İşlevi sorgulama sanılan felsefe kavramının, sorgulama yeteneği sorgulanmalıdır. Sorgulama yüklemi felsefeye has bir yüklem midir?

Belirli bir varlığın açık seçik bilgisini o varlığı oluşturan nedenlerin açık seçik bilgisi verir. Aynı yordamla “belirli” bir yokluğun bilgisini de o yokluğun açık seçik nedenleri verir.

Belirli bir varlığın ve belirli bir yokluğun var olup olmadığını kavramı yoluyla, belirli bir kavramın varlığını ya da yokluğunu ise, onun varlığının varlığı veya yokluğunun varlığı yoluyla bilebiliriz, çünkü kavramda belirli ne varsa varlıkta o bulunur ve varlıkta ne varsa kavramda da o bulunur. Varlıkta bir şey yoksa kavramda da olmaz, kavramda bir şey yoksa varlıkta da olmaz. Eğer ikisinden birinde bir şey var olduğu sanılıyorsa, doğrulamak için ötekine bakmalıdır. Bu kavramın ve onun nesnesinin varlığının ya da yokluğunun bir sağlamasıdır.

İnceleyeceğimiz kavram felsefe olduğuna göre felsefe kavramının, (etimolojik anlamı dışında) varlığının nedenlerini, varlığının nedenleri yok ise bu yokluğun nedenlerini araştırmak bulmak ve bu buluntuyu kanıtlamak olacaktır.

Felsefe kavramının Varlık nedenlerinin yok olduğunu ispatlamak aynı zamanda yokluk nedenlerinin var olduğunu ispatlamak olacaktır. Öyle ise bu kanıtlama için iki değil, tek işlem yeterli olacaktır. O da felsefe kavramının varlık nedenlerinin olup olmadığını kanıtlamak olacaktır.

Ölçüt, bilginin kendi sağlamasını kendinde taşıyan tek kipi olan, “açık ve seçiklik” ilkesine uyum olmalıdır.

Soru nedir?

Soru sözcüğü Türkçedir. Kök anlamı (etimolojisi) aramak, peşinden gitmek olarak açıklanmıştır. Aramak için peşinden gitmek gerekir, peşinden gidilen şey, istenen, bulunmak istenen şeydir. Soru, düşünsel bir şey olduğu için istenen, peşinden gidilen, aranan da görgül değil düşünsel bir şey olmak zorundadır. Düşüncenin isteyeceği, arayacağı peşinden gideceği şey; ya bir şeyin var olup olmadığına dair bilgi ya da onun ne olduğuna ya da ne olmadığına dair bilgidir. Öyle ise soru, bilginin geçtiği yoldur. Bu süreç özel bir bilginin yolu değil bütün bilgilere giden yoldur. İstenmek, aranmak, ardından gitmek bazı bilgi türleri için değil tüm bilgi türleri için geçerlidir. Felsefi bilgiler soru sorarak bulunur, doğa bilimleri, tin bilimleri, matematik bilgileri ise soru yolu ile bulunamaz demek deli saçmasından başka bir şey değildir ki, söylenen buna yakın bir şeydir.

Konu ile ilgili geleneksel bilgiye göre, felsefe Antik Yunanla başladığına göre “soru” da Antik Yunanla başlamalıdır. Oysa soru, insan anlağı ile yaşıttır, insan anlağı Antik Yunan’la başlamadığı için soru da Antik Yunan’da başlamış olamaz. Antik Yunan, anlığın düşünme kipinde devrim niteliğinde bir yükseliştir. Ama bu yükseliş, düşüncenin soru kipinin (biçiminin) bulunuşu ile ilgili değildir. Bu yükseliş imgelemden ideaya yükseliştir ve salt bu yükselişte değil bilgi üretim sürecinin tümünde soru, özel bir işleve sahiptir ama gene de Antik Yunan, soru sormanın ortaya çıktığı bir dönem değildir.

Soru anlığın iş başında olmasıdır. Sorusuz anlık soyut kendinde anlıktır. Sorusuz algı tasarımdır, işlenmemiş ham ideadır. Anlık edimsellik kipinin dünyasına adımını soru ile atar. Soru, soyut düşünce dünyası ile edimsel düşünce dünyası arasında köprüdür, orta terimdir, geçiş durağıdır. Soru, artık soyut düşünce değildir henüz kendini somutlamış düşünce olmasa da. Soru, soyut düşüncenin olumsuzlanması, somut düşünce için olumlu ama geçici bir belirlenim kazanmasıdır. Soyut düşünce belirlenim kazanmadan düşünme oluşmaz, sorusuz düşünme olanaksızdır. Denilebilir ki, her bilgiye giden yol, sorularla döşenmiştir ve bu yolda yürüyen düşünce giderek kendi kendini ortadan kaldıran sorular dizisinden başka bir şey değildir.

