“Sana bakmak için sırf göz kesileyim diye gök olmak istiyorum.”
Platon
Platon: 430-347 BC, Sokrates: 470-399 BC
Gerçek ismi Aristokles olan, (bir rivayete göre Platon: geniş omuzlu) genç Platon, babası ile Sokrates’e gelmeden bir gece önce Sokrates rüyasında beyaz bir kuğu görür ve öğrencilerine yeni katılımcının dünyanın en aydınlanmış insanlarından biri olacağının müjdesini verir. Platon, Atina’nın ileri gelen zenginlerinden Ariston’un oğludur. Sokrates’in sohbetleri onu o kadar etkilemiştir ki arkadaşlarına çok görkemli bir veda şöleni düzenler ve bundan sonra yalnız onun öğrencileri ile arkadaşlık edeceğini söyleyerek diğerleriyle yollarını ayırır. O, artık bir “adanmış” olarak tarihe damgasını vurma sürecine girmiştir. Whitehead’in felsefe tarihinin yarısını Platon’a dipnot olarak tanımlamasına varacak binlerce yıllık bir süreçtir bu.
Platon, arkadaşı Kratylos sayesinde Herakleitos’un öğretisi hakkında fikir edinmiştir. Pythagoras’ın öğretisinden de oldukça etkilendiği, Platon’un katıları olarak bilinen beş element modellerinin aslında Pythagoras tarafından ortaya atıldığı bilinmektedir. Hegel, “Felsefe Tarihi” adlı kitabında Platon’un en derin diyaloglarından biri olan Timaios’un Pythagoras’ın bir eserinin daha detaylandırılmış hali olduğunu söyler.
Hermes ve Pythagoras, en yüksek seviyeli prensipleri ve metotları yalnızca inisiye olanlara açıyordu. Delf tapınağında Diotima’nın öğrencisi olan Sokrates ise halka sırları açma görevini üstlenmişti. Daha önce Sokrates’in bu amaçla Eleusis sırlarına inisiye olmayı bile reddettiği söylenir. Platon ise 49 yaşında Mısır’daki Büyük Piramit’te İsis sırlarına inisiye edildi. Pythagoras ve Orpheus gibi o da kendisini insanlığın hizmetine adadı.
Platon için felsefe, insana verilmiş en büyük iyilik, insanın yitik malı, araması gereken tek şey, ilahi vatanın hatırası ve özlemidir. O, insan aklının Tanrı’ya yakınlığını felsefesine temel yapmıştır. Ona göre usun doğası varlık (on), bir olmak (hen) ve kendinde evde olmaktır.
Platon, felsefesinin temeli olarak psukhe’yi (ruh, tin, nefs) ortaya koyar. Ontos On’un temsili/sureti (mimeton) olarak hakikatin bilgisini kendinde taşıyan ruh (psukhe), yaşama başlarken unutma (lethe) ırmağından geçerek aslını unutur (amnesia) ve kendini bu bedene aitmiş gibi algılar. Aletheia ise bu unutmanın tersine çevrilmesi (anamnesis) ile gizli olan hakikatin açığa çıkartılması ve bunun sonucunda gelen özgürlük kazanımıdır.
Platon’un “Varlık olarak Varlık” (To ontos on) diye tanımladığı evrensel alanı (noeton) yalnızca düşüncenin etkinliği (noesis) ile kavranabilir. Bu nedenle evrensel düşünceler dışardan gelmediği için öğrenilemez, yalnızca hatırlanır. Buna örnek olarak Menon diyaloğunda Sokrates yalnızca sorular sorarak eğitimsiz bir köleye geometri sorusunu (Pythagoras teoremi) çözdürür. Dışarıdan öğrenilenler, zaman ve mekâna tabi olan geçici alana (meon) ait bilgilerdir.
Evrenselin hatırlanması bir nevi içselleştirmedir ve ancak geçici varlık alanından (meon) varlık alanına (on) dönmek suretiyle gerçekleştirilebilir. Platon bunu tiyatrodaki sahne değiştirme olgusu ile eşleştirir. Psukhe için sahne değiştirmek ancak ruhun inşa edilmesi (poesis) yoluyla erdemler (arete) kazanımı sonrasında gerçekleştirilebilir.
Platon’un hatırlama üzerinden vurgulamaya çalıştığı şey aklın, ruhun ve düşüncenin ölümsüzlüğüdür. Bunu da ruhun kendinden devinimli (autokinesis) olması üzerine temellendirir. “Kendinden devinimli olarak kendini bilmezsen kozmosu bilemezsin,” diyen Platon’a göre hareketini başkasından alan ölümlü, kendinden hareketli olansa ölümsüzdür. Ruh ölümsüz olduğundan onun tözü olan düşünce de evrenselin etkinliği olarak ölümsüzdür. Platon’da ruh (psukhe) evrensele aittir ve asıl yeri (topos) orasıdır. Bu nedenle ruh bedene düşmüş değil ama bedende tecelli etmiştir. Burada bir nevi yansıma (monitör benzeri) söz konusudur. Beden (soma) psukhe’nin içeriği iken beden de psukhe’yi damgalar.
