Okuma süresi: 26.12 mintues

Sınır hem belirleme hem de olumsuzlamadır. Hidrojen atomunun son yörüngesinde tek elektrona sahip olması bakımından Hidrojen olarak belirlenmesi aynı zamanda onun iki elektronlu Helyum atomu olmadığını anlatır. Sınır kavramı ile belirlenenin, belirlenimini kazandığı şey olarak kalabilmesi, geçici olmasını getirir. Varlığa özdeş belirlilik Nitelik, Varlık için dışsal, ilgisiz belirlilik Nicelik ve her ikisinin birliği olarak bunları dengede tutan Ölçü’dür. Ölçünün yitirildiği her sistem dış sınırını yitirmiş sistemdir ve dolaysız Varlığın eytişiminin biçimi olarak daha öte belirlenimlere, eş deyişle kendi içinde daha derine gidiş anlamını da taşır. Sınırın yitirilmesi Usun, içsel (tinsel) bir güç olarak şiddet uygulamasıdır, çünkü belirli varlık geçicidir, kalıcılığını kendisini Kavramda yitirme olanaklılığına açarak bulur. Varolan belirlilik olarak Nitelik, ondan ayırdedilen Olumsuzlama olarak Olgusallıktır. Olumsuzlama yoksa Olgusallık yoktur. Belirli varlığın gerçekliği yalnızca olgusallığı değil İdealliğidir. Böylece kendi kendisi ile bağıntı olarak, tamamlanmış nitelik olarak “kendi için varlıktır”. Ben kendi için varlıktır. Ben denildiğinde beden sınırının ötesinde “ben”in olumsuzu/ben’den ayrım olarak “başka”sını benin bir belirleyeni/bağıntısı olarak “kendi başka”sı bulunur. Ben sınır ve sınırsız, sonlu ve sonsuz arasında durur. Olgusal olarak belirli varlık kendinde olduğu gibi konulduğunda İdealite olarak kendi için varlık yani Ben’dir. Olgusallığın (doğa) İdeallikten ayrımı eş deyişle salt kendi başına alınması olgunun kavramından koparılmasıdır. Olgusal, gerçekliğine İdeal olanda ulaşır ve onda kapsanır.[1]

Özsel olarak içeriği ile belirlenen sınır aynı zamanda tinsel ve doğal yaşamın temel belirleyici unsurlarından bağıntıyı, eş deyişle İlişkiyi getirir; sınır her iki yanı sınırlayarak ilişkilendirir. İlişki, kendi kendisi ile özdeşliği amaçsızlığından kurtararak ona dirimlilik verir. Her ilişki ortadan kaldırılmış Varlık olarak Öz’e iyedir özde yalnızca bağıntı vardır, geçiş yoktur. Kendisini açımlayan Kavram yaşamın tüm alanlarında bu temel belirlenimi esas alır. Böylece “öteki” “ötekinin düşüncesi”  “öteki aileler” “öteki toplumlar” “öteki ülkeler” “öteki uygarlıklar” “öteki ideolojiler” temel belirleniminde Varlık olan Öz’ün yansımalarıdır. Özelliklerin karşıtlığı başkasının olumsuzlanması değil ayırdedilmesidir; ilgisiz edilgin evrenselin bir başkası aracılığı ile, ırası sınırlanmak olan gerçek sonsuza geçişidir. Benzerlik, özdeş olmayanların özdeşliği, benzemezlik benzemez olanların bağıntısıdır. Diğer bir deyişle ayrım bağıntılı olanların özdeşliği olarak benzerlik özdeşsizlikleri olarak benzemezliktir. Logos bu temele oturduğu için her türlü ilişkide asıl Varlığın, yok (ortadan kaldırılmış) Varlık olduğunu anımsamak uyum, unutmak (gerçekte anlamamış olmak) uyumsuzluk/çatışkı getirecektir. Giderek, bir sınır belirleyerek ilişkilendirme doğa ve tin alanında eş deyişle yaşamın tüm alanlarında geçerlidir; tarih, politika, psikoloji, sanat, bilim, felsefe, din vb. Bu yayılmanın nedeni Kavramın, her bir kıpının onda bütün olduğu bu tözsel gücün, edimsel Özgürlüğünü istemesidir. Hegel’in “saltık başkasının kalmaması” olarak tanımladığı Özgürlük; sanatta Güzel İdeası, felsefede Özgürlük İdeası, dinde Tanrısallığa yükselmiş Tinsellik, psikolojide Özgün Bireysellik, düşünsel alanda Kavram, Ussal son erek olarak da Devlettir.