Soru, bilgi arayışının tek ve zorunlu kipidir. Bilgi, tasarımın ussal düşünceye çevrilmesidir. Soru ile yanıt ya da soru ile bilgi zorunlu bir birlik içindedirler. Her soru yanıtı da içerir, ister olumlu ister olumsuz olsun. Tıpkı her yanıtın soruyu da olumlu ve olumsuz olarak içermesi gibi. Bu biçimsel olarak da böyledir bu yüzden, her soru bilgi kipine, her bilgi soru kipine çevrilebilir.

Dünya güneşin etrafında döner bilgisi, dünya neyin etrafında döner sorusunu, dünya neyin etrafında döner sorusu dünyanın bir şeyin etrafında döndüğü bilgisini içinde taşır. “A var mıdır?” sorusu, A’nın hem varlığını hem de yokluğunu içinde taşır.

Soru ve sorgulama dışsal ya da içsel bir düşünce nesnesinin, algılandığı gibi ya da düşünülüyor olsa bile düşünüldüğü gibi olmayabileceği ön kabulüne dayanır ki, bu ön kabul bilincin, nesne karşısında şüphe kipinde bulunma durumunda duyduğu şüpheden ve bu şüphenin ortadan kaldırılabileceğini umudundan kaynaklanır.

Bir başka deyişle nesnenin kendi ideası ile onun bizde oluşan görgül ideası, tasarımı arasında bir uygunsuzluğun olabileceği ya da Spinoza’nın deyimi ile nesneye ilişkin ideamızın “upuygun ya da yeterli olmayabileceği” olasılığına dayanır. Çünkü insan düşüncesi olumsaldır, doğru olması zorunlu değildir, doğru da olabilir yanlış da. Her ne kadar onun doğru ideası kendinde zorunluluk kipinde olsa da zorunluluk kipinde idea düşünceye doğrudan verili değil, ona edimsellik ile elde edilmesi gereken uzaklıktadır. Ve bu süreç, arkasında pek çok ölü soru bırakarak ilerler.

Her kavram, kendinde, “bir şeyin” ya da “belirli bir şeyin” kavramıdır. Bir şeyin kavramı olmayan bir kavram olamaz. Bu şey ister doğada bir varlık isterse salt düşüncede bir varlık olsun. Bir şey insan bilinci için kavram olmazdan önce, kendi kendinde bir varlığı ve bu varlığın kendi için oluş süreci vardır. Bu nedenle belirli bir varlık, oluşmuş bir varlık olduğu için somuttur, vardır. Var olmuş her varlık ve onun kavramı somut ve böylece nesnel olduğu için tanımlanabilirdir de.

“Felsefe nedir” sorusu, nasıl bir sorudur?

Soru sormanın özel olarak felsefeye dair olduğu bilgisi, sorgulanmış ve doğruluğu tanıtlanmış bir bilgi değildir. Bin yıllardır sorgulanmadan inanılan, hem de felsefe dediğimiz, sorunun kaynağı olduğu söylenen dalın, sorgulamadan onayladığı bir sanıdan başka bir şey değildir.

Felsefe nedir sorusu, düşünce tarihi ile yaşayan her dönem canlı bir soru olmuştur. Ancak daha ilk bakışta görünür ki, bir düşünürün, filozofun, “Felsefe nedir” sorusu, sorunlu bir sorudur.

Bir filozof tarafından sorulan felsefe nedir sorusu, bir yanıt, bir bilgi arayışının öncesinde bir çelişki içerir. Bir fizikçi, fizik nedir, bir kimyacı, kimya nedir, bir matematikçi matematik nedir gibi sorulara gereksinim duymaz. Çünkü yaptığının ne olduğunu biliyordur. Buna karşın, bir filozofun kendi yaptığının ne olduğunu bilmemesi bir demircinin yaptığını bilmemesinden ya da bir biyoloğun canlının ne olduğunu bilmemesinden farklı değildir. Filozof “felsefe nedir” diye soruyor ise ne yaptığını bilmiyordur çünkü bilse idi aramazdı, bilmediği bir şeyi arıyorsa bulduğunu aradığını ya da aradığını bulduğunu nereden bilecektir?

