Ütopyanın Distopyası

Ütopya - 2018

Ütopya Tutuculuğu:

“Utopia’da öğretmenin işi bütün görgü ve bilgisini körpe yaşta çocuğun kafasına Cumhuriyeti koruyacak olan sağlam ilkeleri yerleştirmeye harcamaktır.”

Thomas
More

Ütopya Ötekileştirmesi:

“Bunda da şaşılacak bir şey yok, çünkü doğa herkese kendi yarattığını sevip okşama içgüdüsünü verir: Karga da, maymun da kendi yavrularına gülümser yalnız.”

Thomas
More

Ütopya Din Ayrıcalığı:

“Utopia’da rahiplikten daha şerefli bir görev yoktur. Rahiplere gösterilen saygı o kadar büyüktür ki, onlardan biri suç işlerse adalet karşısına çıkmaz.”

Thomas
More

Ütopya Uyanıklığı:

“Utopia’lılar, savaşın akıl yoluyla önlenemeyeceğini anlayınca, kendi yurttaşlarının canını tehlikeye sokmaktansa, parayla kiralık asker tutmayı yeğlerler.”

Thomas
More

Yukarıda,
biraz sonra üstünde duracağımız ütopya meselesinin isim babası olan More’un
kitabından cımbızla seçtiğim dört alıntı var. Kitabı Sebahattin Eyüboğlu, Mina
Urgan ve Vedat Günyol çevirmişler. More mezarından kalkıp, ben böyle şeyler
demedim derse, ben de çevirmenlerin yalancısıyım.

Bu
cümleleri seçerken, ütopyanın, belki de algılandığı gibi, her yönüyle matah bir
şey olmayacağının ve onun karşıtı olarak ortaya atılan distopya örneklerini de
kaçınılmaz olarak her zaman içinde barındıracağının örneklerini vermeye çalıştım.

Thomas
More da Darwin gibi aynı şansa sahip oldu. Her ikisi de dünyada kabul edilen
iki terimin (birisi Darvincilik-eser sahibinin adı; ikincisi Ütopya-eserin adı)
isim babası oldular. Hâlbuki ikisi de bu konunun öncüsü değillerdi. Bir benzer
yönleri de ikisinin de kafasının karışık olmasıydı. Darwin yaklaşımının doğru
olduğuna emindi ama sosyal statüsü açısından yayınlayıp yayınlamama konusunda
kafası karışıktı. More ise hem, koyu bir Hristiyan’dı, hem Hristiyanlığın nasıl
çöküntüde olduğunu görüyordu hem karışıklık çıkar korkusuyla Reformist harekete
karşı çıkıyordu. Eseri de yenilikçilik (önemsenmesi gereken olumlu sınıfsal
yaklaşımlarıyla) ve tutuculuk dalgaları arasında salınıp durdu.

Şimdi,
ütopya denince ne anladığımıza bakalım. Ütopya, hiçbir yerdir. Hiçbir yer
demek, o zaman bizim kafamızın içi anlamına geliyor. Zaten benim de yaşam anlayışıma
göre her yer aslında bizim kafamızın içindedir ve bizim algılama ve düş kurma yetilerimiz
kadardır.

Ütopya,
olasılığı, olasılıksız olan ve yaratıcısının ideallerine göre tasarlanan devlet
yönetim biçimleridir. Günlük dilimizde “ütopik düşünce” daha da geniş kapsamlı
kullanılmaktadır. Birisinin, bize anlattığı ama yapamayacağını düşündüğümüz bir
eylem için de bu kavramı kullanırız.

Ütopyalar
tarihi üstüne yazmış olan Lewis Mumford’un kitabının başlangıcında şu kelimeler
var. (Burada itiraz edebileceğiniz bir çeviri hatası varsa bana ait olacaktır,
çünkü kitabın orijinalinden alıntı yaptım): “Ütopya içermeyen bir dünya haritasına bakmaya bile değmez.”

Tabii
ki, ütopyanın (cennet de bunlardan birisi) umutla da yakın ilişkisi var. Bir
yazımda “Umut fakirin ekmeği”
demiştim. Aslında hepimiz, nereden gelip nereye gittiğimizi bilemeyen bilgi
fakirleriyiz ve umuda ihtiyacımız var -yani ütopyalar üretmeye.

“Heyhat! Masallar kadar ütopyalara da gerek duyuyoruz. Bir amacımız varsa,
nereye gittiğimiz de çok önemli değil. Böylece, ütopyamız ne kadar garip ve
düşsel olsa da keşfedilmemiş uzak denizler için tek yol göstericimiz olacaktır.”