Devletler tarihsel akış içinde rastlantısal olarak ortaya çıkmazlar, aksine tarihsel yaşamdaki değişimler, öznenin (insanlığın) gereksinimleri olarak ortaya konulur.  Kendi başına bir soyutlama olan Devlet, olgusallığına yurttaşları üzerinden varır. İnsanın ussal bir varlık, özgür istence iye bir varlık olduğunu duyumsayabilmesi için Devlet zorunluktur. Devlet-yurttaş ilişkisi organiktir, bireyin evrenseli bilip ona inandığı ve bunda istenç olarak diretebildiği sağlamlık, bir devlete somutluğunu kazandıran halk tinidir. Devletin törelliği söz konusu olduğunda herkesin kendi kanısı kendisinedir, Devlet yurttaşlarının evrensel ilkeye bir tutku derecesinde bağlı olabildiği denli somuttur, tinseldir işte aynı zamanda bireye özünü veren bu kutsal bağ işlerinde kurumlarında ve hatta savaşlarında bile bu tinsellikle yönetilendir.

Sınırlanarak kuramsal açıdan belirli bir varlık konumuna gelen devletin kılgısal sürekliliğini belirleyen iki ana unsur vardır: Devletin kendi halkı ile ilişkisi ve diğer devletlerle ilişkisi. Bu unsurlar açısından veya somut gerçekliği içinde ele alındığında dünyada henüz bir İdeal Devlet oluşumuna rastlanmaz, ancak Batılı devletler bu ideale en yakın uygulamaların gözlemlenebildiği devletlerdir. Diğer devletlere oranla dolaysız ideanın gerçekliğe dönüşebildiği, tikelin yurttaşlar aracılığı ile evrensele yükselebildiği böylece varoluş kazanabildiği kendi halkları ile barışık modern hukuk devletinin, tözsel istencin edimselliği olarak dolaylı varoluşunu, özbilinçli bireyin etkinliğinde bulduğu realitesi Batılı Devletler tarafından daha iyi anlaşılmıştır. Bu onların devletleri daha anlayışlı olduğu için değil yurttaş olarak bireylerin kültür, sanat, felsefe, din, politika, sivil toplum örgütlenmesi, mesleki örgütlenme, sendikalaşma, insan hakları gibi alanlarda kendilerini birer özbilinç varlığı olarak etkinliğe sunmaları ve emek harcamalarının bir sonucudur. Ereğin özgürlük olduğu aydınlanma dönemi hemen her konuda ileride olan bu toplumları lider bir medeniyet olma çatısı altında toplamıştır. Ancak, kendi içinde özgürlük bilinci ve istencinin bir ifadesi olarak İdeal Devlet kendi sınırının ötesine de aynı hak ve özgürlüğün edimselleşmesini, Ussal Evrensel İstenç olarak tanır. Ussal olanın saltık son ereği, eş deyişle dünyanın olgusallaşmış son ereği şu ya da bu devletin özgürlüğü değil tüm devletlerin özgürlüğüdür. İdeal Devlet İyi, Tüzellik, Gönenç, Özgürlük vb. evrenselleri diğer devletler için de isteyen devlettir. Rönesans ve Reformu kucaklayan bu toplumlar lider Batı uygarlığı olarak, kendilerine benzemeyen toplumlarla olan ilişkilerinde jeoekonomik, jeopolitik çıkarlarını her şeyin üstünde gören yaklaşımları nedeni ile, tinsel tözün istenci olan evrensel gönenç ve özgürlük ilkesinden uzaklaşmıştırlar.