Platon’un felsefe tarihine sunduğu en önemli kavram idea’dır (eidos). Aynılık, özdeşlik, kendilik, nitelik anlamına gelen “eidos” doğasının gereği olan biçimi de içerir. İdeanın doğru tanımlanmasının felsefe tarihini mayaladığını söyleyen Hegel “Felsefe Tarihi” kitabında “Platon’un idea (eidos) olarak tanımladığı evrensel içerik, biçimsel değil, kendinde ve kendi için varolan biricik gerçekliktir; felsefe, bu kendinde evrenselin bilimidir,” der. Aristo’nun ideaları biçim (form) olarak tanıtmasını doğru bulmaz ve eidos’u kavram sanatı (nomos) olarak tanımlar.
İdea (eidos), varlığın (on) varoluşa açılacak olan temel örüntüsü olarak düşünülebilir. Platon, Kratylos diyaloğunda ideanın (eidos) iç içe örülmesini dokuma metaforu ile açıklar. Dokuma işlevine (ayrıştırma & bireştirme) benzetilen isimlendirme (onoma) üzerinden logos (söylem) açılır. Diyalektik yöntem analiz, sentez değil tam da bu ayrımlı birliktir. Platon böylece bize varoluş bilgisinin (episteme) kapısını açar.
Diotima’nın “kişilerde değil, tüm varlıklarda bir ve aynı güzellik” olarak tanımladığı tanrısal güzelliktir ve seyri ürperticidir. Eidolon (gölge), eidos’un varoluş alanındaki karşılığıdır. Eidos güzellik, iyilik ve doğruluk ise, eidolon duyumsanan güzel, iyi ve doğrudur ve seyri hoşlanma ile sonuçlanır. Her idea (eidos) kendi başına Bir, başka idealarla birleştiğinde ise çoktur (eide). Buna örnek olarak iyilik, güzellik ve doğruluğun birlikte olmasını verebiliriz. Eidos’ların çokluğu (eide), eidolon’ların çokluğu (eidola) ile aynı değildir.
Varlık (on), töz /cevher (osia) üzerinden eidos’a bağlanır. Töz (osia), değişende değişmeyen olarak tanımlanır. Temel sabiteler diye de adlandırılabilen osia, eidos üzerinden zuhura etki eden dunamis’tir (bilkuvve, potansiyel enerji). Tıpkı bir rüzgâr gibi ne olduğu bilinmeyen ancak etkilerinden anlaşılan bir olgu olan dunamis, bilindiğinde artık episteme’dir. Gerçek bilgi (episteme) ile bilim yapma olanağı açılır. Dunamis’i kavramak değişmezlik ilkesi olarak saf idrakte (noesis), değişimde aynı kalan olarak da logos’ta (söylem/kelam) gerçekleşir. Düşüncenin ses eşliğinde ağız yoluyla ruhtan açığa çıkmasıdır logos.
ON à OSIA à EİDOS à LOGOS à EPİSTEME
Platon, Parmenides’in Bir (hen) olarak tanımladığı varlığı (on), onun küre benzetmesine dayanarak bütüne (holon) çevirmek suretiyle logos’u etkinleştirir. Bu tıpkı Prometheus’un ateşi tanrılardan çalması gibi bir eylemdir. Logos bize diyalektik (muhakeme) yoluyla bilimsel bilgiye (episteme) giden yolu açar. Böylelikle Platon fikriyatı (teori) ve nazariyatı (pratik) birlikte ele alma misyonunu başarıyla yerine getirmiş olur.
“Diyaloglar Platon’a özgüdür ve sanat eseri olarak övgüye layıktır. Her şey nesnel ve estetiktir.” diyen Hegel, Platon’da ruhun (psukhe) dört yetisinin (pathemata) farklı diyaloglarda işlendiğini gösterir. Kendisi de bu içerik üzerinden mantık, doğa ve tin felsefelerini oluşturmuştur. Hegel’in ayrıca Tarih Felsefesi olarak dünya tarihinin bir süreç olarak işleyişine benzer bir yaklaşımı, insan soyunun ideal tarih tasarımı şeklinde Kritias diyaloğunda buluruz.
– Pistis: İnanç (Ti–etik felsefesi) (Politeia)
– Noesis: Diyalektik (arı kavramlar) (Parmenides, Sofist,Philebos)
– Dianoia: Muhakeme yetisi (anlak) (Timaios)
– Eikasia: Sanı (imgeler)
Platon’un amacı kişinin kendi psukhe’sine yönelerek arınma (katharsis) yoluyla açığa çıkan erdemler (arete) üzerinden kendi özel yetilerini geliştirmek suretiyle kendini inşa etmesi (poesis) ve bunun sonucunda da ortaya ürün (ergon) çıkarmasıdır. Bu, techné olarak adlandırılan sanatsal bir faaliyet olarak ölümsüzlüğe giden yoldur. Erdemlerin en yücesi olan iyilik, Timaios diyaloğunda, en yüce iyilik olan adalet ise Politeia’da anlatılır.
Diyaloglar, Sokrates’in Atinalılar ve Atina dışından gelen gerçek kişilerle olan karşılıklı konuşmaları şeklinde sunulur. Sokrates, annesinin mesleği olan ebeliği benimsediğini söyler bize. Konuşmaları öğretici (didaktik) olmaktan çok talibin kendi akıl yürütmelerini tetiklemek üzere gerçekleşmektedir. Bu tetikleme işini de rahatsız edici bir dizi soru ile gerçekleştirdiği için kendisini at sineğine benzetir. Amaç talibin fikir doğurmasına yardım etmektir. Bu da çoğunlukla bir sonuca bağlanmayan sorgulamalarla gerçekleşir. Yalnızca Timaios diyaloğunda karşılıklı olmayan söyleşi Timaios’un anlatısı şeklinde sunulur.