Felsefe nedir sorusu neden sorunludur? Felsefe nedir sorusunun yanıtları olarak aranacak olan içerikler; felsefe bilim midir? Felsefenin nesnesi nedir? Felsefenin konusu nedir? Felsefenin dizgedeki yeri nedir? Felsefe bir tutum mudur?

Felsefe kişisel mi, evrensel midir gibi kavrama ait olması mümkün yüklemlerdir. Bu ve benzeri sorulara hala yanıt aranıyorsa 2500 yıldır felsefe boşuna mı yapılmıştır? Olsa olsa böyle bir soru bir kavramın ilk ortaya çıkışında ve ona dair bir şey bilinmiyor olduğu zamanların sorusu olabilir. Bu soruların yanıtları bilinememekte ise bunların birliği olan içerik olarak felsefe, nasıl bilinecektir? Bu durumda özne olarak felsefe bilinmediği için nesnesi bilinememekte, nesnesi bilinemediği için özne olarak felsefe bilinememektedir. Bu bilinmezlik kipinde kalıştan dolayı da arayış sürmekte ancak devamlı yerinde sayma biçiminde.

“Felsefenin özü soru sormaktır.” Soru sormak felsefenin özü müdür?

“Felsefe soru sormaktır”, (bu alıntının altına yüzlerce düşünürün adını yazabiliriz).

Felsefeye ilişkin pek çok farklı tanım vardır ama bu tanım nerede ise felsefenin ne olduğuna dair soru soran ve yanıt arayan herkesin üzerinde uzlaştığı bir tanımdır.

“Felsefe soru sorar”. Bu yargıda soru, felsefe kavramının varlığının özü gibi görünür. Bu yüzden bu sorunun felsefenin özü olduğu kanıtlanırsa felsefe kavramı kendi kendini var eder, yok eğer soru sormanın felsefeye özgü olmadığı kanıtlanırsa özsüz kalan felsefe kavramının içi boşalır ve kavram kendi kendini fesheder. Daha ötesi bu ortak tanımda birleşen bütün düşünürlerin felsefeye ilişkin düşünceleri boşa düşer.

“Felsefe soru sorar”

Şimdi bu yargıya yakından bakalım,

Soru ne demektir?

Soru ile bilgi arasındaki bağın belirlenimi nedir?

Sorunun bağlı olduğu kavram ya da bağlanması gereken kavram bilgi, bilginin önceli, ön formu ise soru’dur. Soru, tanıtlanmamış bilgi ya da öne sürümdür. Tanıtlama öncesi elde edilen her bilgi soru ile yanıt arasında orta alandır, orta terimdir ve şüphe kipi altındadır, hangi alanla ilgili olursa olsun bilgi arayışı, zorunlu olarak aynı süreçten geçer, ister bilgi olarak ortaya çıksın isterse bilgisizlik olarak ortaya çıksın isterse şüphe kipinde kalsın.

Öyle ise nerede bilgi arayışı varsa orada soru vardır. Hiçbir bilim dalında hazır bilgi insanın elini uzatınca alabileceği meyve değildir. Tek bir bilgi meyvesini alabilmek için bazen binlerce yıl soru sorma aşamasında kalınmıştır. Bu, us ile nesne arasında dolaysız bir ilişki olmadığından böyledir ve hep böyle kalacaktır.

Bilgi düşüncenin etkinliğinden çıkar ve bütün bilimler düşüncenin etkinliğidir. Bilgi öncülü olarak soruya gereksinir, çünkü doğrulanmadan bilgi olmaz ve doğrulama soru yolu ile olanaklıdır. Öyle ise soru, usun doğal bir işlevidir, us nesnesine giderken sorularla ilerleyebilir. Us diyalektiktir, belirlenimleri böler ve kurguldur, belirlenimleri birleştirir. Belirlenimi olumsuzlar ve olumlar, olumlu ve olumsuzu kuran ve bozan ustur. Us, nesnesinde ne varsa onları ortaya çıkarmak için bir eleme yapar bu anlamı ile eleştireldir. Us’un işi, işlevi, görevi gerece soru sormaktan başka bir şey değildir. Öyle ise soru sorma usun huyudur, karakteridir, doğasıdır.