Batılı devletlerin sorun yaşadıkları bu konuda yazılan kitaplardan birisi olan Huntington’un  “Uygarlıklar Savaşı” soğuk savaş sonrası dönem için uzlaşma ve çatışmaların belirleyici unsurunun uygarlıklar olacağını savlamıştır. Kitapta İslâm Uygarlığı sorun çıkaran bir uygarlık olarak baş roldedir. Batı evrenselciliği, çekirdek devletler arasında büyük uluslararası savaşa neden olabileceği için bunu Dünya açısından tehlikeli bulan yazar çoğulcu, bireyci özgür hukuk devleti ile özdeşleşen Batı uygarlığının evrensel olduğu için değil benzersiz olduğu için değerli olduğunu savlar.[2] “Batı kendi evrenselini doğuya dayatmamalıdır” der. Evrensel sözcük olarak kullanılmış olsa da gerçek anlamında kullanılmamıştır, evrensel “kendi evrenseli” olarak henüz İdealitesinde değildir; ancak, Evrensel’in, İdeal Evrensel olarak Batılı toplumlarda henüz yetkinlikle bulunmadığından söz edilebilir. Tarih sahnesinde evrensel, toplumların tininde örtük ya da açık olarak bulunan tinsel töz olduğu için dışarıdan verilemez, önerilemez, yok edilemez, dayatılamaz. Örtülü olduğu durumlarda tetiklenerek açığa çıkması, içsel bağıntıyı önsel ve zorunlu kılar. Tüm edimselliğe varlık veren bu töz yalnızca görüngülerde değil tinsel evrensel olarak da kendisini üretir. Bu nedenle görüngülerin tek başlarına olgusallığı hak ettiği biçimde ifade edebilmesi olanaklı değildir, ancak önceki basamaklarda soyut olarak kapsanan ideanın kavramsallaşmasına doğru giden yolculuğunda geçilmesi gereken kıpılar olarak ele alınabilirler. Realitesini İdealitesinde bularak etkileşime giren böyle bir devlet için sınır ötesi, kendi başkasıdır sınırını paylaştığı devlet olumsuz kendidir. Binlerce kilometre ötede sebep olunan kargaşa/savaş “kendi” ile zorunlu bağıntıdır. Coğrafî olarak, ayrımlar üzerinden genişletilen bir sınırın, ayrımların başat ve sürekli olması durumunda ulaşacağı son nokta yine kendisi, kendi sınırıdır. Yakın zamana kadar romantik bir soyut tasarım olarak küçümsenen “fazlasıyla İdealist” bulunan bu türde bir kavramsallık, Batılı devletlerin jeopolitik, jeoekonomik, jeokültürel bazı amaçlarla savaşları tetikleyen ve körükleyen bir tutum içine girmeleri,[3] yani kendilerinden başka ülkeler için idealite ile bağı olmayan realiteyi yeterli bulan tutumları, sığınmacı sorunu olarak sınırlarına dayanmış ve bu durum Avrupa Birliği’nin kendi içinde gerek coğrafî gerekse de psikolojik “sınır” tanımını tekrar ele almasına neden olmuştur.[4] Kendi içinde yetkinleşen Batı dışa yönelmelerinde Özü unutmuş, göz ardı etmiştir. Hakkı sadece kendisi için isteme haksızlığında diretmiştir. Oysa duyunçta aklanamayan İyi, iyi değildir.

Huntington’un sorun olarak tanımladığı İslâm Uygarlığı için önerisi,  bu uygarlığın tek bir özekten yönetilebilir biçim almasının gerekliliğidir ve özek olmaya aday üç ülke arasından Türkiye’yi öne çıkarır; bunun olanaklılığını da laiklikten vazgeçilmesi koşuluna bağlar. Kemâlizm olarak adlandırarak indirgediği ve böylece yarattığı ideolojiyi yalnızca Batı hayranı bir heves olarak azımsar. Ahmet Davutoğlu’nun kaleme aldığı ve bu kitaba bir yanıt niteliği taşıyan “Stratejik Derinlik [5] isimli çalışma titizlikle hazırlanmış akademik bir çalışmadır ve İslâm uygarlığının bir sorun olduğu tezinin antitezdir. Kitapta oldukça yerinde saptamalar ve öneriler olmasına karşın, Huntington’un Kemâlizm konusunda olasılıkla duygusal belki ideolojik belki de her ikisinin de etkisi altında olan düşüncelerle nesnel olamadığı, bunun da Orta Doğu’nun, Osmanlı İmparatorluğu’nun ve Türkiye Cumhuriyeti ile sonuçlanan Kurtuluş Savaşı’nın tarihsel gerçekliği içinde okunamamasına neden olduğunu konu edinen bir karşı çıkış yoktur.  Türkiye’de, Aydınlanma Avrupası’nın yüzyıllar süren çabasının kazanımı olan ürünün bu denli hızlı ve yaygın olarak başarılabildiği görülememiş midir?[6] Her iki kitapta da, Tinsel olanın içten dışa doğru yarattığı basınçla görüngü dünyasına çıktığının ve bunun bir zorunluk olduğunun,  Evrensel Ussal İstencin her zaman özgürlüklerle edimselleştiğinin ve devletin kavramında bu dirimliliğin yattığının ayrıca Atatürk Devrimleri’nin Ussallıktan ve Usun da kendisinden beslendiğinin bilgisine ve anlayışına rastlanmaz.

