Okuma süresi: 16.55 mintues
Charles Darwin

Bu makalemde, Darwin’e giden yolda kimler vardı, Darwin neler söyledi ve Darwin’den sonra bu yolda bugüne dek neler oldu, anlatmaya çalışacağım. Darwin’den bahsederken kitaplarının konularına da kısaca değineceğim.

Darwin’in pragmatist[1] mi yoksa yararcı[2] mı olduğunu düşünürsek, bana göre ikisi de değil. O bir meraklı. Bu yola meraklı olduğu için girmiş. Kendisi bir felsefeci değil. Merak kediyi öldürür, derler. Darwin de dindarlar bana ne yaparlar diye korkudan ölecekmiş. Bu nedenle de ilk eseri olan Türlerin Kökeni’nin yayınlanması oldukça gecikmişti.

Evrim konusunun Türkiye’de ilk kez çevrilme hikâyesine de bir göz atalım. 1872 yılında, romancı, düşünür ve siyaset adamı olan Mithat Efendi, Darwin’i tanıtır. Osmanlının o günkü anlayış tarzı çerçevesinde ve Batı’nın etkisiyle bu tanıtımı gerçekleştirir. Böylece Osmanlı için oldukça yeni bir yaklaşımı açıklar. Bu tanıtım birçok yanlışlarla doludur. Özellikle de insanın atalarının maymun olduğu söylemi bugüne kadar uzanan bir yanlıştır.

Anlatımlarında üç tane temel yanlış düşünce var:

1. Atalarımızın maymundan gelmiş olduğu düşüncesi, bugün hala maymunların neden var olduğu sorusunu aklımıza getiriyor. Aslında, maymunlar bizim kuzenlerimizdir. Onlarla beraber, maymun benzeri başka atalardan gelmiş bulunuyoruz. Bu atalardan bugüne gelirken bir kısmımız maymuna, bir kısmımız insana evrilmiş.

2. Darwin’in ateist olduğu düşüncesi. Darwin ateist olmadığı gibi dindar bir aileden geliyor. Öte yandan o, bir bilim insanıydı ve gözlem yapmayı ilke edinmişti.

3. Yaşam mücadelesinde güçlü olan türünü sürdürür. Yaşam mücadelesinde güçlü olan türünü sürdürseydi, bugün ayılar, filler, vs. dünyaya hâkim olurlardı. Darwin, çevreye en iyi uyum sağlayan türünü sürdürür, demektedir. Bu arada “Kontrolsüz güç, güç değildir” reklam sloganını da burada bir kez daha anımsatmak istiyorum.

Bir de Thomas More ve Charles Darwin arasındaki bir benzerliğe değinmek istiyorum. Her ikisi de ünlendikleri konuları ilk kez ortaya atan kişiler olmamakla birlikte, “ütopya” kavramı (Ütopya adı zaten ona ait) More ile, “evrim” kavramı da Darwin ile özdeşleşiyor. Başka bir benzerlik de, ikisinin de kafasının karışık olması. Konumuz Darwin öncesini de kapsadığı için aşağıda evrim kavramının Darwin’e kadar uzanan macerasının kısa bir özetini vereceğim.

Darwin, modeli konusunda emin, ama nasıl sunacağı konusunda kafası karışık, çünkü genel geçer anlayışa zıt bir anlayış ortaya koymak durumunda ve hem kendisinin hem eşinin aileleri geleneksel yaklaşımlı. Zengin bir ailenin kızı ile evli ve başını belaya sokmak istemiyor.

More ise iyi bir Hristiyan. Öte yandan yeni devlet modelleri ortaya koyarken din ağırlıklı ve yozlaşmış devlet modellerine karşı çıkıyor. Böylece bir iç huzursuzluk yaşıyor.

Darwin öncesinde evrim yolunda kimler vardı diye bakmaya başlayalım.