Us nerede varsa orada soru vardır, buradan çıkar ki; soru ilkin “felsefe” ile bağlı değil Us ile bağlıdır, öyle ise “soru” Us’un özüdür. Bir şeyin özünü tanımak için, özü o şeyden çıkarırız. Eğer öz o şeyden çıkınca o şey ortadan kalkıyorsa, o şeyin özü odur. Eğer öz dediğimiz şeyden çıkardığımızda şey yok olmuyorsa o öz değildir. Soru sorma yetisini Us’tan çıkarırsak Us yok olur. Öyle ise Us’un özü sorudur.

Us, felsefe dâhil (böyle bir alan varsa) her bilgi faaliyetine önseldir, bu yüzden felsefe soru sorar tanımı şu hale gelir.

“Us zorunlu olarak soru sorar” ve böylece felsefeye özgü olan bir özelliğin gerçekte Us’a ait bir özellik olduğu ortaya çıkar.

Buradan da soru soran bir yazı ve konuşmada, felsefe yaptığımız söylenemez, felsefe yapmadığımız da söylenemez, sadece. Us’un faaliyette olduğu söylenebilir. Us kendi içine ve dışına olmak üzere her alanda sonsuzca soru sorabilir. Bu sorular matematikte, bütün doğa bilimlerinde, mantıkta ve toplum bilimlerinde olabilir ve zaten vardır, bu alanların tümünün tözü logostur, Us’tur, Us ise soru sormadığı zaman Us değildir.

Öyle ise felsefe, soru sormak değildir.

Bir kavramın varlığı, zorunlu olarak bir neden gerektirir. Tıpkı bir kavramın yokluğunun zorunlu bir nedeni olması gerektiği gibi.

Bir kavramda özden ve kipten başka bir şey yoktur. Kip salt biçim olduğu için bir kavramda kalıcı olan ve onun bilgisine konu olan Öz’den başka bir şey değildir. Öz bir şeydeki sıfattır, yüklemdir. Öyle ise bir kavramın nesnesi onun sıfatından, yükleminden başka bir şey değildir.

Kavram yükleme aittir, yüklem de kavrama aittir. Kavram yüklenmiş kavram, yüklem kavranmış yüklemdir.

Bir kavramdan onun özü olarak görülen sıfat-yüklem kaldırıldığı zaman o kavram da ortadan kalkıyorsa bu yüklem o kavrama aittir ya da bu kavramı kavram yapan bu yüklemdir. Tersine bir kavramı ortadan kaldırdığımız zaman o kavramın özüne ait olduğunu düşündüğümüz yüklem başka kavramlarda işlevsel olarak bulunmaya devam ediyorsa bu yüklem o kavramın özüne ait değildir ya da bu kavram ile bu yüklem eşleşmiyor demektir.

Şimdi bu önermeyi felsefe kavramı ile soru sorma yüklemi arasındaki ilişkiye uygulayalım.

Eğer felsefe kavramının özü soru sormak ise felsefe kavramını kaldırdığımız zaman soru sorma sıfatı boşta kalmalıdır, işlevsiz kalmalıdır. Oysa soru sorma yüklemi, felsefe kavramı ile bağsızken de ya da onun dışında da işlevini yine sürdürmeye devam eder. Hangi konuda olursa olsun düşünceye soru eşlik eder, hangi bilgi olursa olsun soruların sonucunda ya da soruları geride bırakmış ve onları olumsuzlamış olarak ortaya çıkar.

Felsefeye sorular

  • Bir kavramın tanımı onun özünü tanımak-bilmekse, yüzlerce tanıma karşın, özü tanınamayan, bilinemeyen bir kavram olabilir mi?
  • Bir kavramın her dönemde farklı bir tanımı olabilir mi?
  • Bir kavramın farklı ülkelerde, farklı zamanlarda farklı tanımları olabilir mi?
  • Bir kavramın farklı ülkelerde, farklı zamanlarda, farklı filozoflara göre farklı tanımı olabilir mi?
  • Bir kavramın her kişiye göre farklı bir tanımı ve dolayısıyla farklı bir anlamı olabilir mi?
  • Bir kavramın aynı filozofça yapılmış onlarca tanımı olabilir mi?
  • Binlerce tanımı olan ama yine de tanımlanmaya devam eden bir kavram olabilir mi ve yeni yapılacak tanımlardan ne umulabilir?

Bir başka açıdan sorular

Felsefe bilim midir?
Yanıt: Bazı filozoflara göre bilimdir, hatta bilimlerden daha bilim, bazı filozoflara göre asla bilim değildir ve bilim olmaz.

Felsefe bir tutum mudur?
Yanıt: Bazı filozoflara göre tutum bazılarına göre değil.