Mustafa Kemâl Atatürk, bir imparatorluğu “ümmet” bilincinden özgür yurttaş bilincine, özgürlüğe, modern devlete taşıyan, tutkulu doğasının yaşamını biçimlendirdiği bir kahramandır. Evrensel İstencin, tikel istencin kaprisi, keyfiyeti, istekleri ve özenci ile karşıtlık içinde olmadığı bir kaptır. Atatürk, Tin’in kendisini daha yüksek bir yaşama doğru geliştirip ilerlerken, öznel özenci aşıp evrenseli kendisine amaç edindiğini, tinin tözünün özgürlük olduğunu kavramıştır. Türk Tininin evrensel tinle dolaysız bağıntısı, bağrından çıkardığı kahramanın düşüncelerinin derinliğinde dolayım kazanarak varoluşa çıkmıştır. Tinin işi özüne uygunluktur, ilerlemedir, gelişmedir; kavrama daha yakın belirlenim bir öncekini işleyerek sona erdirir. Saltık ereğin özgürlük olduğu gidişte Türkiye Cumhuriyeti, Osmanlı İmparatorluğu’nu saklayarak ortadan kaldırır, imparatorluk deneyimi kendisini cumhuriyetin kurumlarında, eylemlerinde tüm dışlaşmalarında deneyim, know-how olarak ortaya koyar. Dünya tarihinde tinin kendi gelişmesi ve bu gelişmede tinin kendisini kendisine nesne olarak vermesi vardır. Görüngüler geçicidir, sonludur. Huntington’un İslâm ülkelerinin liderliği için önerdiği laik olmayan bir Türkiye, kısaca Özgür Yurttaş Toplumu kazanımlarından vazgeçildiği bir Türkiye kabul edilemez. Atatürk ile dünya tarihinde ilk kez doğu ve batının gerek coğrafî gerekse de psikolojik sınırını ortadan kaldıran bir model yaşama geçirilmiştir.

Modern devlette kahramana gereksinim yoktur;[7] her yurttaş birer kahramandır. İlk aşamada kendisini insan bireyi biçiminde duyumsayan tinsellik gelişerek dünyasal ussallık olan Devlet biçmine evrilir, yurttaşların özbilinçli özgürlüğün ussal yaşamı altında anlam bulan bir yaşam sürdürmesi ve kıskançlıkla bunu koruması, her türlü tikel çıkarın üzerinde görmesi, kararlılıkla, çalışkanlıkta diretmesi kahramanlıktır; kahramanlar tembel olmazlar. Halkın yazgısı kendilerini ilgilendiren konularda üstlendikleri sorumluluk ve bu uğurda harcadıkları çabadan bağımsız değildir. “Yurtta sulh, cihanda sulh” coğrafî sınırları ve zamanı aşan bu evrensel anlayışın ürünüdür, ancak henüz Atatürk’ün içinden çıktığı halkın tinselliğinde bir edim olarak ortaya konulamamıştır.

Anayasal olarak bir hukuk devleti olan ülkemizde Devlet’in dolaylı varoluşunu bireyin özbilincinde, ediminde bulması sorunludur, başarısızdır. Ülkemizde, devlet ile yurttaşın bir dostluk ilişkisinden, giderek devletin yurttaşa hizmet ettiği bir ilişkiden daha çok “otoriter devlet baba” eğilimli bir ilişki daha ağır basar. Yurttaş düzeyinde boyuneğme ve bilinçsizlik, devlet düzeyinde ayrım üzerinden bastırma-baskılama, benzerlerin birliği üzerinden hak yeme keyfiyeti olarak görüngü kazanır. Oysa, Hegel özgür istencin yasaya boyun eğen İstenç olduğunu ve onda kendi kendisine boyun eğerek özgürleştiğini söyler.[8] Realitesini idealitesinde bulan özbilinçtir, karşıt söylemde ise tümcelerin biricik özneleri yüklemleri ile buluşma bütünleşme sorunu yaşar; her tümcede eylemin bağıntılandığı özneler yokturlar gerçekte, metafizik dünyadan inmesi beklenen boş soyutlamalardır. Böylece, Kendi Tikel İstenç eksikliğini, nesnel Tin olan Devlet’in varlığında güvenle, korkusuzca yaşayamamasında yansımış olarak bulan halk için Devlet bir öte yandır. Oysa Modern Devlet, tikel istencin gelip geçici heveslerine karşılık bulamadığı, yurttaşlarının  istenci ölçüsünde ve ancak böylelikle, bağrında din, sanat, felsefe, bilim alanlarında özgürce gelişebildiği ve dayanıklı tinsel tözde dirimliliğin sürdürülebildiği somut bir kazanımdır. Modern hukuk devletinde Yasa doğrulanmış istençtir; doğrulanmış olması belirli bir topluluğa ya da yöneticiye tanınan ayrıcalık olmaksızın herkes tarafından tanınmış olmayı gerektirir. Tikel istenç yasalılığa özünlü olmasından dolayı onu her yerde hak olarak tanır, böylece kendisini tanır, saygı duyduğu yasa özde kendisine saygı duymasıdır.  Devlet törede dolaysız varoluşunu, bireyin özbilincinde, bilme ve etkinliğinde dolaylı varoluşunu bulur, tıpkı özbilincin duygusal yatkınlığı yoluyla etkinliğinin özü, ereği ve ürünü olarak devlette tözsel  özgürlüğünü bulması gibi. Nasıl keyfi tekil davranışlar özgürlük olamaz ise bir devletin özgürlüğü de işlevinde kendi yasalarına sıkıca bağlılığı gerektirir.