İlk evrimci düşünce M.Ö. 500’lü yıllarda yaşayan Anaksimandros’a aittir. Var olan ilk canlıların suda yaşadığını, karakterlerinin ise onların gelişimiyle oluştuğunu söylemiştir. Ancak bu düşünceler bilimsel bir temele veya araştırmaya dayanmamaktaydı.

M.Ö. 400’lü yıllarda Empedokles, “Canlıların varlığı için doğaüstü bir güç gerekmez,” demişti. Bu da sistematik olmaktan çok spekülatif bir yaklaşımdı.

940 – 1030 yılları arasında yaşayan Şii filozof İbn Miskeveyh, El-Fevzü’l-Asgar adlı eserinde evrimden bahseder. Şii filozofa göre yüksek âlemden inen ruh, çeşitli dünya varlıkları içinde gelişerek, maymuna ve oradan da insana ulaşır. Bu gelişim, en basit canlılardan (bitkiler dâhil) başlayarak en gelişmiş olan insana doğru ilerler.  

1377 yılında İbn-i Haldun’un Mukaddime’sinde insanların maymunlar dünyasından çıkarak geliştikleri fikri yer alır. Ayrıca türlerin sayısının artabileceğinden de bahsedilir.

Evrim kelimesi bugünkü bilimsel anlamıyla ilk kez 1762 yılında Charles Bonnet tarafından kullanılmıştır.

18. yüzyılda doğa bilgini Buffon, gördüğümüz bütün türlerin belli bir türün farklılaşmış versiyonları olduğunu ileri sürmüştür. Ona göre aslanlar, kaplanlar ve kediler aynı türden geldiler.

Bunların dışında, evrim konusunda çalışan Diderot ve Brunnet de sayılabilir.

Charles Darwin’in dedesi olan Erasmus Darwin, 1796 tarihli kitabı Zoomania’da tüm sıcakkanlı türlerin tek bir türden farklılaştığını yazmıştır.

1788 yılında James Hutton, jeolojik olayların çok yavaş ama sürekli biçimde değiştiğini ileri sürerek, gezegenin değişmezliği savına ilk darbeyi vurmuştur.

1796 yılında George Cuvier, mamut ve mastodon fosillerini bulmuş ve günümüz filleri ile aralarındaki farklılıkları ortaya koymuştur. Böylece ‘canlıların soyu tükenmez, yoksa varoluş amaçları boşa çıkar’ düşüncesi yıkılmış, canlıların herhangi bir amaçla var olmadıkları, soylarının tükenebileceği saptanmıştır.

1830’lu yıllarda Charles Lyell, jeolojik yapıları doğaüstü etkilerle anlatmak yerine, doğal ve yavaş işleyen süreçlerle açıklamıştır.

Lamarck (1774-1821), ilk kez türlerin birbirlerinden evrildiklerine dair ayrıntılı bir biyoloji kuramı ortaya koyan kişidir. İlk önce bu kuramın aksini savunmuş ve daha sonra fikrini değiştirmiştir. 1800 yılında ünlü eseri Philosophie Zoologique kitabını yazmıştır. O da bu gelişimin çok yavaş olduğu için hissedilmediğini belirtmiştir.

Bu gelişim sürecini anlattıktan sonra Darwin’e geçebiliriz. Darwin, 1809 yılında bir doktor çocuğu olarak doğdu. Çömlek endüstrisi kralının kızıyla evlendi. Darwin’e kadar birçok insanın evrim konusunu çeşitli yönleriyle ortaya koyduğunu gördük. Peki, bu bomba neden Darwin ile birlikte patladı? Belki de dini fikirlerle yetişmiş olsa da toplum bu yeni fikirlere oldukça hazır bir hale gelmişti. İlk kitabı çok ilgi çekti, çok sattı ve birçok tartışmaya yol açtı.

Migren ağrıları nedeniyle Darwin’in sıkıntılı bir yaşamı vardı. Detaycılığı ve dinsel çevrelerden çekinmesi sonucunda ilk kitabının baskısı gecikti. Bu kitaba son noktayı koymasında Beagle adlı gemiyle Galapagos adalarına yaptığı seyahatlerin büyük katkısı oldu. Darwin Galapagos adalarında araştırma yaparken, Wallace de Malay takımadalarında araştırmalar yapıyordu.