Politeia
Bu diyalogda Platon tin-etik konularını yani psukhe’nin pistis yetisini irdeler. Adının çevirileri (Devlet/Republic) tartışmalı olan Politeia aslında toplumsal, politik şeyler/vatandaşlık olarak düşünülebilir. Platon bu eserinde toplumun eğitimini amaçlar. Eğitim (paideia), Atina’ya zeytin getireceğini söyleyerek ismini veren Tanrıça Athena’ya dayanan sofist çağının simge sözüydü. Zeytin, geleceğe yatırımın simgesidir.
Platon için toplum da organik/canlı bir yapıdır ve bir ruhu (psukhe) vardır. Her politik felsefe hem gerçek çelişki hem de ideal harmoniyi içerir. 10 kitaptan oluşur. İlkinde adalet nedir diye sorar Sokrates. Diğer 9 kitap bu soruya açıklama şeklinde gelir.
“Politeia’nın, en yüce iyi olan adaletin egemenliği” olduğunu düşünen Platon, filozof krallar tarafından yönetilmeyi öne sürer. İdeal bir yönetim, ancak ayrışmayı değil birleşmeyi esas alan toplumlarda gerçekleşir. Yanlış olan kralın veya çoğunluğun keyfi yönetimi değil, keyfi yönetimin bizzat kendisidir. Sokrates’i ölüme mahkûm eden de 500 kişilik bir mahkemede çoğunluğun sağlanması değil midir?
Sicilya kralı Platon’un fikirlerine önem verir ve böylece ideal devlet tasarımı uygulamaya konacaktır. Ne var ki köleliğin kaldırılması, kadınların da erkeklerle birlikte çalışması hatta askere gitmesi gibi fikirleri tehlikeli bulan kralın oğlu babasını ikna eder ve bir arkadaşı ödeme yapıp onu serbest bıraktırana kadar özgürlüğünü dahi elinden alır.
Platon’da 3 ana erdem bütünün uğrakları iken, ana erdem adalettir:
- Sophia: bilgelik 2. Andria: cesaret 3. Sophrosyne: ölçülülük, uyum (tek erek)
- Dike: adalet (doğasına uygun işleyiş), aklın edimselliğe ulaşması yoluyla kazanılan özgürlüktür.
İlk kitapta tartışma Sokrates, Sicilya’lı Cephalus (silah tüccarı), oğlu Polemarkus, Thyrasymachus (Kadıköy/Chalcedon)’dan gelen Trakyalı bir sofist tüccar arasında geçer.
Cephalus’a göre adalet, doğruyu söylemek, borcunu ödemektir. Sokrates ona “sana silahını emanet eden arkadaşının katil olduğunu bilsen yine de ona silahını geri verir misin” diye sorarak bu tezin doğruluğunu sorgular.
Polemarkus adaleti dosta yardım, düşmana zarar diye tanımlar. Aile ilk çember, akraba, dostlar, millet diğer dış çemberlerdir. Yakın çemberlerde adaletin uygulanmasını gereksiz bulur. Bu konu Platon’un bir başka diyaloğunda da işlenmiştir. Sokrates’in mahkeme kapısında karşılaştığı Eutyphro, babasını kölesinin ölümüne sebep olduğu için şikâyet ederek cinayetten yargılanmasını ister. Aslında köle katildir ve tutuklanır ne var ki yargılanması için gelecek gemi geciktiği için köle ölmüştür. Aile değerlerinin ön planda olduğu Yunan toplumu için babanın cinayetle suçlanması talebi kabul edilemez bir davranıştır. Sokrates bile bunu abartılı bulur ve alay eder.
Thyrasymachus, genç, hırslı ve erdeme takıntılıdır ama adaletin erdem olduğuna inanmaz. “Adaletli eylem bana değil başkasına yarıyorsa faydası nedir” diye sorar. Ona göre adalet, zenginlik ve güç arayışlarınızı dizginlemenizi, diğerlerinin sınırlarına saygılı olmanızı gerektirir. Toplumu yönetenler kuralları kendi çıkarlarına göre koydukları için zayıf olanın kanunlara uyması yani adaletle davranması onlara yarar. Thyrasymachus daha da ileri giderek “Adaletsizlik yeterince yaygınsa adaletten daha güçlü, daha özgür ve daha otoriterdir. Adil olmayan için daha avantajlı ve karlıdır. Adalet başkası için iyidir” der (Allotrion agathon). Ona göre adalet güçlünün avantajı, tiranla yalanın çocuğudur.
Sokrates, Platon’un ağabeyi Glaukon ile Pire’ye Bendis şenliklerine gittiğini anlatır. Bendis, Trakyalıların Tanrıçasıdır. Platon burada Trakyalılardan ucuz kereste alabilmek için Bendis’e tapınan faydacı Grekleri ve onların başka Tanrılara tapınmayı bize öneriyor diyerek Sokrates’i yargılayıp ölüme mahkûm etmesini dolaylı yoldan eleştirmektedir.
1.Kitabın sonunda Sokrates, adil kişinin iyi ve bilge olduğunu, kutsanmış, mutlu bir hayat yaşadığını Thyrasymachus’ a kabul ettirir ama o yine de ikna olmamıştır, Glaukon ve Adeimantus da öyle. Adalet nedir? diye sorar Sokrates ve bunu toplumsal açıdan ele alır. Yunanlılarda Polis kendini yöneten toplum olarak tanımlanır. Toplumun var oluş nedeni de ürün ve hizmet paylaşımıdır. Toplumdaki ana sınıfları yönetici, (yönetime yardımcı) asker ve üretici/tüccar olarak tanımlar. Adalet ancak doğru insanların görev başında olduğu ve herkesin kendi sorumluluğunu yerine getirdiği bir toplumda sağlanabilir.