Türkiye Cumhuriyeti Devlet’i, Devlet-Yurttaş, Laik-Dinci, Türk-Kürt, Alevî-Sünnî, Sağcı-Solcu vb. bölünmüş kimlikler üzerinden prim, politika, kışkırtma yapılabilen, gündem yaratılabilen bir ülkedir. Yaşamın tüm alanlarında kendisini gerekirse şiddet olarak gösteren sonsuz birlik, ikiliğin giderilmesini öngerektirir. Ezenler ve ezilenler biçiminde bakarak sağlıklı bir çözümleme yapılamaz; realitesini idealitesinde bulamamış olmak asıl sorundur ve böylece sorunlar ortaktır. Günümüzde en sert sınır Türk-Kürt  kutuplaşmasında görülür. Bu sorun, Ahmet Davutoğlu’nun yukarıda sözü edilen kitabında değindiği beş boyut önermesi çerçevesinde ele alınabilir. Sosyal nitelikli çalışmaların beş boyutta ele alındığından söz eder ve kavramsal bir yaklaşım sunar, buna göre:

1- Betimleme: Nesneyi göründüğü gibi resmetme.

2- Açıklama: Bir olgunun neden-sonuç ilişkileri temelinde ele alınması.

3- Anlama: Açıklanan olgunun bir süreç içinde ele alınması; soyutlama içerir.

4- Anlamlandırma: Bakış açısına yön kazandırma ki, özgün bir duruş ve kuramsal çerçeve gerektirir.

5- Yönlendirme: Olgu ve süreçlerin etik boyut yadsınmadan etkilenmesi.

Yazar, ilk boyuttan sonuncusuna doğru ilerlerken giderek bir “zihniyet parametreleri” ile etkileşimin devreye girdiğini hatırlatır. Sosyal çalışmalar psikoloji ile içiçedir, bu hem tinsel hem de doğal bir varlık olan insanın hak ettiği bütünsellikte ele alınması bakımından önemlidir.[9] Davutoğlu’nun yol haritası olarak koyduğu anlayış aynı zamanda insanın doğal bilinçten kavramsal bilince gittiği yoldur. Ülkemizde sorunların sıklıkla ilk üç aşamaya takıldığı görülür. Türk-Kürt sorununun Yönlendirme aşamasında ele alınması Anlamlandırma aşamasını öngerektirir. Anlamlandırma bilimsel bakışın zorunlu basamakları olan Açıklama ve Anlama’nın yan tutma kolaycılığına düşmeden, nesnel olarak ve daha da önemlisi bir süreç içinde değerlendirilmesini gerektirir. Yurttaşın isteği değil istenci yani özbilinçli düşünmeleri, edimleri politikacıya bir sorumluluk yükler. Birileri öyle uygun gördüğü için Yönlendirme aşamasına geçilemez, geçilemediği ilk basamağa geri gidince anlaşılır: Us gerçek ile yapay ayrımı yapabilendir,  geriye dönüş yukarıda sözü edilen Usun şiddetidir. Dolayısı ile Anlamlandırma boyutunda aranan Özgünlük’ün Öz’ü kendi içine gitmiş, kendi içine derinleşmiş Varlık olacaktır. Kendisinde Öz’ün ne olduğunu anlamayan onu başkasında tanıyamaz, kendisini anlamayan yetkin Anlamlandırmalar yapamaz. Bir olgunun neden-sonuç ilişkileri temelinde ele alınması olan Açıklama aşamasında şimdiden yansız bir tutuma gereksinim vardır. Böylece ve ancak böylece izleyen aşamalara geçilebilir.

