samuel niyetini açıklar. Yesse Abinadabi çağrılır. Yesse oğullarından yedisini Samuel’in önünden geçirir. Samuel sekizinciyi sorar. Rivayetlere göre Yesse David’i göstermek istememiştir. O çelimsiz ve kısa boylu olduğu için babası tarafından hor görülür, insanlar arasına çıkarılmaktan utanılır ve ona davarlar güttürülürdü. Bu yüzden onun koyunları güttüğü söylenir ve onu da çağırırlar. Kutsal metin şöyle devam eder:

Kendisi kızıl, gözleri de güzel ve bakışı hoştu. Ve Rab dedi ki: Kalk, onu mesh et; çünkü bu odur. Ve Samuel yağ boynuzunu aldı; ve kardeşleri arasında onu mesh etti; ve o günden başlayarak, Davud’un üzerine Rabb’in ruhu kuvvetle geldi. Ve Samuel kalkıp Rama’ya gitti ”. [5]

Rabb’in ruhu Saul’den ayrılır ve Rab tarafından kötü bir ruh Saul’u üzmektedir. Saul kullarına kendisi için iyi çalabilecek birini ister. Ve kulları ona Beyt-Lehimli Yesse’nin cesur, cenkeri, sözünde akıllı ve yakışıklı oğlu David’i tavsiye ederler. David’in varlığı ve çengisi Saul’u rahatlatır.

Filistinlilerle İsrail orduları tekrar karşı karşıya geldiklerinde bu sefer Filistin saflarından adı Goliath olan Gatlı bir pehlivan çıkar. Boyu altı arşın ve başında tunç bir başlık vardı. Üzerine pullu bir zırh giymişti; zırhın ağırlığı beş bin şekel demirdi. Kalkan taşıyan uşağı ise ondan önde gidiyordu. Ve İsrail saflarına bağırıp “ Ben Filistinli değil miyim? Siz de Saul’un kulları değil misiniz? Kendiniz için bir adam seçinde yanıma insin. Eğer benimle cenk edebilir ve beni vurursan, o zaman siz bize kul olursunuz ve bize kulluk edersiniz ”… der.

David onu görünce adam yerine koymaz, çünkü kutsal metinde onun genç, kırmızı yüzlü ve güzel bakışlı olduğu vurgulanır. Gücünü niteliklerinden almaktadır. Goliath ise sürekli tehditler savurup meydan okumaktadır. David ona “ Sen kılıçla ve mızrakla ve kargı ile üzerime geliyorsun. Fakat ben meydan okuduğun İsrail dizilerinin Allah’ı ordular Rabb’in ismiyle senin üzerine geliyoruz. Bugün Rab seni benim elime verecek ve seni vuracağım ve başını gövdenden ayıracağım ve Filistin ordusunun leşlerini göklerin kuşlarına ve yerin canavarlarına vereceğim; ve İsrail’de Allah olduğunu bütün dünya bilecek ki Rab kılıçla ve mızrakla kurtarmaz, çünkü cenk Rabb’indir. Ve sizi elimize verecektir ” der.

Genç David, Goliath’ı sapanla alnından vurup düşürür ve onun kılıcı ile başını keser. Filistinliler ise kaçarlar. David, Saul’un kızı Mikal’i eş olarak alır ve sonucunda İsrail’e kral olmasını sağlayan olaylar sürer gider.

David ailesi ile yaşayan ve çobanlık yapan bir gençtir… Soylu bir aileden gelmiştir ama iyi bir eğitim almamıştır. Kral Talut’un yanında silahşor olarak yer alındığı halde yine de çobanlıktan vazgeçmemiştir. Yani asıl mesleği de çobanlıktır.

“David”, İbranice de sevilen kişi, gözbebeği anlamına gelmektedir. “Sevmek”, hoşlanmak ve sevgisi muhabbeti olmak anlamında ki bir isimden de türemiş olabilir. Kur’an- ı Kerim’de ise kendisinin Allah’a çok yönelen, Rabb’inden mağfiret dileyen sık sık secde eden ve tövbe eden bir kişiliğe sahip olduğunu belirtilmiştir.