Felsefe bir bakış açısı mıdır?
Yanıt: Bazı filozoflara göre felsefe bakış açısıdır, bazılarına göre ise bakış açısı olamaz.

Felsefe herkes için midir, bazıları için midir?
Yanıt: Bazı filozoflara göre herkes içindir bazılarına göre ise herkes için olamaz.

Felsefe dünya görüşümdür, değil midir?
Yanıt: Bazı filozoflara göre felsefe bir dünya görüşüdür, bazılarına göre ise felsefe bir dünya görüşü olamaz.

Aynı türden felsefecilerin (idealist ya da maddeci ya da şüpheci) felsefe tanımları aynı olmalı değil mi?
Yanıt: Hayır. İki idealist, ya da iki materyalist, hatta onlarca idealist ve onlarca materyalist filozofun kendi aralarında bile felsefe tanımı ile ilgili mutabakat yoktur.

Felsefenin tam da bu çelişkiler taşıyan bir kavram olduğu görüşü: Felsefenin neden böyle bir kavram olduğunu sadece sonuçlarından kalkarak öne sürer. Buna benzer bir kavramın neden ve nasıl mümkün olduğunu bırakın kanıtlamayı öne bile sürmez. Öte yandan felsefe kavramı özü gereği böyle ise filozoflar neden bu özü kabul ederek bu konuda tartışmaya son vermezler sorusu yanıtlanmalıdır.

Yapılan tanımlar ölçüsünde her zaman çelişik belirlenim kazanmış ve hiçbir zaman çelişkisiz bir belirlenim kazanamamış; henüz yapılmamış tanımlar açısından ise belirlenimsizlik taşıyan bir kavramla yapılacak önermeler, yargılar, çıkarımlardan doğru sonuçlar elde edeceğimizi umabilir miyiz?

Bu ve daha buna benzer sorular felsefe kavramının var olduğu kadar var olmayabileceğini de ortaya koymuyor mu?

Usumuz bu kavramı ve kendi kendini, içinde bulunduğu şüphe sarmalında sonsuza kadar bırakabilir mi?

Ve sonuç olarak

Bu sorular sahipsiz midir? Aktif düşünce, Us, bu çözümsüz sorular ile yaşayabilir mi, eğer yaşarsa buna yaşam denebilir mi? Sokrates’i hatırlamamız gerekmez mi? “Sorgulanmamış yaşam değildir.”

Felsefeye ilişkin öteki sorular ve sorunlar bir yana, nerede ise binlerce yıldır henüz kendi tanımında bile, kendi kendisi ile uzlaşamamış bir kavramın ve onun düşünsel alanının ve kendi kendinin kuşku altındaki haline (kipine) karşı geri dönerek, bu çelişki ile yeniden ve öznel olmayan bir tutumla yüzleşme zamanı gelmedi mi? Geldi. Çünkü sorunun çözümünün bütün koşulları oluştu; bilimlerin gelişimi, dizgenin ayrım ve birliğine ilişkin sınırları iyice belirginleştirdi. Ayrıca bu konuda şimdiye dek takınılan tutumun sorunu çözebilecek bir tutum olmadığı daha da anlaşılır hale geldi.

Kavram bir şeyin ideasıdır. Felsefe bir kavram olduğuna göre bir şeyin ideası olmalıdır. Peki neyin ideasıdır? Tekil bir nesnenin mi? Tekil bir bilim olmadığına göre değil, çünkü tekil bir nesnesi yok. Tikel bir grubun mu? Örneğin toplum bilimleri ya da doğa bilimleri gibi, tümel bir nesnenin mi? Yani tümel kategorilerden birinin bilimi mi ya da bilginin kökü olarak en evrenselin yani Logos’un mu? Değil, çünkü Logos’un bilimi adı üstünde lojiktir. Lojik ile tekil bilim arasında bir eklem bilim midir? Bir orta terim midir? Orta terim ise bu orta terimin nesnesi tekil bilimlerin neresindedir, ayrıca lojiğin neresindedir? Lojikten tikel ve tekil bilimlere ve bu bilimden lojiğe geçişte bir ara durum mu vardır. Eğer böyle bir ara durum olsaydı ki, felsefenin nesnesi bu ara durum olurdu ve işimiz çok kolay olurdu.