Türkiye’de düşüncelerin özgürce tartışılması farklı özeklerce benzer amaçlarla engellenir, sorunsuz bir demokratik işleyiş yoktur ve bu durum ülkenin yalnızca şu ya da bu azınlıkları için değil, tüm yurttaşları için geçerli bir sorundur. Yurttaş bir özbilinç varlığıdır, sorumluluk alabilendir. Tikel kapris, istek, çıkar, özenç duygu durumundan çıkıp özeleştiri yapılabilmelidir, yanlı bir tutumla Ussal olunamaz. Ussallığa yükseliş, işlenip dönüştürülmüş “düşünce mezarlıklarının” oluşturduğu tepeler üzerinde olur; başkalarının düşünce mezarlıkları ödünç alınarak konuşmalarda, yazılarda kullanılabilir ancak bir düşünce, düşünende öldüyse (saklanarak ortadan kaldırma) dirimlidir (edimsel). Hegel’in dediği gibi “Dünyaya Us gözü ile bakana, dünya da Us gözü ile bakar.”[10] Ussallık yansızdır ve zorunluk içerir. “Ussallık ile bakana Tutkunun tikel çıkarı böylece evrenselin etkinleşmesinden ayrılamazdır; çünkü evrensel olan tikel ve belirli olandan ve onun olumsuzlanmasından doğar. Birbirleri ile çatışanlar tikellerdir, ve bunların bir bölümü yitip gider. Karşıtlıkta ve kavgada kendini tehlikeye atan evrensel İdea değildir; o kendini arkatasarda saldırıya uğramamış ve zarar görmemiş tutar. Buna usun hilesi denebilir — tutkuları kendi için etkinleşmeye bırakır, ve bu arada kendini onlar yoluyla varoluşa yükselten kayba uğrar ve zarar görür. Çünkü görüngü bir bölümü hiçken, bir bölümü ise olumlu olandır. Tikel çoğunlukla evrensele karşı önemsizdir; bireyler adanır ve gözden çıkarılır. İdea varoluşun ve geçiciliğin bedelini kendisinden değil, bireylerin tutkularından öder.[11] Dünyaya egemen olanın yalnızca Us olduğu ve tarihte her şeyin ona uygun olduğundan Hegel’den yaklaşık bin yıl kadar önce bir Kur’an âyeti de şöyle söz eder: “Allah hile yapıcıların en hayırlısıdır.”[12]

Bazı düşünme yollarının pijama ile de alınabileceğine dikkatimizi çeken Hegel’i, giysilerimize çeki düzen verip dinlersek özgürlük kavramının evrensel olduğunu ve yalnızca kavramın bilgi üretebileceğini anlarız. Anlamlandırma için soyutlama, olumsuzlama önkoşuldur. Olumsuzlama yapabilmek soyut düşünebilmektir. Soyutlamada ansal etkinlik tek bir noktaya yönelir ve böylece içsellik ile uğraşma alışkanlığı kazanılır.[13] Belki de kaldırım göstergesi yalnızca bir çizgi olan ve buna sürücü ve yaya yurttaşların sorunsuzca saygı göstererek işlevsellik kazandırdığı bilimde ileri Batılı toplumlarla karşılaştırıldığında kaldırımların giderek özdeksel olarak yükseldiği toplumların bilim alanındaki durgunluğu eğitimde soyutlama yetisinin  geliştirilmesi etkinliğinin yetersiz olduğunun görüngülerindendir.  Yansızlık yani düşüncede eytişime devim kazandıran şey kültürel, etnik, politik, ekonomik vb. belirlenimler altında sıkıca tutunduğumuz düşüncelerin olumsuzlanabilmesidir. Olumsuzlama yaparak yansız tutum alma sığamızı kullanamadığımızı ve bunun için artık geç kalındığını benimseyen tarihçimiz İlber Ortaylı’nın “Türkiye’de bazı etnik grupların, bu memleketle birlikte olma kapasitesi kayıp” diyerek birlikteliğin artık olanaksız olduğunu vurgulamasında yanılması dileği ile sorunu kısaca ele alalım.[14] Uzun bir tarihi olan Türk-Kürt çatışmasında genel hatları ile soruna kaynak olan savlar ve karşı-savlar kabaca şöyledir*:

(*Pratik nedenlerden dolayı kaynak gösteriminin sınırlı sayıda olması benimsenmiştir.)

Yansız olabilmeyi överek ilerleyelim: Malmîsanij takma adı ile yazan Kürt yazar Mehmet Tayfun, Said-i Nursi’yi yansızca, sansürlemeden ele alabilmiştir “Bu kahraman millete hizmet yerine dörtyüz elli milyon hakiki kardeş bedeline, birkaç akılsız kavmiyetçi kimsenin peşinden gitmem.” “Türkler bizim aklımız…Biz de onların kuvveti…Mecmûamız bir eyi insan oluruz. Hodserâne yapmayacağız. Bu azmimizle başka unsurlara ders-i ibret vereceğiz. Eyû evlât böyle olur…[15] Bilim doktoru derecesi alan ilk Ortadoğulu olan Kemal Mazhar Ahmed’in yıllar önce yapabildiği şu özeleştiri gözden kaçırılmamalı ve ders alınabilmelidir: “Bir Kürt ağa, bir Ermeni kâfilesini jandarmalardan satın almış ve bütün herşeylerine el koyduktan sonra onları öldürmüş. Sonra, lira ve altınları yutmuş olabilirler düşüncesiyle karınlarını yararak yoklamıştır.” …“Gerçek odur ki etkili bir el, karanlık bir gölge, Kürtlerin dinsel inançlarını kullanarak onları Ermenilerin üzerine sürmüştür.[16] Bu özeleştiri Türkleri aklamıştır denilebilir mi? Yoksa özeleştiri yapmaya özendirir mi? PKK bir terör örgütü değil demek yansız bir tutum olabilir mi? Jitem konusu inceleyen yanlılığını sürdürebilir mi?[17] [18] Diyarbakır Cezaevi dehşeti nasıl yadsınabilir?[19] Ülkemiz solcuların sağcı, sağcıların da solcu yeğlemelerle seçim sandığına gidebildiği gözlenen, dinamikleri kolayca anlaşılamayacak, çözülemeyecek nitelikte olan bir ülkedir.