Daha sonra Sokrates ruhtaki adalet konusunu açar. Bunun da tıpkı kenttekine benzer yapı olduğunu öne sürer. Öncelikle ruh (psukhe) nedir diye sorar. 4. Kitap’ta yer alan üçlü yapıyı toplumsal düzendeki ile eşleştirir (tripartite).
Devlet ve birey özünde aynıdır. İnsanın toplumda eğitilerek bireyselden evrensele evrilmesi gibi uluslar da aynı şekilde evrilebilir. Geleneksel ahlakın organik yapısı, kendinden devingen (autokinesis) bir sistemdir. Platon da Politeia’da o çağın tini olan Grek devlet yaşamını temel almıştır. Hegel, onun ideal devlet tasarımında bireyselliğe karşı koyduğu aşırı kısıtlamaların (mülk edinme, evlilik, ebeveynlik) Grek toplumunun ahlak seviyesindeki aşırılıklara tepki olarak getirildiğini vurgular.
Toplumda Psukhe’de
Yönetici, bilge; Akıl (logisticon);
Koruyucu (asker, polis, bekçi); Hiddet, duygu, cesaret (thumos);
Yönetilen (üretici, tüccar) Arzu, istek, hoşlanma (epithumia)
Freud, Platon’dan aldığı bu üçlü yapıyı ego, süperego, id olarak tanımlamıştır.
Bu üçü tıpkı toplumda olduğu gibi ruhta da sürekli çatışma halindedir. Önemli olan bu üçlüden hangisinin hâkim olduğudur. Aklın hâkim olduğu toplumda çatışma değil, adalet vardır. Ruhta (psukhe) aklın hakimiyeti ise dengeli, uyumlu kişiliğe karşı gelir. Her parça uyum içinde kendi işlevini yerine getirirken diğerini destekler. Arzu veya hiddet/cesaret yönetiminde çatışma, karmaşa ve pişmanlık yaşanması kaçınılmazdır.
Sokrates, “Yıkık bir ruhla yaşam, yaşamaya değmez, kimse böyle yaşamak istemez,” der. 4. Kitapta Glaukon, adaletsiz ruhu harap bir bedenle karşılaştırır. Bedeni harap olmuş bir kişi nasıl yaşamdan hiçbir zevk almazsa istediği her şeyi yapan biri de adaletten uzak olduğunda onun yaşamı nasıl değerli olabilir?
Sokrates’e göre adaletsiz bir toplum ve kötüler hasta bir beden gibi ele alınmalı ve ilgili doktor tarafından iyileştirilmelidir. Adaletin deneyimi iyidir (to agathon) ve bizi özgürleştirir. Bu durumda adaleti yerine getirecek olan kimdir? Avukat, hâkim, politikacı, polis, hangisi?
Ruhsal yönden dengeyi sağlayamamış insanların oluşturduğu toplumda barışı sağlamak mümkün değildir. Olduğumuz dünya ile olabilecek en iyi dünya arasındaki uçuruma ancak felsefe köprü vazifesi görebilir. Hiçbir çaba bundan önemli değildir!
Platon deyince ilk akla gelen mağara alegorisi de gene Politeia diyaloğunda yer alır. Mağarada zincirlerine bağlı sıralar halinde insanlar duvara yansıyan gölgeleri seyretmektedirler. Zincirlere çocukluktan itibaren sahip oldukları söylenir. Bu da bize çocukluktan başlayarak öğrendiklerimiz, edindiğimiz sanılar, toplumun dayattığı koşullar, yaşadığımız duygulanımlarla kısacası her türlü duyusal ve kültürel sahiplenmelerle zincirlendiğimizi düşündürür.
Mağarada bir kişi zincirleri kırmış ve geri dönmeyi başarmak suretiyle ateşi görebilmiştir. Bu ateş sayesinde birtakım nesneleri oynatan kişiler vardır. Zincirlenmiş olan kişilerin gördüğü işte bu nesnelerin duvara yansıyan gölgelerdir. Burada geri dönmek sahne değiştirmek olarak adlandırılır ve hakikatin açılması (aletheia) ancak bu şekilde olanaklıdır.
Sokrates’in eğitmeni olan bilge kadın Diotima, “Bilge de cahil de bilgiyi talep etmez: biri sahip olduğundan diğeri gereksinim duymadığından,” der. Bu durumda bilgiye talip olan yalnızca eros sahibi (tutkuyla seven) philosophos’dur. Eros, bütünlenme arzusu, tanrısal bir coşkunluktur (mania). Şölen diyaloğunda Diotima onun Tanrı olmadığını söyler. Sophos’daki kudreti gören, ateşi gören philosophos, dönüp diğerlerine haber verir. Ama ateşi görmek yeterli değil, asıl amaç mağaradan çıkıp güneşi görmektir. Bunu sağlayacak olan ise ancak hikmet sahibi bilgedir (sophos). Güneşi gördüğünde gözleri kamaşan sevenin özgürleşme süreci başlamıştır artık.
Platon’un felsefesinin sonsal ereği (Sophos’a) bilgeye hayran olanların güneşi görmesi ve özgürlüğüne kavuşmasıdır.