Michelangelo Merisi Da Caravaggio 1571 – 1610 yılları arasında yaşamış, İtalyan bir ressamdır. Soyadını, Milano yakınlarında ki doğduğu kasabadan almıştır. Babası, buranın markisinin mimarı ve aynı zamanda da kâhyası olan Ferno Merisi’ydi. Caravaggio, Barok akımının ilk büyük sanatçısıdır; son derece özgün ve öncü bir dramatik ışık anlayışı geliştirmiştir. Bunun yanında birçok konuda öncülüğü olmasına karşın ışığın kullanımına yaptığı büyük hizmet onu Barok akımın önde gelen en yüksek ressamlarından yapmıştır.

Sanatçı, altı yaşındayken kentteki veba salgınından dolayı aynı gün içerisinde dedesi, babası ve amcası kaybetmişti. On üç yaşındayken Bergamo’lu ressam Simone Peterzano’nun yanına çırak olarak girmiş; burada dört yıl çalıştıktan sonra Tiziano’nun öğrencisi olmuştur. Fakat daha sonradan ortadan kaybolmuştur. Bu kayboluşlar Caravaggio’nun yaşamında sık sık yer almış boşluklardır.

Caravaggio Roma’da ortaya çıkar. O dönem Roma sokakları güvenliğin çok zayıf olduğu, hırsızların, katillerin, fahişelerin ve ayyaşların cirit attığı, insan hayatınınsa çok ucuz olduğu yerlerdi. Birçok iyi ressamın bir arada yaşadığı ve adeta o yılların sanat merkezi olan şehirde ki koşullar, sanatçıları da suç işlemeye itiyordu. Ve adeta hepsi, o zamanlar çok revaçta olan aynı ilkeyle yaşıyordu; “Ümitsiz ve korkusuz”,(Nec spe nec metu). Caravaggio’nun bulunduğu yer olan Campa Marzio bölgesi kozmopolitliği, küçük resim dükkânları, eski ve bakımsız evleri, hanları ve aşevleriyle onun kişiliğine uygun bir havaya sahipti. Ressamın yaşam öyküsünü araştıranlar; çeşitli resim atölyelerinde ayak işlerine baktığından, kendinden daha az yetenekli ressamların yanında çalıştığından, hiç bir şeyden memnun olmayan, eziklik ve dengesizlik içinde sancılı yıllar geçirdiğinden bahsederler. Ta ki 1594 yılında yaptığı “ Hilebazlar” isimli resmi Roma Kardinalinin dikkatini çekene kadar.

Caravaggio, Kardinal Francesco Maria Del Monte himayesinde Mûsevîlik ve Hıristiyanlık tarihini içeren resimler yapar. Del Monte, gece-gündüz ressamlar, şairler ve müzisyenlerle dolup taşan bir sarayda yaşamaktaydı. Bu yüzden dönemin sanatını yakından takip etmekteydi. Caravaggio onun için bir nev’i taze bir kan olmuştu. Onu saraya davet ettiğinde ressam da yaşadığı bataklıktan kurtulmuş ve dünyası da değişmişti. Ayrıca müziği çok seven Caravaggio, kardinal için bolca müzisyenler tabloları yapmaktaydı.

Sanatçının desen ya da taslak yapmadığı düşünülmektedir. Modelleri dikkatle inceleyip direk boya ile resmetmeye başladığı tahmin edilir. Bilinen ve günümüze ulaşan bir tane oto-portresi ise renkli desen olarak mevcuttur.

Caravaggio’nun modelleri sıradan halk insanlarıdır. Dilencileri, yaşlıları, ayyaşları, çingeneleri, kumarbazları ve işçileri model olarak kullanarak, doğalcı ve gerçekçi bir tutum izlemiştir. Bu tavrı zaman zaman siparişleri veren kurumlarla çatışmasına ve resimleri değiştirmek zorunda kalmasına sebep olmuştur. Ayrıca kendisinin neredeyse her konuda geleneklerin dışında ve uyumsuz bir kişiliği vardı. Örneğin 1593’te Roma’da ki sarılık salgını sırasında kendi de hastalanmış ve hastanede yattığı sırada “Genç Hasta Baküs” isimli resmi yapmıştır. Sanatçı bolca alkol tükettiğinden karaciğer problemleri sarı cilt rengine yol açtığı gibi bir de sarılık olunca yaptığı şarap tanrısını da sarı benizli resmetmişti. Uzmanlarca Baküs’ün portresinin, ressamın kendisi olduğu savunulan bu eser, Rönesans geleneklerinin “yüce” iddialarına da saldırmaktadır. Hatta Baküs’ün yüz ifadesinin alaycı bir hali vardır. Fakat yine de bitkinliği yüzünden okunmaktadır. Caravaggio burada da yine bir ölümlünün resmini yapmıştır.

