Yazdıklarımızı kanıtlayarak, kanıtladıklarımızı yazmış olacağız.
Bu iki öz-özne, iki farklı kökenden kaynaklanır. Bu kökler ya da özler birbirinden cins olarak farklıdırlar ve cins olarak farklı iki dünyada yaşarlar. Öyle ise insanın içinde yaşadığı ‘iki dünya’ vardır.
Bu nedenle,
İkincisi, özne olarak doğa üstü, tanrısal düşünce, düşüncenin türevlerinin oluşturduğu kültürel-tinsel-düşünsel dünya.
Beden, doğaldır, doğandır doğadadır. Bedenin edimselleşmesini, varoluşunu yöneten öz- ‘erk’, özerk– özne, güdülerdir. Özne olarak güdüler özü edimselleştiren erk’tir. Bedenin özü ve öznesi olan güdüler, beden ile birlikte, bedenin bir parçası olarak doğadan gelir, dışarıdan bir katkıya ihtiyaç duymadan edimselleşmeye hazırdır, bu ‘erk’ dolaysızca-özne olma görevini yerine getirir. Bu kökün, özü ve doğası bütün canlılarda aynıdır.
Doğada ve insan bedeninde, değişmez yapılar yasa olarak idealar ya da idealar olarak yasalar vardır. Bu yüzden doğada düzen vardır, düzenin zemini zorunluluk kipinde işler.
Akıl ise doğaüstüdür ve doğa üstü bir dünyada yaşar. Doğanın aksine tinsel dünya, değişmez yasalar temelinde kurulamaz, çünkü bu kurulum insan-toplum aklı tarafından gerçekleştirilir ve insan aklının bütün zaaflarını taşır.
İnsan aklı gelişim bakımından tarihi karakterdedir, bir başlangıcı vardır her başlangıç gibi derece derece gelişir.
Aklın içinde nefes alabileceği ve yaşayabileceği dünya, insan usunun kendisi tarafından inşa edilir. Diyebiliriz ki, insan aklı içinde yaşayacağı evi kendi yapar.
Tinsel dünyayı oluşturan çekirdek, insan-toplumun fiili aklı olduğu için, oluşan tinsel dünya hem derinliğine hem de genişliğine, fiili insan aklının gelişmişliğine bağlı, orantılı ve görece olacaktır.
Akıl ve güdüler birbirini yok da var da edemezler, ama bir varlıkta bulunmaları nedeni ile birbirinin etkilerini azaltabilir ya da artırabilirler. Böylece insanoğlunun oluşturduğu tinsel dünya, bu iki öznenin birbiri üzerindeki etkilerini olduğu gibi yansıtır.
Kavram oluşturma, bilincin belirli bir gelişim aşamasından sonra yapabildiği bir şeydir. Kavramlar gereç bakımından tasarımlar-imgeler ile arı düşüncelerin bileşkesi olarak kurulur. Çünkü aklın ilk gereci zorunlu olarak tasarımlardır, bu gereç arı düşünceye dönüştürülebilir ya da tasarım halinde kalabilir. Akıl bu dönüştürmeyi yapmaz ya da yapamaz ise kurduğu kavram evrensel değil öznel olacaktır, böylece kavram olmayacak evrensel özelliğini yitirecektir.
Kavramların kurulumu ereksellik bakımından ise iki kaynaklıdır; ihtiyaçlar ve salt bilme. Salt bilme kavramsallığın öz ereğidir ancak, güdülerin ereği olarak ihtiyaçlar, kavramı etkiler ve tasarım kipleri düşünceye dönüştürülmeden tasarım olarak kavramın içine girerler. Böylece kavram, güdüler ve aklın bileşkesi olarak kurulur.
Bu iki tür ereksel etki ile kurulan kavramlar karışık kavramlardır.
Aktif akıl kendi kurduğu kavramlar içinde yaşar, yeni kavramları kendi yetkinliğince kurar. Karışık kavramlardan kurulu tinsel dünya karışık bir dünyadır. Karışık kavramlar tüm toplum bilincine yayıldığı için karışık bir yargı ve edim dünyasına yol açar. Karışık kavram, karışık tinsellik ve karışık etkinlikler birbirini üretir.
Böylece aktif tini temizleyecek doğal bir mekanizmanın aktif tin içinden çıkması daha da zorlaşır.
Bu konuda tinin, Hegel’de, mutlak özerk bir yapı olarak her şeyi belirlemesi düz anlamda yanlıştır. Çünkü tin dünyada mutlak değil, gelişen etkin tindir, edimsel tindir ve eksiktir. Tin sadece kendinde kipinde mutlaktır, edimselliğinde değil. Çünkü edimsellikteki sınırlı akıl, ona sınır koyar ve onun mutlaklığını bozar.
Tinsel dünyanın kendi kendini temizleyememesi tarihin ilerlemesine değil tekerrürüne yol açar. Bu temizlik olsa olsa bunun farkına varan pek az düşünür tarafından yapılmaya çalışılır, ama bu çaba tinsel dünyanın usdışılıklarını temizlemeye yetmez. Bu çabada olan bazı düşünürler kendi öznellikleri ile yapıyı temizlemeye çalışırken bir yandan da kirletir ve tinsel alanda öznellik nesnelliğe baskın olmaya devam eder.