Darwin, tıp ve teoloji okuduktan sonra doğaya yönelmişti. Beagle gemisi ile yaptığı beş senelik yolculuklar sırasında Lyell’in ortaya attığı, geçmişteki jeolojik süreçlerin bugünkülerle aynı olduğunu destekleyecek birçok gözlem yaptı. Tümevarımcı bir yaklaşımla kuramlarını gözlemlerine dayandırdı. Bu seyahatler esnasında türlerin dönüştüğüne dair kanıtlar buldu.

Böylece iki temel kavrama ulaştı: a. Doğal seçilim; b. Rastlantısal mutasyon. Bu buluşlarını yaygınlaştırmak konusunda tereddüt yaşarken1858 yılında Wallace ona bulgularını yollayınca, Wallace’ın da aynı sonuçlara ulaştığını anladı. Böylece iki buluş da bilimsel bir topluluk olan Linnean Society’ye sunuldu. Daha sonra da ilk kitap olan Türlerin Kökeni yayınlandı.

Şimdi de Darwin’in fikirlerini özetleyelim:

1. Bütün canlılar bir veya birkaç türden gelişmiştir.

2. Bütün canlılar bir anda ve her yerde yaratılmamıştır. Göçle yer değiştirirler.

3. Canlılar göçle uzaklaşıp, yeni ortamlara uyum sağladıkça yeni türler ortaya çıkar.

4. Doğal seçilimle canlıya yararlı olan özellikler saklanır.

5. Yararlı özellikleri biriktirip kalıtımla aktarabilen türler varlıklarını sürdürebilirler.

6. Nüfus hızla arttığı için çevreye uyum sağlayamayan türler yok olurlar.

7. Bu savların kanıtlarını bulmak kolay değildir, çünkü zaman izleri silmiştir.

Gen bilimi bugünkü kadar gelişmediği için, Darwin, birçok bulgusunu bugünkü kadar iyi bir biçimde açıklayamadı.

Olaya sosyal açıdan yaklaştığında ise savı şuydu: Değişime en iyi uyum sağlayan toplumların soyları sürer. Bu bakış açısı çok tartışma yarattı. Nietzsche’nin ve Darwin’in, Hitler’e ilham kaynağı olduğu ileri sürüldü. Kuramı karşısındaki başka bir eleştiri de tümevarım yöntemini kullanması yönündeydi. Bu yöntem yalnızca ön yargıları destekleyici bir biçimde kullanılabilirdi veya veriler yetersiz kalabilirdi. Ayrıca, yaradılışın böyle olmadığına dair dinsel eleştiriler de oldu.

Benim de çevirdiğim iki kitabını kısaca tanıyalım:

Türlerin Kökeni: Doğal seçilim kuramını açıklar. Türlerin evrimle geliştiklerini belirtir. Türün devamı için, türe zararlı olan yönler ortadan kalkarken yararlı olanlar gelişmelidir. İnsan eliyle olan, hayvan evcilleştirilmesi gibi yapay seçilime (iyileştirmeye) karşı çıkar. Ona göre doğanın seçilimi çok daha derin, ayrıntılı ve nüfus dengeleyicidir. Değişen koşullara en iyi uyum sağlayan türler yaşayacaktır. Öte yandan, neden bazı türlerin daha iyi uyum sağlayabilme özelliklerine sahip olduklarını açıklayamamıştır. Mendel’in kalıtımla ilgili bilgileri vardı ama henüz genetik bilimi gelişmemişti. Tabii ki sıkıntıları da vardı. Doğadaki değişim biçimlerini açıkça görmek kolay değildi. Jeoloji kayıtları yetersizdi. Benzer iklimlerde yaşayan bazı canlılar birbirlerinden farklıydı ve farklı iklimlerde yaşayan bazı canlılar benzerdi. Bunun nedeni aslında göçtü. Ayrıca türler rastlantısal mutasyonlarla değişiyorlardı. Kitapta örnekler vererek bazı türlerin yok olmasının ekosistemi nasıl etkileyeceği de anlatılıyordu.