Hendrik Willem Van Loon, “Ütopyalar Tarihi” kitabına yazdığı giriş yazısında
böyle diyor. Benim söylediğimi, daha da edebi bir dille açıklamış.

Bu
arada Lewis Mumford ütopya kavramına şu şekilde bir katkıda bulunuyor: “Doğanının düzenine ne kadar çok karışıp, onu bize uygun duruma sokuyorsak,
o kadar çok
Ütopya’da yaşıyoruz.”
Burada olmuş gibi görünen ama uzun erimde olmayacak olan bir dünyadan
bahsediyor. Uzun erimde doğa bildiğini okuyacaktır.

Mumford
iki tür ütopyadan bahsediyor (Durun, daha distopyaya gelmedik bile. Ben de iki
tür Distopya’dan bahsedeceğim): Birisinin amaçsız bir kaçış olduğunu,
ikincisinin amaçlı bir yeniden yapılanma olduğunu açıklıyor ve cümlesini şöyle
tamamlıyor: “Hangi türde olursa olsun, gerçek dünya sıkıntılarla
dolu olduğuna göre, zihinlerimizdeki ütopyalarla uzun süre geçiriyor olmalıyız.”

Bir
kez daha vurgulamak istiyorum: Ütopya – düş kurma – umut etme birbirine çok
bağlı ve yaşamsal. Ama kahrolsun diyalektik: Her olumlu kendi olumsuzunu de
beraberinde taşır. Kahrolsun Ying Yang: Kötü, iyinin içindedir. Bu ifadeleri
tersten de söyleyebilirdim ama buraya böylesi uygun geldi.

Tamam,
insanı anladık, umutları var, düşleri var da, hümanist mi, idealist mi,
materyalist mi, dindar mı, ateist mi, vs? Bilmiyoruz. Ne demiştik, dünya
düşüncede kuruluyor. Bu saydıklarım veya bunların karışımı (örneğin More dindar
ve hümanistti) kişinin ütopyasını oluşturacak ve birbiriyle çelişkili sonuz sayıda
ütopya ortaya çıkacaktır.

Platon
şanslıydı. Önemli bir filozoftu. More şanslıydı. Önemli bir devlet adamıydı.
Her ikisinin de düşünceleri yazıya döküldü ve bugüne kadar geldi. Hatta More,
temel felsefesinin çerçevesi bu olmamasına rağmen, gelecekte Marx’ın işçi sınıfı
için talep edeceklerini de talep ediyordu. Çalışma saatlerinin azaltılması,
kaynaklara eşit erişim, sanatın seçkin zümrenin elinden kurtarılması gibi
olanaklar Ütopya adasında vardı. Platon’dan farklı birçok yönü olmasına rağmen,
bence en önemlisi sınıfsız bir toplumdan bahsetmesiydi. Platon’un Devlet’inde
ise yönetenler, savaşanlar ve para kazananlar vardı.

More’un
Ütopya’sına, Mina Urgan’ın kitaba yazdığı önsözle noktalı virgül koyalım:

“Utopia’da ise, ortaçağın hiçbir izi bulunmaz ve Rönesans’ın tüm özellikleri görülür: Ortaçağ Hristiyanları, insanların doğuştan günahkâr olduklarına inanırken Utopia’da insanların iyi olarak yaratıldıkları, doğru dürüst bir toplumsal düzende kusursuzluğa erişebilecekleri kanısı savunulur.”

Distopya
konusuna geçmeden önce şakacı More’un kitabındaki üç ismin anlamından da
bahsetmek istiyorum. Fazla değinmedim ama More şakacılığıyla da tanınırdı.

Ütopya
(ada): Hiçbir yerde.

Hythlady
(Ütopya’yı anlatan adam): Saçma sapan konuşan.

Anyder River (Bir nehir): Suyu
olmayan nehir. (Not: En yeni ütopyalardan birisi olan Venus Project’i merak
edenler için 24 dakikalık bir video linki: www.youtube.com/watch?v=MZjo1vIEbLI
)

Distopya:

Ütopyanın,
anti tezidir. Otoriter, insanların iyiliği için kurulduğunu açıklayan ama bütün
sistemlerin yöneticilerin menfaatine çalıştığı yönetim biçimlerini açıklar.
Tabii, bu arada altını eşelediğinizde, demokrasiler ve diğer yönetim sistemleri
dâhil hangi yöneticilerin daha çok halkı için çalıştığını bulmakta zorlanacağınızdan
eminim.