Parmenides
Politeia’dan sonra olan bu diyalogda Platon kendi görüşlerini sınar gibi sunar karşı tezleri. Diyalektik metot üzerinden kavramı ve arı kavramların zorunlu hareketini anlatır. Karşıt kavramların birliğini evrensele taşır. Ona göre tek gerçek olan idea (eidos), duyusal alanda suret/gölge/imge olarak görülebilir (eikon/eidolon). Platon’un diyalektiği, tikel erdemlerden evrensel iyiyi (to agathon) çıkarsamaktır.
Platon önce mutlağı Parmenides’in Varlığı (on) olarak ele alır; tikeli ve çokluyu yöneten evrensel olarak. Daha sonra kendinden devinim (autokinesis) kavramı üzerinden mutlağı varlık ve yokluğun birliği olarak oluşta, bir (hen) ve çok (polla) birliği yani bütün (holon) olarak ortaya koyar.
Elea okulunun temel direği olan Parmenides için bilgi de hakikat de varlıktadır. “Varlık (on) vardır; yokluk (uk on) yoktur” derken olmayanı bilemeyeceğimiz, bir şeyi düşünüyorsak ve hakkında konuşuyorsak o vardır diyerek yokluğun olamayacağı çıkarsamasını yapar. Buradan ilerleyerek değişimin/oluşun olamayacağını ortaya sürer. Parmenides’in oluşa karşı olmasının nedeni de oluşta kendini gösteren yokluk fikridir. Varlık (on) doğmamış olduğu gibi, ölmesi de olanaksızdır. Düşüncesi şudur:
“Oluşa gelen, yokluktan gelir. Yokluk düşünülemeyeceğinden oluş olanaksızdır.”
Doğa filozofları ise Parmenides’e onun tezleriyle karşı çıkarak doğumun kaynağının yokluk olmadığını öne sürerler. Oluşa gelmenin yokluktan olduğu fikri yadsındığında yokluk bir şeylerin ya da bir niteliğin yokluğu olarak ele alınır ve varoluşsal tanımını yitirerek sıfat olur. Parmenides bir şeyin/özelliğin yokluğunu sorun etmez. Yokluk varoluşsal tanımıyla sorundur onun için. Bu durumda:
“Oluş, yokluktan gelir (sıfat bağlamı).
Yokluğu düşünemeyiz (varoluşsal bağlam).
O halde oluş düşünülemez.”
Burada ilk iki sav aynı bağlamda ele alınmadığı için yanıltıcı bir safsata ortaya çıkar.
Empedokles, tüm değişikliklerin hep var olandaki yeni düzenlemeler olduğunu söyler. 4 unsur aşk ile birleştiğinde doğum, nefret ile ayrıştığında ise ölüm gerçekleşir. Yani tüm oluşun, değişimden ibaret olduğu, doğa filozoflarının sloganıdır.
Herakleitos’un değişim kuramı “her şey akar” (panta rey) mottosuyla anımsanır ve eleştirilir (Kratylos diyaloğu). Oysa onun kendi yazılarında bu cümle “Hen panta rey” olarak geçer ve “her şey Bir olarak akar” anlamına gelir.
Anaxagoras doğa filozoflarının görüşünü benimsemekle birlikte onların 4 unsurdan herhangi birini temel almasını eleştirir. Evreni oluşturan öğelerden herhangi birinin evrenin yaratımında temel ilke olamayacağı fikriyle temel ilke olarak nous’u (akıl) öne sürer.
Parmenides diyaloğu daha çok genç Sokrates ile Parmenides arasında geçer. Öğrencisi Zenon konuşmalara fazla katılmaz. Diyaloğun sonunda Bir ve Çok’un diyalog yoluyla anlaşılamaz olduğu ortaya çıkar. Bunun için karşı savlar tek tek irdelenir.
–BİR eğer birse; bütün ve parça olamaz. Başı, sonu, ortası da yoktur. Biçimsiz, sınırsız, devinimsizdir. Duradurmaz da. Aynı da değildir, gayrı da. Benzer de değildir, benzemez de. Bir varlıktan pay almaz. O halde Bir yoktur! Bir yoksa onun adı (onoma), söz (logos), bilgi (episteme), duyum (aesthesis), sanı (doksa) olamaz. Zamandan pay almaz.
– BİR eğer varsa; bütün ve parça, sayılar vardır. Sınırlı ve sonsuzdur. Başı, sonu, ortası, biçimi varır. Hem devinir hem duradurur. Hem aynı hem gayrıdır. Özdeştir, eşitsizdir. Zamandan pay alır. Adı, sözü, bilgisi, duyumu, sanısı olur.
–BİR hem var hem yoksa; bu durumda değişme ve oluş anlatılır.
–BİR varsa ve öteki nesneler ondan pay alıyorsa; olumlu, almıyorsa olumsuzdur.
-BİR yoksa, var olmamak göreliyse; kendine benzer, kendiyle eşit, varlıktan, devimden, duradurmadan, oluştan pay alır.
Bütün bunlar tek tek irdelendiğinde Bir ve Çok anlatımının bizi çıkmaza soktuğu (doksa) ortaya çıkar. “Bir ister olsun ister olmasın, Bir’in kendisi ve öteki nesneler açısından kendi ilişkilerine göre ve karşılıklı ilişkilerine göre hepsi her şekilde olur ve öyle olmazlar. Öyle görünürler ve görünmezler.”