İnsanların Türeyişi: İlk kitabında, insanın türeyişine geçeceğine dair izler vardır. Doğadaki otlar ve böcekler evrim geçiriyorsa, insanın da evrim geçirmesi gerekmektedir. İnsan evriminin Tanrı ile olan yakın ilişkisi nedeniyle, önce doğadan bahsederek toplumu buna hazırlamaya çalışmaktadır.

İlk kitabının sonuna doğru toparlama yaparken bir öngörüde bulunur: “Uzak gelecekte çok daha önemli araştırmalar için açık alanlar görüyorum. Psikoloji, gerekli olan zihinsel güç ve kapasite kazanımlarına kademeli biçimde ulaşıldığı yeni bir temele oturacak. İnsanoğlunun kökeni ve tarihi aydınlığa kavuşturulacaktır.” Bunun dışında Türlerin Kökeni’nde insanın evrimsel gelişiminden bahsetmez. 

Tartışmaların tansiyonunun düşmesini bekleyen Darwin, çalışmalarını sürdürür ama İnsanın Türeyişi’nin basılması için biraz bekler.

İnsanın Türeyişi iki ana bölümden oluşur. Birinci bölümde insanın da diğer canlılar gibi doğal seçilim ve rastlantısal mutasyona tâbi olduğunu anlatır. İkinci bölümde ise eşeysel seçilimden (cinsel seçilim) bahseder. Kitap yayınlanınca, beklentisinin aksine oldukça olumlu karşılandı. Kitapta, insanın daha basit bir soydan türeyerek geldiği anlatılıyordu. Örneğin insanın biyolojik yapısı tüm memelilerle aynıydı. Bu da ortak bir atadan gelme olasılığını arttırıyordu.

Canlıların yapısını inceleyen Darwin, işlevsel olmayan birçok organ ortaya çıkartır. Böylece şu sonuca varır: Canlılar baştan mükemmel yaratılmamışlar ve evrimleşirlerken baştan işe yarayan bazı organlar zamanla işlevsiz kalıyorlar. Darwin’e göre, insan zihinsel ve bedensel olarak yüksek bir gelişim yeteneğine sahiptir. Bunlara da doğal seçilimle sahip olmuştur.

Evrimde, doğal seçilim dışında da bazı mekanizmalar olduğunu düşünür ve kitabın ikinci bölümünde eşeysel seçilimden bahseder. Bu, bir eş bulma seçilimidir. Karşı cinsi ne kadar çok cezbedip, ne kadar çok çocuk sahibi olabilirseniz, türünüzü o kadar uzun süre sürdürebilirsiniz. Bu çekici farklılıklar sonraki nesillere aktarılır.

Darwin’e göre zihinsel yetenekler de evrim yoluyla gelişmektedir. Hayvanların da insanlar gibi zevk aldıklarını, acı çektiklerini, mutluluk ve mutsuzluk yaşadıklarını söyler. Algı, dikkat, öz bilinç, soyutlama, muhakeme yetenekleri insanlarda çok gelişmiştir, ama Darwin’e göre bunlar hayvanlarda da ilkel düzeyde vardır. Örneğin arılar ve karıncalarda oldukça üst düzeyde organizasyon yeteneği bulunur.

Darwin sonrasında üstünde durulan konulardan birisi de “Sosyal Darwincilik” olmuştur. Buna göre uygar toplumların uygar olmayanları egemenlik altına alacakları ortaya çıkmaktadır. Organizmalar arasındaki sosyal rekabette çevreye en iyi uyum sağlayanlar diğerlerine egemen olacaktır.