Türk-Kürt ayrışması şeklinde yaşanan sorun çok katmanlıdır ve farklı alanların uzman görüşlerini gerektirir kuşkusuz; ancak, insan kendisinde gizil olan ussal doğasına yetkinlikle ulaşabilmek için devlete gereksinim duyar; devleti özbilinçli yurttaş toplulukları olarak yönlendirir ve kendi istencini devletin edimi olarak izler. Bu durumda o ya da bu düşünce değil evrensel yasaları temel alan düşünmenin yansıması olarak sivil toplum örgütlenmeleri, mesleki örgütlenmeler, sendikalaşma, partilerin gençlik kollarının kurulması, bilim-sanat-felsefe gruplarının etkinlik kazanması, toplumun iç dinamiğinin organik bir göstergesi olarak eş deyişle devletin istencinde kendini gösterebilmesi önemlidir. Bu yönde bir anlayış ile terör aracılığı ile kendi istenci ile uyumsuz hâle getirilmiş, baskılanmış Kürtlerin, özbilinçli olarak yönetimin yasama ayağına katılabilmelerinin ve bunun sürdürülebilir olmasının ne denli önemli olduğu anlaşılabilir, yüzlerce yıllık bir geçmişin sağlıklı çözümlemesi yapılmadan tikel istek, sanı ve Özbilinçsiz yorumlar yapmaktan kaçınılmalıdır. Oysa, yurttaş düzeyinde bu sorun sorumlulukların devredildiği,  dürtüsel, keyfi bir düzlemde ele alınmaktadır; yanlı tutum iç savaşların beslendiği fay hatlarındandır, mikro-milliyetçilik virusuna, bağışıklığı zayıflamış bir beden sunmamak, bu yönde sorumluluk almak önemlidir. Büyük Ortadoğu Projesi bağlamında, bir dönemin olanaklılığı, günümüzün ise realitesi olan etnik provakasyonlara karşı dikkatli olunması konusunda sağduyu çağrıları yeni değildir. Kışkırtıcı tutumların tetiklediği iç çatışmaların olabileceği uyarıları uzun zamandır yapılmaktadır.[20] Yalnızca, Osmanlı İmparatorluğu ile o dönemin Rusyası, Hıristiyan mezheplerinin fay hatları, Birinci Dünya Savaşı, Soğuk Savaş Dönemi ve sonrası, İkiz Kuleler’den sonra başlayan “Yeni Dünya Düzeni” ve bu parametrelere bağlı olarak değişen “hinterland” bölgeleri, fay hatları ile ilgili kapsamlı bir çözümleme şu anda Türkiye’nin Doğusunda olanlar ile ilgili daha sağlıklı bir yorum olanağı verebilir. Özdeşlik Ayrımdan soyutlandığında anlak Özdeşliğidir; eğitimli yurttaşların bile korteks baskısının kalktığı durumlarda içine düştüğü yanlılık, “Batı”nın, dünyanın içinde düştüğü durumdan Özsel olarak ayrı değildir. Ülkemizde halklar değil halk vardır, ortak çıkarları birbirine bağlı bir yurttaşlar bütünü olarak, genetik olarak, kültürel olarak, psikolojik olarak içiçe geçmiş bir halkın unsurları olmaları bakımından bölünmeleri, aralarına sınır çekmeleri kuramsal alanda bile boş bir soyutlama olacaktır. Kuşkusuz, hukuk devletinin yaşamın bir realitesi olduğu, insan haklarına saygılı yönetimlerin edimlerinde vatandaşın kültürel açıdan gelişmesine ve kendisini özgürce ifade edebilmesine olanak tanındığı, turizmin canlandığı, sürdürülebilir iş yatırımlarının arttığı bir Doğu ve Güneydoğu Anadolu Yönlendirme aşamasının sağlıklı ilerlediğinin göstergeleri olacaktır. Bu da sağlıklı bir Anlamlandırma aşamasının şimdiden geçildiğini imler. İlk iki aşamanın artık geriye dönülmemek üzere geride bırakılması yerinde olur. Üçüncü ve beşinci aşamalar arasında geçişler olması ve zaman zaman beklenenden daha geriye düşmek biçimsel anlamda gerilemek olarak fenomenler dünyasına çıksa da gerçekte elde edilen kazanımlar her zaman deneyim olarak kendilerini korurlar. Geriye gidişlerin birisinde 2500 yıl öncesine gidip, Kreon’a “Hades’te ölülerin değeri birdir… Nefret etmek için değil sevmek için yaratıldım” diye seslenen Antigon’u işitebilmek dileğiyle.