Aktif tinsel dünyanın karışık oluşunun bir başka nedeni, tinsel kavramsallığın sonuçtan başlayarak kurulmasıdır. Tinsel alan, sonsuz akıl tarafından değil, sınırlı sonsuz akıl tarafından oluşturulduğu için yapılanması temelden değil son-uçlardan başlar. Bir şeye temelden başlamak bütün hakkında doğru bilgiye sahip olmakla olanaklıdır. Oysa sonlu aktif akıl, parçadan bütüne doğru gitmek zorundadır. Bütün bilinmeyince, bütünü, bütün olarak bir arada tutan zeminin de ne olduğu bilinemeyecektir. Dolaysı ile tinsel alan zeminsiz, dayanaksız kurulacaktır. Böylece tinsel alanda kurulan yapılar çökecek yeniden kurulacak ve yeniden çökecektir, ta ki çöküşün zeminin çürüklüğünden kaynaklandığı bilinene kadar.
Tinsel zemini oluşturan kavramlar ontoloji, epistemoloji ve mantık alanlarının kavramlardır, bütün öteki alanların kavramları bu zemin kavramlarının üzerine oturur. Zemin kavramlar, özne olarak düşüncenin içinde hareket ettiği merkezi çemberdir, us hangi konu ile olursa olsun işlem yapabilmek için bu alanlara ilişkin kavramları deyim yerinde ise kendi avucunun içi gibi bilmelidir. Bu kavramlar bilinmeden aktif us, işlemlerinde her an bir yana, ikincil olana –ilinek’e doğru yatabilir, oysa usu dik tutan bu zemin kavramlar üzerinde duruşunun sağlamlığıdır.
İnsanlar, şimdiye kadar dünyayı değiştirmek için çok çaba harcadılar ama düşünmek ve yorumlamak için az çaba. Bunun sonucu olarak ihtiyaçların giderilmesi ve bedenin konforunun artması konusunda çok yol alındı, ama az düşünmelerinin sonucu olarak akıllarını değiştirme konusunda yeterince yol alınamadı. Oysa dünyayı bilmeye çalışan ve ‘yorumlayan’ filozofları küçümsemek yerine onları izleselerdi, ancak yorumladıkça ve düşündükçe gelişen akıllarını da değişilebilecek, geliştirebileceklerdi.
Bu çabanın merkezi etkinliği, eğitimde olabilir, eğitimde ilkokuldan üniversiteye kadar ussal düşünmenin kural ve metotları müfredatlarda yerini almalıdır.
Gerek müfredat içeriğinin gerekse amacının belirlenmesi, aktif tinin us dışılıklardan temizlenmesi için, belki birleşmiş milletler bünyesinde tüm insanlığın yaşayan bilgelerinin oluşturduğu bir insanlık akademisi- hümanist akademisi ve benzeri kurumlar hedeflenebilir.
Bu tür bir akademi tüm dünyadaki eğitim programları yerel özgünlükleri koruyarak, aklın evrensel değerleri doğrultusunda oluşturmalı ayrıca uygulanmasını denetlemelidir.
NOTLAR:
Metinde kullanılan bazı kavramların bizce anlamı.
Hümanizma kavramı aklın, orta çağdan çıkışında ilke olarak kilise ve tanrı kavramına tepki olarak gelişir ve tanrı-kilise kavramı yerine insan kavramı öne sürülür. Burada insan daha çok pozitif olarak ele alınmıştır. İnsan kavramının, tini kuran aklının gelişmesi amacı sönük ve belirsiz ve bu yüzden karışık kavram olarak kalmıştır.
Bu nedenle hümanizma kavramına gerçek içeriği yeniden yüklenmelidir. Elbette bu yükleme kavramdan çıkan içeriğin kavrama yeniden yüklenmesi olmalıdır. Yapmaya çalıştığımız budur.
Hümanizma: Hümanizmadan bizim anladığımız, insanın düşünsel yanının usunun edimselleşerek, güdüsel yanına ve kavramsız bilgilenmeye, kısaca us-dışına karşı öz-erk bir yapıya kavuşması ve özgürleşmesi sürecidir. Hümanizma ussal insan ve ussal toplum amacına bağlı olarak tinsel (manevi) dünyayı usdışından kurtarma mücadelesidir.
Özgürlük ussallığın doğal sonucudur.
– Tin: Ten’in, maddi olanın karşılığı olarak manevi olan.
-Karışık kavram: iki farklı cins gereçten, tasarım ve düşünceden oluşmuş kavram. Bir olamamış ikili birlik)
-Faal akıl, faal tin: kendinde akıl değil, şimdi aktif olan us. Böylece mutlak değil görece Tin (burada Tin’in çekirdeği olan arı düşüncenin göreceliliğinden söz etmiyoruz).