Darwin’den sonraki yeni buluşlarla “Yeni Darwincilik” akımı ortaya çıkıyor. Mendel’in kalıtım kuramı, modern moleküler biyoloji ve matematiksel popülasyon genetiği ışığında yeni modeller gelişir. Yeni Darwinciliğin kurucularından birisi olan Theodosius Dobzhansky, “Sentetik Kuram” ve “Evrimin Biyolojik Kuramı” deyimlerini kullanmayı tercih etmektedir. O da bu konu içerisine genetik, karşılaştırmalı morfoloji, fosil bilim, embriyoloji, ekoloji dallarını da katmaktadır. Yeni Darwinciler’de genel eğilim genetik değişimleri de evrim içine katmak olmuştur.

Yeni Darwinciliğin en önemli düşüncesi, sonradan kazanılan özelliklerin aktarılamayacağıdır. Embriyo gelişimi ve fosil benzerlikleri incelemeleri bu varsayımla gerçekleştirilir.

Edward O. Wilson, genlerimizdeki biyolojik kodların sosyolojik yapımızı ve kültürümüzü oluşturduğunu ileri sürdü. Stephen Jay Gould ve onun gibi düşünenler sosyo-biyoloji adı verilen bu yaklaşımın temelsiz olduğunu söylediler. Niles Eldredge ve Stephen Jay Gould gibi Yeni Darwinci biyologlar, asıl evrimsel değişimlerin, önemli çevresel değişimler sürecinde oluştuğuna dair  “kesintili denge” kuramlarını ortaya koydular. 

Richard Goldschmidt gibi bazı biyologlar, ufak mutasyonların birikmesiyle yeni bir türün oluşumunu olanaksız gördükleri için, ancak büyük bir mutasyonla yeni bir türün oluşabileceğini ileri sürdüler ve “umulan canavar” kuramını ortaya koydular.

DNA keşfiyle birlikte genetik bilginin DNA’larda kodlu olduğu öğrenildi. Mutasyonların, kodları içeren nükleik asitlerin değişimiyle oluştuğu kabul edildi. Bu da büyük veya sıçramalı mutasyon fikrine darbe vurdu çünkü bu yapılar bu tür değişimleri kaldıramazdı.

Bu arada Darwinciliğin din bilgisiyle çatışmadığını öne sürenler oldu. Theodosius Dobzhansky “Evrim Teorisi” ile dinlerin çatışmadığını ve kendisinin hem yaratılışçı, hem de evrimci olduğunu söyledi.

Son olarak biraz daha günümüze doğru gelerek okunması gerektiğine inandığım üç kitabın kısa özetini yapacağım:

Birincisi; Richard Dawkins, Gen Bencildir adlı kitabında evrimin itici gücünün genler olduğunu ileri sürdü. Bu genler kendilerini kopyalarlar ve zaman içerisinde değişerek nesli sürdürürler. Genlerde yaşlanmayla artan değişimler oluşmaktadır ve bu değişimlerin düzenli olmamaları hastalıklara yol açmaktadır.

Dawkins bu bilgilere ek olarak rahatsız edici savlar da öne sürmektedir. Ona göre asıl olan genlerin sürdürülmesidir ve genler evrim sürecinin temel taşlarıdır. Bu düşüncesini de “bencil gen” metaforuyla ilgi çekici bir hale getirmiştir. Dawkins, bu metaforu balıkların intiharı, babunların cesareti gibi canlı davranışlarının açıklanmasında kullandı. Bencil genler evrimleşerek kendilerini koruyabilecek canlılar oluşturmuşlardı.

Dawkins’e göre kültürel genler olan “memler” de vardır. Çünkü ona göre insan davranışları yalnızca genler yoluyla açıklanamaz. Memler, tıpkı genler gibi hareket ederler. Ancak bunları genler gibi somut olarak saptayamamaktayız. Dawkins bu düşüncesinde İtalyan genetikçi Luigi Cavalli-Sforza’dan etkilenmişti. Örneğin, dünyanın bir bölgesinde mandıracılığın gelişimi gibi bir kültürel değişiklik, sütün içindeki laktozun sindirimi için ihtiyaç duyulan genlerin kalıcılığını etkiliyordu.