Platon’un yaşlılık dönemine ait olan Parmenides ve Sofist diyaloglarında görünen içrek felsefesi varlık ve yokluğun, Bir ve Çok’un birliğidir. Spekülatif olduğundan ancak yansımalı düşünebilenler için açıktır.
Sofist
Sofist diyaloğu, Sokrates, Theodoros’un konuğu Elea’lı Yabancı ve genç Theaitetos arasında geçer. Sofistin kimliğini tanımlama çabası olarak başlayan diyalog çok derin felsefi çıkarsamalarla sonuçlanır.
Sofistler, Atina’da özellikle geliştirdikleri hitabet (retorik) ve tartışma (eristik) sanatı ile toplumu etkilediklerinden zengin ve üst sınıf gençler üzerinde çok etkili bir zümredir. Bilgin, bilgili, öğretmen anlamındaki sofist kelimesi Sokrates’te bilgiç, bilgi tüccarı olarak dönüştürülmüş ve bir nevi alay konusu olmuştur.
Sofisti ararken filozofu mu bulduk der Yabancı. Her ikisini de tanımak zordur. Sofist var olmayanın karanlığına sığınır. Filozofun bulunduğu yer öyle parlaktır ki çoğunluğun tinsel gözü uzun süre tanrısal olana bakmaya dayanamaz.
Bilge de (sophos), bilgiç de diyalog ve hitabeti kullanır. Sofist, diyalog yoluyla sunduğu çelişkileri sürüncemede bıraktığı için avını parçalayıp ortada bırakan kurt olarak nitelenir.
Yabancı, babamız dediği Parmenides’in gitme dediği yerden gideceğiz derken (üzülerek) bunun bir nevi baba katli olacağını belirtir.[1] Ne var ki felsefe yapmanın yolu budur ve felsefe tarihi de katliamlar tarihidir.
Parmenides’in varlığı ve onun dinginliğini temel alan öğretisinde gitme dediği yer, Herakleitos’un temellendirdiği yokluk ve oluş kavramlarıdır. Yabancıya göre ise “filozof ne bir ya da çok ide (kavram) kabul ederek bütünü dinginlik olarak açıklayanlarla uzlaşır, ne de varlığa kaçınılmaz bir hareketi verenlerin en küçük bir sesini bile dinlemek bağışında bulunur; tersine o, tıpkı çocuk dileklerinde olduğu gibi hareketsiz olanla hareket edenin tümüne yani varlığa (on) ve bütüne (holon) her iki özelliği (hareketi ve dinginliği) katmak zorunda kalır.”
Platon böylece yalnızca duyusalları veya ideaları temel alan görüşleri eleştirir ve bunların ötesine geçerek Parmenides’i aşan bir bilinç ortaya koyar. Varlığı (on) oluşa açmak suretiyle felsefe tarihinin uzlaşmaz ikilisi olan Parmenides ile Herakleitos’u bir araya getirmiştir.
Sofist diyaloğunda 5 büyük cins kavramı işlenir: varlık (on), hareket (kinesis), dinginlik (statis), aynılık (thauton) ve başkalık (tateron).
Bu kavramların birbiriyle bağıntısı için önemli bir bilime gerek vardır der, Platon. Her şeyi ayırma eğitimsiz, felsefe dışı kafanın işidir.
“Kavramlar birbirleriyle birleşebilirler ve varlık ile gayrılık alanı tüm kavramları onların birbirleriyle karşılıklı bağıntılarıyla birlikte içine alır.”
“Gayrılık varsa bu, varlığın karşıtı olduğunu değil, varlıktan ayrı olduğunu gösterir. “
“Yokluk, varlık-içeriği bakımından varlıktan aşağı değildir. “
Yabancı bunları söyledikten sonra “Yokluğun varlığını sergilemekle kalmayıp onun özünü oluşturan kavramı da (gayrılık) gösterdik” der ve devam eder; “Gayrılık kavramını tüm varolanlar üzerinde yayılmış olarak gösteriyorduk bu nedenle gayrılığın her bir bölümünün gerçekte yokluk olduğunu gösterecek kadar yürekli olduk.”
Hareketin dinginleşmesi ve dinginliğin harekete geçmesi olanaksızdır. Onlar birbirleriyle değil, ancak (on) varlık ile bir araya gelebilirler. Her biri diğer ikisinden ayrı (tateron) ama kendileriyle aynıdır (thauton).
Timaios
Platon bu diyalogda bilen kişinin düşüncesini (dianoia) temellendirir. Gerçek bilgiyi (episteme) sanıdan (doksa) arındırır. Politeia’da idealara odaklanan Platon’un felsefesinin yalnızca evrenselleri temellendirdiği görüşü Raphael’in resminde göğü işaret etmesine dayandırılır. Oysa aynı resimde dikkat edilmesi gereken asıl detay, elinde tuttuğu kitabın Timaios olmasıdır. Timaios’un tamamıyla doğa felsefesi üzerine olması, Platon’un asıl temellendirmek istediği şeyin içinde yaşadığımız evren yani geçici varlık (meon) olduğunu gösterir. Meon, dunamis’in (bilkuvve) etki-tepki ortamında oluşturduğu geçici varlıktır.