Şimdiye dek felsefenin binlerce tanımı yapılmıştır. Yapılan tanımlar, tanımı yapanın dışındakiler tarafından yetersiz bulunduğu için olsa gerek, sürekli yeni tanımlar yapıla gelmiştir ve eğer yeterli bir tanım yapılma olanağı olmuş olsaydı, bu tanımın şimdiye dek çoktan yapılmış olması gerekirdi. Çünkü insanlık şimdiye dek, hiçbir kavramı tanımlamak için bu kadar çaba sarf etmemiştir. Buna karşın gene de bu ölçüsüz çaba bir yönüyle kavramı tanınamaz hâle sokmaktan başka bir sonuç doğurmamıştır. İki bin beş yüz yıldır devam eden tanımlama süreci sona ermemiş ve ereceğe de benzemiyor. Bu nedenle yeni felsefe tanımları yaparak eksikliği gidermek olanaksız gibi görünüyor. Buna karşın her filozof felsefesini ortaya koyarken ortaya koyduğunun ne olduğunu bilmiyormuş gibi yeniden tanımlıyor ve böylece ya tanımladığını ortaya koyuyor ya da ortaya koyduğunu tanımlıyor, önceden tanınan bir şeyi değil.

Bütün kavramların yeterli bir tanımı yapılabilirken, felsefe kavramının yeterli tanımı neden yapılamaz? Kavramları, tanımı yapılabilen ve tanımı yapılamayan kavramlar diye ikiye ayırmak mümkün müdür? Eğer bu mümkün olsaydı, tanımı yapılamayanlar arasında felsefe kavramına benzer başka kavramların da olması gerekecektir. Ola ki tanımı yapılamayan kavram bir tek kavramdır ve bu da felsefe kavramıdır. Bir kavramın tanımı neden yapılamaz?

Tanım, o kavramı öteki kavramlardan ayıran ve onu o yapan özünü açık kılmak ise tanımı yapılamayan kavramın ya özü yoktur ya da özünü henüz bilemiyoruz demektir, eğer böyle bir kavramın özü yoksa kendisi de yoktur ve tanımlama uğraşı boşunadır.

Eğer kavramsa ve dolayısıyla özü varsa ama henüz tanımlanamamış ise bu nasıl bir kavramdır ki iki bin beş yüz yıldır insanlığın en büyük kafalarının çabasına karşın gene de onun ortak ya da nesnel bir tanımına yaklaşmaktan çok ondan uzaklaşılmış ve tanıma duyulan gereksinim daha da artmıştır. Hiç kimse, bu kavramın özünün bilinmez olduğu konusunda bir şey söylememiştir; tersine tüm filozoflar ve daha birçok kişi onu bildiğini kendine özgün bir biçimde söylemiştir. Ama bir başka yönden binlerce özgün tanım yapılmış ise bu kadar çok tanım özgün olmak yerine öznel tanımlar olmalıdır. Çünkü bu binlerce tanımlar yığını öznel olmasaydılar, sonradan tanım yapanlar tarafından ya yeterli bulunacak ya da onaylanarak daha iyisi yapılmaya çalışılacaktı. Oysa yapılmış pozitif tanımlar yığını, konu ile ilgilerini sürdüren yeni zamanların felsefecileri tarafından yeterli görülmemek bir yana, çoğu zaman yadsınarak yeni baştan tanımlanmaya çalışılmıştır.

Felsefe kavramının özü, tanımı, anlamı, içeriği kısaca ideası öznelliğe izin verdiği ölçüde evrensel ve somut olmayacak, öznel ve soyut olacak ve bu kipteki bir kavramın girdiği her cümle ya da her düşünce zinciri nesnel ve somut değil, öznel ve soyut kalacaktır. Çünkü felsefe sözcüğünün cümleye kattığı içerik, herkesin felsefe sözcüğünden ne anladığına bağlı olarak çok çeşitli olacaktır ve bu cümlenin nesnel ya da aynı anlamda evrensel bir anlamı olmayacaktır. Bilginin bu öznellik kipinde kalarak bilimden, bilimsellikten söz edilemez, çünkü bilimsellik öznelliğin olumsuzlanması ya da nesnel olana ulaşılmasından başka bir şey değildir.

Bu karışık durumda, bir karanlık içinde boşluğa doğru ilerlemeye devam ediyor olabilir miyiz? Özgür Us’un, kendini olumsuzlamak için ortaya koyduğu yüzlerce yanlış tanıma gözünü kapatan ve alıştığı yoldan çıkmamak için en olmadık akıl dışılıkları başka kipte bir Us’a onaylatan ve ayrıntılarla oyalanan, aylakça aynı çıkmaz yola devam eden bu Us kipine mi takılıp kaldı acaba?

Çoşkun Özdemir
+ Son Yazılar