Açıkça söylenmese de bu kitaptan çıkabilecek olan, genlerin insanları robot haline getirip kontrol edebildikleri düşüncesi, birçok eleştiriye neden olmakla birlikte, Dawkins evrim konusunda çok ilgi çeken bir yazar oldu.

İkincisi; Hariri daha çok sosyal evrimden bahseder. İlk kitabı olan Sapiens’de türümüzün uzun bir evrim yolculuğu sonucunda çok da önemi olmayan hayvan türünden bugüne nasıl ulaştığını anlatır. İnsanlar organizasyon ve düş kurma yetenekleri nedeniyle diğer türler karşısında üstünlük kurmuşlardır. Paranın, insanın düş gücüyle, büyük bir ekonomik organizasyon sağladığını anlatır. Bir mülakat sırasında “Tanrılara dönüşmenin eşiğindeyiz,” der. Burada bahsedilen yaratma ve yok etme güçleridir.

İkinci kitabı olan Homo Deus’da bu gelişime paralel olarak geleceğe ışık tutmaya çalışır. Bu kitapta çeşitli olası senaryolar vardır. Böylece insanları tehlikeli senaryolara karşı uyarmaktadır.

Üçüncüsü ise Kendi Evrimimizi Yönetmek adlı kitaptır. Bu kitabın yazarları Juan Enriquez (Meksika kökenli Amerikalı bir akademisyen, işadamı, yazar ve konuşmacı) ve Steve Gullans (bilim adamı, iş adamı ve yazar) artık doğal olmayan bir seçilim ve rastlantısal olmayan bir mutasyon olduğunu açıklarlar. Yani insan doğanın yerini almaktadır. GDO ile besinler değişti, hayvanların gelişimine müdahale edildi. İnsanlar bile değişiyor ve daha çok değişecek. Artık genlerle ve hormonlarla oynanabiliyor. İnsanlar yok olmuş türleri geri getirebilecekler.

Kitap, hiçbir şeyin eskisi kadar doğal olmadığı dünyamızda evrim kuramının Darwin tarafından anlatıldığı biçimde işleyip işlemediğini sorgular. Genetik yapımızı yalnızca DNA’lar değil aynı zamanda epigenomlar (açık/kapalı olarak işleyen kimyasal anahtarlar) da belirler. Böylece çevresel ve kültürel birikimler de nesillere aktarılır.

Ayrıca evrimimiz konusunda virüslerin ve bakterilerin çok fazla önemi vardır. Onlarla birlikte yaşar ve karşılıklı olarak etkileşiriz. Yani evrim sürmektedir ama anlamak için yeni bakış açıları gerekmektedir.

Son noktayı koyarken son sorumu sormak istiyorum: “Acaba insan ölümsüz de olabilecek mi?”

Kaynakça:

– www.bilimvegelecek.com.tr

– www.evrimagaci.org

– www.evrim.gen.tr

Türlerin Kökeni, Charles Darwin, Çev. Orhan Tuncay, Gün Yayıncılık,2003.

İnsanın Türeyişi, Charles Darwin, Çev. Orhan Tuncay, Gün Yayıncılık, 2002.

Gen Bencildir, Richard Dawkins, Çev. Tunç Tuncay Bilgin, Kuzey Yayınları, 2014.

Hayvanlardan Tanrılara, Sapiens, Yuval, Noah Hariri, Çev. Ertuğrul Genç, Kolektif Kitap, 2015.

Kendi Evrimimizi Yönetmek, Juan Enriquez, Steve Gullans, Çev. Olcay Sevimli, YKY, 2018.


[1] Pragmatizm: Duruma, gerçeğe ve eyleme yönelik olarak, pratik sonuçlara yönelik düşünme temelleri üzerine hareket etmek. William James (1842-1910) tarafından popüler hale getirilmiştir.

[2] Yararcılık: En doğru ahlaki eylemin, faydası en yüksek olan olduğu savunulan etik kuram. Yararcılığın kurucusu Jeremy Bentham’dır (1748-1832).

Orhan Tuncay
+ Son Yazılar