Aynı şekilde 1602 yılında Roma kilisesi Contarelli Şapeli için Caravaggio’dan bir Aziz Matta resmi yapmasını ister. Ressam yine anlatılanlarla gerçek yaşamın arasında ki boşluğa meydan okumuş ve Aziz Matta’yı yoksul ve sıradan kıyafetler içinde, şaşkınlıktan ne yapacağını bilemez durumda ve ona eşlik eden meleğin kendisinin elini tutarak ne yazacağını telkin ettiği bir görünümde resmetmiştir. Ayrıca Caravaggio bu eserde insanın acziyetini ve ilahi bilgiye olan muhtaçlığını vurguladığı gibi Matta’nın bir ayağı da tablodan çıkacak gibidir. Yani bir adım sonrası gerçektir. Caravaggio onu aramıza getirmek, hayata dâhil etmek ister gibidir ya da kendisi zaten öyledir. Eser teslim edildiğinde kilisede büyük bir yankıya neden olur ve reddedilir. Caravaggio tekrar bir resim daha yapmak zorunda kalır. Bu ikincisi ise kilisenin değerlerine uygundur.

“Aziz Matta ve Melek”, tuval üzerine yağlıboya, 292 x 186 cm, San Luigi dei Francesi, Roma, 1602

Aziz Matta ve Melek” resmi, tek mekânda üç kanattan oluşan bir düzenlemenin ortasında bulunur; diğer bir kanadında ise bir başka sahne yer alır. “ Aziz Matta’ya Çağrı” isimli bu eser de Caravaggio, kendi yaşamından dolayı yabancısı olmadığı bir durumdan ilham alarak bu bölümü yapmıştır. Kumarhanelerden esinlendiği çalışma ilk bakışta gerçekten bir kumarhanede geçiyormuş gibidir fakat bir hanın odasıdır. Pencereleri kâğıtlarla kapatılmış loş bir handaki batakhanede, bir masanın başında ki vergi toplayıcılarından oluşan grubun yaptığı para sayımı iki yabancı tarafından basılır. Masadakilerden bir tanesi Aziz Matta, gelen iki kişiden biri de Îsâ’dır. O sırada iki ayrı dünyaya sahip iki insanın karşılaşması söz konusu olur. Îsâ ve Matta arasında ki bakışma Matta’nın dünyasını yıkar. Îsâ karanlıkta gölgeler arasında kalmış ve geride bırakılmıştır. Resimde öne çıkarılan figür “Günahkâr Matta”dır. Ve Îsâ ona: “Ardımdan gel…” demektedir…

Ressam maneviyatı yaşamın gerçekliğinde arıyordu. Buna o kadar saplantılıydı ki “ Lazarus’un Dirilişi” tablosu için bir ölüyü mezardan çıkarıp model olarak kullanmıştı. Olayların en vurucu öz niteliklerini kavramakta ve yansıtmakta çok ustaydı. Bu yüzden sahnelerin dramatik gücü çok yüksek oluyordu.

Aynı yerdeki diğer bir kanada ait eser ise “ Aziz Matta’nın Öldürülüşü” dür. Burada da aynı sarsıcı etki söz konusudur. Matta, kendi kurduğu kilise içinde ani bir saldırı sonucunda yere düşmüştür. Etraftakiler hem şok halinde hem de oradan kaçma telaşındadırlar. Son derece hareketli olan sahnede ki figürler sanki her an aramıza karışacak gibidirler. Caravaggio, resimde oradan kaçmaya çalışanlar arasına kendini de koymuştur. Ancak olayın en uzağındaki kişidir. Yüzünü yılgınlık ve acımayla buruşturmuştur. Gerçekten de Caravaggio’nun yüzünde aynı zamanda bu duruma karşı büyük bir aşinalık okunur ama bu yüz artık gitmek isteyen bir adamın yüzüdür. Siparişin bu bölümü oldukça tartışmalıdır. Pek çok kişinin cellat olarak tanımladığı merkezdeki genç, aslında tablonun en muğlak karakteridir. Pozisyonu sanki Matta’ya son darbeyi vuracakmış gibidir ama Matta’nın katilinin o olduğunu gösteren bir şey de yoktur ortada. Üzeri çıplak olduğu için kılıcı neresinde saklayıp da içeri girmiştir?