Not 1: Hegel’in ardında bıraktığı kalıtı, özbilinçli bir yurttaş olarak kusursuz bir Türkçeye çevirerek, bize bu varsıllığın kapısını açan Sayın Aziz Yardımlı’ya gönülden teşekkür ederim, ekinimize katkısı yadsınamaz.

Not 2: Dostluğumuzun ilk gününden bugüne dek beni bütünsel düşünmeye yönlendirmekten bir an bile vazgeçmeyen ve böylece kavrayışımı geliştiren değerli dostum Sayın Metin Bobaroğlu’na minnettarım.


Dipnotlar:

[1] Hegel, G.W.F. (2001) Küçük Mantık. İstanbul: İdea Yayınevi (A. Yardımlı Çev.)

[2] Huntington, S.P. (2002) Medeniyetler Çatışması. İstanbul: Okuyan Us (Turhan M., Soydemir C. Çev.) (s. 468)

[3] Huntington, S.P. (2002) Medeniyetler Çatışması. İstanbul: Okuyan Us (Turhan M., Soydemir C. Çev.) (s. 269)

[4] Managing the Refugee Crisis: Commission reports on implementation of EU-Turkey Joint Action Plan. http://europa.eu/rapid/press-release_IP-16-268_en.htm

[5] Davutoğlu, A. (2001) Stratejik Derinlik. İstanbul: Küre Yayınları

[6] Avrupa’nın 400 yılda yaptığı yenileşmeyi 80 yılda yaptık. Özdemir A. Muazzez İlmiye Çığ ile söyleşi, Sözcü Gazetesi 29. Şubat 2016 http://www.sozcu.com.tr/2016/egitim/muazzez-ilmiye-cig-imam-hatipler-aydinlanmaya-karsi-ama-onun-nimetleriyle-yasiyor-1079123/

[7] Hegel, G.W.F. (2006) Tarih Felsefesi İstanbul: İdea Yayınevi (A. Yardımlı Çev.)

[8] Hegel, G.W.F. (2006) Tarih Felsefesi İstanbul: İdea Yayınevi (A. Yardımlı Çev.)

[10] Hegel, G.W.F. (1995) Tarihte Akıl. İstanbul: Kabalcı Yayınevi. (s.37)

[11] Hegel, G.W.F. (2006) Tarih Felsefesi İstanbul: İdea Yayınevi (A. Yardımlı Çev.)

[12] Kur’an-ı Kerîm, Âl-i İmrân Sûresi 54

[13] Hegel, G.W.F. (2001) Küçük Mantık. İstanbul: İdea Yayınevi (A. Yardımlı Çev.)

[14] Çelik, H. Hakan Çelik İle Hafta Sonu (TV programı), CNN Türk TV, İstanbul  (26.07.2015). 

[15] Said-i Nursi ve Kürt Sorunu (1991). İstanbul: Doz Basım ve Yayıncılık. (ss.39,83)

[16] Ahmed, K.M. (1975) Birinci Dünya Savaşı Yıllarında Kürdistan. Ankara: Berhem Yayınevi. (ss. 62-63)

[17] Ve devlet JİTEM’i resmen kabul etti. 09.Temmuz.2011http://www.radikal.com.tr/turkiye/ve-devlet-jitemi…

[18] Her tarafı ayyuka çıkan JİTEM’in hâlâ üstünü örtüyorlar. 10.Temmuz. 2011 http://haber.sol.org.tr/devlet-ve-siyaset/her-tarafi-ayyuka-cikan-jitemin-hala-ustunu-ortuyorlar-haberi-44375

[19] Hines, N. The ten most notorious jails in the world. The Times. http://web.archive.org/web/20110805121414/http://w…

[20] Bilgin, F. Büyük Ortadoğu Projesi. İstanbul: İlk Yayınları

Gülgün Türkoğlu
+ Son Yazılar