Şimdi,
eğri oturup doğru konuşalım. Baskıcı sistem neden baskıcıdır: Çoğunluğu kendi
istediği biçimde şekillendirmek için. Anahtar kelime şekillendirmek olunca,
bunun tek yolu baskıcılık değildir. İster kendi menfaatiniz için olduğunu ister
başkalarının menfaati için olduğunu düşünün, şekillendirme, şekillendirenin
değer yargıları çerçevesinde olacaktır. Şekillenen açısından en çaresizi de
anne ve babanın bilinçlenmemiş çocuğu şekillendirmesidir. Erişkin bir kişiye
işkence yapsanız da, fikri değişmeyecektir (aksini beyan etse de). Çocuğun bu
şansı yoktur. Alternatif düşüncelerden haberdar değildir.

Demek
ki Distopya’yı (George Orwell’in -1984- veya Margaret Atwood’un -Damızlık Kızın
Öyküsü-) gelecekte aramasına gerek yoktur. Distopya, yumuşak veya sert bir
biçimde, ailemizden başlamaktadır. Bana göre zorlayıcı olması da gerekmez,
menfaatinize olduğuna ikna etmesi yeter. Ne demişler: “Bir insana dokuz kere delisin derlerse, insan deli olduğuna inanır.”

Ayrıca
bir kişinin veya grubun ütopyası, aynı toplumda yaşayan başka bir grubun
distopyası da olabilir. More’un Ütopya’sında veya herhangi bir Ütopya’da veya
bildiğimiz devlet yönetimlerinde, düzeni sağlamak için kaçınılmaz olarak
kurallar ve kurallara uymayanlar için yaptırımlar vardır.

Kendimizi
kandırmayalım, edebiyatın aktarmaya çalıştığı biçimde distopya geleceğin
korkusu değil. Hep yaşandı, yaşanıyor ve yaşanacak. Nasıl ki kendimizi anlamaya
çalıştığımız ben algısı ile başkalarını ötekileştiriyorsak, toplu ve düzenli
yaşamak için de kurallar ve yaptırımlar oluşturuyoruz. Kuralları kontrol
edenler de, toplumun çeşitli kesimlerinden gelen karşı baskılara bağlı olarak,
ya koyu renk (faşizm) veya açık renk (demokrasi) distopya uyguluyorlar.

Dünya düzenine oldukça kötümser bir açıdan bakan
Zeitgeist belgesellerinden birinin sonunda anlatıcı şöyle diyordu: “Gün gelecek, otoritenin bizi takip edebilmesi için
derimizin altına takip
çipi taktırmak için kendi isteğimizle sıraya gireceğiz.”

Kim
bilir, belki de insanı tek bir unsura indirgediğimizde Nietzsche’nin dediği
gibi güç istemine varırız.
Biz yine de Nietzsche’ye kulaklarımızı tıkayalım ve “kâmil insan” olmaya bakalım.

Son
olarak, yazının anlamına uygun olan ve bilinen bir meselle noktayı koymak
istiyorum:

Bir haftanın
yorgunluğundan sonra baba Pazar sabahı kalkmış eline gazetesini almış ve akşama
kadar oturup dinlenecek olmanın keyfini çıkartmaya başlamış. Ama baba bunları
düşünürken oğlu yanına gelerek kendisini parka götürmek için geçen hafta söz
verdiğini hatırlatmış. Canı hiç dışarıya çıkmak istemediği için bir bahane
bulup evde oturayım, dinleneyim diye düşünmüş. Birden gazetenin promosyon
olarak verdiği dünya haritası gözüne ilişmiş. Bu haritayı hemen parçalara ayırmış
ve oğluna uzatmış,

“Bu haritayı
birleştirebilirsen hemen gidelim parka,”
demiş.

Ardından da
içinden derin bir oh çekmiş, “dünyanın coğrafya profesörlerinden birini
getirsen yine de toplayamaz bunu iyi akıl ettim,” diyerek sevinmiş. Aradan 10
dakika geçmeden çocuk koşarak babasının yanına gelmiş:

“Baba
haritayı düzelttim parka gidebiliriz,”
demiş.

Adam önce
inanmamış ve görmek istemiş. Görünce de şaşırarak nasıl yaptığını sormuş. Çocuk
demiş ki:

“Bana
verdiğin haritanın arkasında insan resmi vardı… İnsanı düzeltince, dünya
kendiliğinden düzeldi.”