Resmin ilk versiyonundaki katiller gibi asker miğferi de takmamıştır. Ayrıca hali ve yüz ifadesi de azizin yakın çevresindekilerin üzüntüsüne ve şaşkınlığına katılır vaziyettedir. Sadece iki figür etkilenmemiş gibi durmaktadır. Sol taraftaki iyi giyimli ve silahlarını kuşanmış iki genç… Biri neredeyse tatmin olmuş bir ifadeyle kılıcını yeni kınına sokmuş olarak sahneden aceleyle çıkmaktadır. Arkası dönük olan arkadaşı ise, sahnenin ortasında ki gencin ondan kaptığı suç silahının sahibi olabilir. Eser üzerinde tartışma ve incelemeler devam etmektedir. Caravaggio kilise ile olan bu işinde bu seferde siparişi veren komisyonun para içinde yüzüyor oluşunu kaldıramıyordur ve yine giderek kontrolünü kaybediyordur.

Çocukluğunda yaşadığı travmalar, içinde bulunduğu koşullar, sokak kültürü ve dehası derken Caravaggio’nun kendi de, hayatı da son derece inişli-çıkışlı olmuştur. Önünü alamadığı öfkesi ve yaşam tarzı bütün hayatını yönlendirmiş, kaderini belirlemiş, sonunda da yaşamına mal olmuştur. Gülşen Sayın incelemesinde bu konu ile ilgili şunları söyler:

“Caravaggio, resim sanatındaki devrimci tarzıyla Roma‟daki genç sanatçılar tarafından örnek alınmış ve hayranlık toplamıştır. Ancak, özel yaşamındaki ünü sanatçı olarak oluşturduğu üne göre her zaman daha kötü olmuştur. Bazı kaynaklara göre, lÎsânssız kılıç taşımaktan, hakaretten, bir anne ve kızını tacizden, bir avukata saldırmaktan, oğlancılıktan hüküm giymiş ama nüfuzlu koruyucuları sayesinde her zaman hapis cezasından kurtulmanın bir yolunu bulmuştur, ta ki tenis benzeri bir oyunda rakibi olan Ranuccio adlı delikanlıyı öldürene kadar. Cinayetten yargılanan Caravaggio hapse girmiş, hapisten kaçmayı başarmış ama Roma‟dan da kaçmak zorunda kalmıştı”. [6]

“Aziz Matta ve Melek”, tuval üzerine yağlıboya, 295 x 195 cm, 1602, yok oldu

İşlediği cinayetin öncesinde de ressamın hayatında benzer bir olay meydana gelmiştir. Caravaggio, Lena adındaki modeline ilgi duymaktaydı fakat Lena’dan bir başka erkek daha hoşlanmaktaydı. Caravaggio’nun bu rakibi Lena’nın annesine gider ve niyetini açıklar; ressamı da kötülemekten geri durmaz. Kızın annesi de sanatçının atölyesine gider; onunla konuşur. Durumu öğrenen Caravaggio öfkesinden çılgına döner ve rakibini düelloya davet eder. Dövüşün yapılacağı yere silahsız gelen Mariano Pascuoline, düellonun iptal edilmesine neden olur. Ancak aynı gece Pascuoline, Navona Meydanı’nda sırtından bıçaklanır ve çok ağır bir şekilde yaralanır. Aşırı kan kaybetmesine karşın hayatta kalmayı başarır. Olay sırasında saldırgan karanlıkta izini kaybettirmiştir ancak kimin yaptığını tahmin etmek kimse için zor değildir.