Varlıktan (on) oluşa (genesis) nasıl geçildiğini anlatan diyalog Sokrates, Timaios ve Kritias arasında geçmektedir. Timaios, İtalya’dan gelmiş bir astronom ve matematikçidir. Büyük bir olasılıkla Pythagoras’ın eğitiminden geçmiş bilge bir kişidir. Diyaloğun başında evrenin (makrokozmos) yaratılışını ve (mikrokokozmos) evrenin kökenini anlatır. Daha sonra insan bedeni ve insan doğasını açıklamaya girişir. Kozmoloji, kimya, biyoloji gibi alanları içeren kapsamlı bir bilim kitabı olmasının yanında ruh ile ilgili açıklamaları da dikkate değerdir.
Sokrates, evrenin, dünyanın doğuşu (kozmogoni) hakkında Presokratikler ile benzer görüşlere sahiptir. Dünya merkezli, küresel, öngörülebilir düzenli hareketlerin ruh kaynaklı olması gerektiğini düşünür. İlahi zanaatkâr Demiurgos uyumsuz ve düzensiz hareket halindeki düşünülür idealar (eide) dünyasına düzen vererek onların dünyadaki görüngülerini/suretlerini (eidolon) oluşturur (mimesis). Buna önce aynı olanı (kendilik: thauton) seyretmekle başlar ki bu geçici değil, süregelen bir seyirdir.
Düzen verme işleminin gerçekleştirildiği alan (khora) hazne diye adlandırılır. Anaximandros’un üzerinde durduğu aperion (sınırsız) kavramına karşılık gelir. Varlığın haznesi (khora) sürekli değişimin olduğu, birbirinin hem nedeni hem de sonucu olan kuvvetlerin (dunamis) etkileşim alanıdır. Bu, kuyruğunu ısıran yılan olarak betimlenmiştir. Demiurgos ilksel çorba diye adlandırılan bu ortama düzen vererek onu kozmos (düzenli, güzel) haline getirir. Bunu da sınırsızı (dunamis) sınırlıya yani nitelik (eidos) ve niceliğe (arithmos) dönüştürerek yapar. Varolanların damgalandığı, sınırsızın damgalanmak (toupon) suretiyle sınırlıya dönüştürüldüğü yerdir hazne (khora). Bu damgalanma mathemathos üzerinden gerçekleştirilir.
“Tanrı’nın zorunluluk özünün isteyerek kabul ettiği oranda her şeyi ahenkli bir orantı içinde düzenlediğini düşünmeliyiz” diyen Timaios matematiğin/ ölçünün değerini ortaya koyar. “Sayı yoluyla kavramadıkça sınırsızlık seni bilge yapmaz,” diyerek zamanı da ezeli ve ebedi olanın (kairos) sayıya göre hareket eden sureti (khronos) olarak tanımlar. Zaman bir eidos değil, (eikon) ikon/imge olarak ölmez özün örneğine göre kurulmuştur. Zaman ve evren birliktedir ve gerektiğinde birlikte yok olacaklardır.
Determinist olmayan bu yapı, günümüz kuantum fiziğini andırır. Khora, maddenin henüz oluşuma geçmeden önce bulunduğu ortam olarak bir nevi anne rahmi ya da toprak gibi düşünülebilir. Anne (khora) yalnızca doğurmakla kalmayıp sürekli emzirmektedir de. Tohum olan dunamis, burada fideye (kinesis) dönüşür. Tohuma bakınca gerçeği görmektir episteme. Bu da ancak logos aracılığıyla gerçekleşir.
Timaios’da evren düzeninin en temel ilkesi iyidir “To Agathon”. Hem yaratıcı ilke hem de doğa ile ilgili ilkedir. Eril olan akıldaki iyilik idesinin (sebep) dişil olan khora’yı döllemesi ile düzen ve güzellik olan kozmosta imgeler (sonuç) açığa çıkar.
“Yaratan iyi idi. Hırs duymadığından her şeyin olabildiğince kendine benzemesini istedi.”
Âlemin Ruhu/Nefsi (Kozmos Psukhe)
“Nedir o daima oluşa gelen (genesis) ama hiç olmayan (uk on) ve nedir o hep olan (on) ama hiç oluşa gelmeyen?” diye soran Timaios, önce makrokozmos yaratımı ile başlar. Platon da Presokratikler gibi gezegenler, güneş, ay ve yıldızların dünya etrafında döndüğünü düşünür. Kopernik’e kadar bilimin paradigması budur. Kozmos küre şeklindedir, öngörülebilir, düzenli hareketleri vardır. Hareketin temeli ruh olduğundan, kozmosun da bir ruhu olduğu sonucunu çıkarır.
Varlığın (on), güzel olan iç düzeninin aklı nous’tur. Ruh (psukhe), hareketin ilkesi, dünya da bedeni ve ruhu olan bir canlı varlıktır.
“Zekayı ruha, ruhu bedene koydu. Evren, canlı varlık Tanrı kayrası ile yaratıldı. Özleri bakımından bütün canlı varlıkları içine alan, gözle görünür bir tek canlı varlık. En güzel, en kusursuz. Evren birdir…”
Âlemin ruhu tamamıyla rasyoneldir ve Timaios bunu anlatırken bir dizi matematiksel tanım ortaya koyar. Demiurgos’un kozmosu yaratırken çift ve tek sayıların aralarındaki oranları nasıl düzenlediğini anlatır bize. Bunların aritmetik ve harmonik ortalamalarının birbirine oranının tüm dizi boyunca sabit olduğunu gösterir. Bunu müzikteki skala ile eşitledikten sonra da bu oranların tüm kozmosta geçerli olduğunu söyler. Böylelikle de dünya ruhunun tamamıyla akla dayandığı ve matematiksel olduğu sonucuna varır. Asırlar sonra Galileo da “Tanrı’nın dili matematiktir,” diyecektir.