Caravaggio ilk cinayetten sonra çeşitli yerlerde saklanarak 1607 başında Napoli’ye ulaşır. Burada kaldığı süre içinde Flaman ressam Louis Finson için “ Tespihli Madonna ” ve Monte Della Misericordia Şapeli için ise “Merhametin Yedi Biçimi” resimlerini yapar. Ressam,  yaklaşık bir yıl sonra Napoli’den Malta’ya geçer. Büyük olasılıkla dönemin ünlü Saint Jean Şövalyelerine katılmak istiyordu. Malta’daki yeni yaşamının hem geçmişini temizleyeceği, hem de kendisine onur, saygınlık ve korunma kazandıracağı düşüncesindeydi. Fakat cinayetten aranan bir suçlunun bu topluluğa kabul edilmesi söz konusu dahi değildi. Ancak Caravaggio bir çözüm düşünür ve Malta’nın şimdi ki başkenti olan Valetta’da ki bulunan şövalyelerin Katedrali Saint John’s Co için “ Vaftizci Yahya’nın Başının Kesilmesi” resmini yapar. Bunun sonucunda kendisini affettirir ve hedefine ulaşır; şövalyelik unvanını almıştır.

Vaftizci Yahya’nın Başının Kesilmesi” beş metre uzunluğundadır ve katedralin doğuya bakan duvarına yapılmıştır. Oldukça trajik ve gerçekçi bir eser olarak değerlendirilmektedir. Sade bir kompozisyondur ve bir cezaevi avlusunda geçmektedir. Yahya, cellatlar tarafından zor kullanılarak yere yatırılmış, genç bir kadın kesilecek başın içine konacağı tepsiyle yere doğru eğilmiş, yaşlıca bir kadın çığlık atmaya hazır, bir asker celladı yönlendirmekte ve birkaç metre arkada ise parmaklıkların ardından iki mahkûm olayı çaresizce izlemektedir. Eserin bir özelliği de ─ressamın tasarım dehası sayesinde- yaşanmakta olan olaya sanki dışarıdan resme bakanlarda çaresizlikle şahit oluyor gibi bir etkisinin olmasıdır. Eser, hiç bir insani duyguyu barındırmaması ve taşıdığı soğukkanlılıkla değerlendirilir. Caravaggio bu tip sahnelerin ne demek olduğunu kendi özel yaşamından da bildiği için resmin etkisi son derece güçlü olabilmiştir. Çok dikkat çekici bir diğer unsur ise ressamın kendi imzasını Yahya’nın kanı ile atmış olmasıdır. Bu davranışı; şiddeti kınadığı, kendi kurtuluşunu ve affını aradığı, bu yüzden de ancak bir Aziz’in kanına sığınabildiği şeklinde yorumlanmaktadır.

Caravaggio şövalyeliğe kabul edilmesinden yaklaşık bir ay sonra Saint Jean şövalyelerinden birine saldırır ve hapse atılır. Fakat inanılmaz bir biçimde yeraltındaki hücresinden kaçar ve onu Sicilya’ya götürecek bir tekneye binmeyi başarır. Tekrardan Napoli’nin güvenli atmosferine sığınmak istediği sırada bir hanın önünde, Malta’da kendisine saldırdığı şövalye tarafından bulunur, saldırıya uğrar, yüzü paramparça edilir ve öldüğünden emin olununca bırakılır. Fakat ölmemiştir ve çok ağır yaralıdır. Yaşadığı kan kaybından dolayı ölümü beklenirken direnir ve tam da bu sırada Roma’dan bir haber gelir. Papanın yeğeni Kardinal Şipioni Borghese kısa bir süre önce Roma’da ─gelmiş geçmiş en büyük ressamlardan biri – olarak ilan edilen bu sanatçı için af girişiminde bulunmaktaydı. Caravaggio kardinale borcunu ödemek için resimler yapmaya koyulur ve 1610 yılında “ David ile Goliath’ın Başı” resmini yapar. Hem başına ödül konmuş olması, hem de yüzünün parçalanışı zaten kafa kesme sahnelerini tutkuyla işleyen ressamı yeni bir baş kesme sahnesi yapmaya itecekti. Resim 125 x 101 cm olup tuval üzerine yağlıboyadır ve şu an Roma’da Borghese Galerisi’ndedir. Caravaggio bu konuyu daha önceleri de ele aldığı ve ardında resimler bıraktığı halde bu sefer tabloda alışılmadık bir detay vardır. Genç David’in elinde tuttuğu Goliath’ın başı Caravaggio’nun kendi kafasıdır. Başın bir gözü kaymış ve yarı kapalıdır, yüz kasları gevşektir ve ağzı açık kalmıştır.

Goliath’ın öldürülüşü her ne kadar İsrail toplumu için sonsuz bir kurtuluşun, yüce bir yenilenmenin ve mutlak bir zaferin alegorisi olsa da Caravaggio, eline kendi kafasını verdiği genç David’in kılıcının üzerine “Alçak gönüllülük gururdan üstündür” yazmıştır. Resim, sanatçının içinde uzun zamandır süregelen bir savaşın sonucu ve aşırı uçların uzlaştırılmaya çalışılması olarak yorumlanmaktadır. Constantino D’ Orazio şunları söylemektedir:

“Vaftizci Yahya’nın Başının Kesilmesi”, tuval üzerine yağlıboya, 361 x 520 cm, Saint John’s Co Katedrali, Valetta, Malta.

“Yarı çıplak genç savaşçı, cesaretiyle ve zekâsının kıvraklığıyla alt ettiği devin başını saçlarından tutar. Silah olarak sadece sapanı vardır. Yine de resmin başkişisi Yahudî kahraman değildir. Genç adam tamamladığı iş için gurur duyduğunu gösterir herhangi bir harekette bulunmaz, hatta yüzünü tatsız bir küçümseme ifadesi perdeler. Yıllar önce Baccihino Malato ile başlayan ifadelerin ve duyguların resmedilmesi olağanüstü bir ustalık seviyesine ulaşır. Fakat bizim dikkatimizi çeken; Goliath’ın alt üst olmuş, yenilgiden doğan çaresizlik içinde ki yüzüdür. Davud, krala, zaferinin ve İsrail oğullarından kurtuluşun kanıtını teslim etmek için Saul’un çadırına girmektedir: içeriyi aydınlatan fenerlerin ışığı, gencin vücudunu ve gergin kaslarından bir sinir öbeğini de parıldatır ama tabi ki güçlü değildir. Jestinde kahramanlıktan eser yoktur. 

Yapıtın en çarpıcı detayı, ön planda bedenden ayrılmış kafada, çenenin ağırlığının etkisiyle aralanmış ağzı ve kanı yere akmaya deva ederken boş boş bakan gözüdür. Gözlerinin arasında Davud’un ilkel silahıyla attığı öldürücü darbenin kırmızı izi hala görülür. İnfaz henüz meydana gelmiştir.

Caravaggio, ölüm belirtileri ve yaşamın son kırıntılarını birbirinden ayırt etmenin zor olduğu bir yüzü resmetmekte çok yeteneklidir. Goliath, düşmanının ondan kurnazlıkla çekip aldığı son enerji kırıntısına halen sıkıca tutunmuş görünür.” [7]

Yapıtın ilgi çekici bir diğer yönü, başkişinin David değil de Goliath oluşudur. Bu durum sanat tarihinde daha önceden görülmemiş bir durumdur. Michealangelo ve Donatelo’nun konu ile ilgili çalışmaları, Giorgione’nin David görünümünde ki oto-portresi, devin ölü kafasını bir ganimet gibi gösterişle sergileyen “Genç savaşçı – ozanın” kutlanışı üzerine odaklanır. David, Giorgione’nin yorumuyla Goliath’ı bir av partisinde yakaladığı hayvan gibi ayağının altında tutar ya da antik bir büst gibi başını kaideye yaslar. Fakat Caravaggio rolleri ters-yüz ederek Goliath’ı belki de ithaf edildiği 5. Pavlus’un karşısında boyun eğişe hazır hale getirir. Caravaggio’nun oto-portresi ümitsiz, hasta, kayıp, artık kaçmaktan yorulmuş ve hatasını kabul eder durumdadır.

Kendilerini yapıtların içine ekleme alışkanlığı sanatçıların Antik Çağ’dan beri sergilendikleri bir gelenektir. Genelde de yüceltilmiş rollerde kendilerini tasvir ederek saygınlıklarını arttırmaya çalışırlardı. Örneğin yineleyecek olursak yukarıda bahsettiğimiz Giorgione, sanat dünyasında ki başarılarını kutlamanın bir yolu olarak Goliath’ı öldüren David olarak kendini resmetmiştir. D’Orazio şöyle devam eder:

“Ne var ki oto-portre Caravaggio’da çok farklı bir amacı açığa vuran gerçek bir saplantı olarak ortaya çıkar. Bachino Malato tablosunda deneyimlediği aynada ki kendi portresi, görsel algının birden fazla anlam yaratmasını derinlemesine sorgulamak için bir yol iken, Martirio di San Metteo’dan itibaren Merisi tablolarında kutsal olayların doğrudan şahidi olarak görülür. Onun varlığı sahneye somutluk, gerçeklik ve yakınlık kazandırır. Cattura di Cristo tablosunda elinde bir fener taşır. Resurrezione Cattura di Cristo tablosunda elinde bir fener taşır, Resurezione Lazaro’da mucize gerçekleştiren Hz. Îsâ’dan etkilenir, David e Golia’da yenik düşen devin kılığındadır. Ancak belki de en bilmeceli portre Azize Ursula’nın şehit edilişini betimlediği son resminde Azize’nin arkasında görülen portresidir. Minimum sekiz yıl önce Cattura di Cristo resmine eklediği oto portresi mükemmel bir damgadır; zaman içinde bozulmamış fizyonomisi, dört yıldır kaçak yaşamın getirdiği zorluklardan ve şanssızlıklardan hiç etkilenmemiş görünür. Hatta Caravaggio’da, 1609 yılında Napoli’de yaşadığı olaydan gelen bıçak izi bile yoktur, sanatçının gerçeklik tutusunun yanında asla gözden kaçmayacak bir kanlı bir detaydır bu.” [8]                                                                   

Caravaggio 1610 yılında resimlerini alır ve Napoli’den Roma’ya doğru yola çıkar. Gemi Roma’nın batı kıyısında küçük bir limanda demir atar, Caravaggio karaya iner. Fakat oranın yerel polis şefi ya sanatçının bağışlandığını bilmiyordur ya da başka biri ile karıştırmıştır; Caravaggio yine tutuklanır. Serbest bırakıldığında ise gemisi resimleriyle beraber gitmişti. Ressam gemiyi diğer limanda yakalamak ümidiyle sıtmanın çok yoğun olduğu bir bölgeden geçme riskini göze alır. Sahil boyunca ilerlerken sıtmadan kaçamaz ve bir süre sonra sahilde düşer. Kaldırıldığı yerel bir hastanede can verir. Öldüğünde otuz dokuz yaşındadır.


Kaynakça: 

https://www.ted.com/talks/malcolm_gladwell_the_unh…

http://www.buraksonmez.com/david-ve-goliath-nedir/

http://www.sevde.de/peygamberlerin_hayatlari/16/01…

http://banamidedinsen.blogspot.com.tr/2013/04/davu…

http://norotila.blogspot.com.tr/2014/06/kuranda-ta…

http://docplayer.biz.tr/5169737-Kur-an-i-kerim-ve-…

http://sanatkaravani.com/italyada-barok-sanat-ve-y…

http://www.dailymotion.com/video/xvv96z_sanatin-gu…

http://andromacheanagnoisis.blogspot.com/2015/01/b…

http://beykent.dergipark.gov.tr/download/article-f…

http://anlamak.com/eski/gormek/michelangelo-merisi…

https://resimbiterken.wordpress.com/2014/04/04/car…

http://insanvesanat.com/haber-fircasindan-kan-daml…

Caravaggio’nun Sırrı Sanatın Gücü , Constantino D’Orazio, Dedalus Yayınları, 3.Baskı, 2015

https://www.ted.com/talks/malcolm_gladwell_the_unh…

Kitâb-ı Mukaddes , Kitâb-ı Mukaddes Şirketi, 2001


Dipnotlar:

[1] Kitâb-ı Mukaddes, 1. Samuel, s: 272.

[2] a.g.k, 1. Samuel, s: 275.

[3] a.g.k, 1. Samuel, s:279- 280.

[4] a.g.k, 1.Samuel, s:286.

[5] a.g.k, 1. Samuel, s:288.

[6] http://beykent.dergipark.gov.tr/download/article-f…

[7] Constantino D’ Orazio, Caravaggio’nun Sırrı Sanatın Gücü, s: 180-181.

[8] Constantine D’ Orazio, a.g.k, s:184.

Evren Gül
+ Son Yazılar