Sofist diyaloğunda 5 büyük cins (magistegene) Varlık (on), aynılık (thauton), gayrılık (tateron), durağanlık (statis) ve hareket (kinesis) olarak belirtilirken, Timaios diyaloğunda âlemin ruhu 3 cins ile açıklanır. Bunlar “töz/cevher (osia), aynılık (thauton) ve gayrılıktır (tateron)”. Bu üçü birbirine karışmaksızın birlikte ayrılıp birlikte bir araya gelirler. Platon’da gayrılık (arithmos) ve aynılığı (eidos) bağlayan (mathematos) töz (osia); değişende değişmeyendir.
Platon felsefesinde ne orta ne de uçlar bağımsızdır.
“İki şeyi birleştiren üçüncü bağ, en iyi kaynaştıran olduğunda en güzel bağdır.”
Ruhun yaratımı için; “Bölünmez, hep aynı tözle (osia) cisimlerdeki bölünebilir töz birleşip ortalama (mezon) töz vücuda getirildi. Üçü tek biçim aldı.”
Bu üç cinsin mezon (ortalama) karakterde sunulması için aritmetik ve harmonik ortalamalar hesaplanır. Ortaya çıkan değerlerin oranı değişmeyen, tekrarlayan bir örüntüdür.[2]
“9/8 9/8 256/243 9/8 9/8 9/8 256/243 9/8 9/8 256/243 9/8 9/8 9/8 256/243……”[3]
Yaratım ilkesinin sayılar ve müzikle ilişkisi daha önce Pythagoras tarafından ortaya konulmuş Hermetik kaynaklı bir yaklaşımdır.
9/8 tam, 256/243 yarım tona karşılık gelir.
Platon buradan kozmosun ruhu olduğu için canlı olmasının yanında akıllı da olduğu sonucunu çıkarır. Benzer olarak insan ruhu da kozmos ruhu ile aynı yapıda olduğundan akıl sahibidir.
Timaios, yukardaki diziden kozmosun nasıl oluştuğunu anlatırken gene aynı ve gayrı cinslerini kullanarak gezegenlerin yörüngelerini tanımlar. Bölünmeyen aynı töz sağa, bölünen gayrı töz sola hareket eder. Gayrı tözün iç içe 7 yörüngesi vardır. Bunlardan üçünün hızı aynı, dördünün farklıdır ama hep bir orantı vardır.
Timaios, buradan mikrokozmos alanına geçer: “Evrenin gövdesi dört öğeden yaratılmıştır; ahengini orantıdan alan evren, dostluğu da yaratılışındaki bu şartlardan almıştır; tam bir bütünlüğe kavuştuktan sonra artık kendisini birleştiren kuvvetten başka hiçbir kuvvetle bölünmez olmuştur.”
5 temel unsurun oluşmasını anlatırken gene geometriyi temel alır. Geometri, kuvvet dengelerinin ussal gösterimidir. Tanrı, 5 unsuru mükemmel olarak biçimlendirirken de iyiliği (to agathon) temel almıştır.
Demiurgos, mükemmeli üçgenlerden oluşturur. Mükemmel olan, yarı eşkenar üçgendir (90, 60, 30 derecelik açılardan oluşan). Yoğun ve yavaş olan su, havadan, hava da ateşten daha çok üçgen içerir. Sadece ateş, hava ve su dönüşüme tabidir. Toprak ise diğer öğelere dönüşmediğinden üçgen değil, küp şeklindedir.
6 tane yarı eşkenar, bir simetrik eşkenar üçgen oluşturur. Bununla çokyüzlüler elde edilir:
4 üçgen -> kare, 6 kare ->küp Toprak
Tetrahedron (4 yüzlü) 4*6=24 üçgen Ateş
Octahedron (8 yüzlü) 8*6=48 üçgen (2*24) Hava
Icosahedron (20 yüzlü) 20*6=120 (24+2*48 (H2O)) Su
Dodecahedron (12 yüzlü) 12 düzgün beşgen Ether /Evren
küreye yakın
Pythagoras, biçimin belleği sakladığını ve mükemmel biçimin küreye en yakın olan on iki yüzlü olduğunu düşünüyordu. Elementi de evrenin yapısını oluşturan ruh ya da ether’di. Timaios da Tanrı’nın evrene son şekli verirken 12 yüzlüyü kullandığını söyler.
İlginç olan bu unsurların atomlarının kristal oluştururken aynen Platon’un (Pythagoras) tanımladığı eşkenar çokyüzlüler şeklinde diziliyor olmalarıdır.[4] 2006 yılı Nature/Şubat dergisinde yeni keşfedilen on iki yüzlünün altın-paladyum atomlarının kristal yapısında tespit edildiği bilgisi yayınlanmıştır.
Hermetik öğreti “Yukarıdaki neyse aşağıdaki odur,” der. Bir Platon hayranı olan Kepler de tüm hayatını makrokozmosun yapısının iç içe geçmiş bu şekillerden oluştuğunu ispat etmeye adamış, ne yazık ki bunu gösterememiştir.
Timaios, kitabın bundan sonraki bölümünde insan bedenini açıklamaya girişir. Bir biyoloji kitabı niteliğindeki açıklamalar çok detaylı ve çarpıcıdır.
Hazine
Anlamsız hayatın sanki mağara,
Vakit varken dön de ışığı ara.
Ne gölge gerçek ve ne de sıra,
Zincirini kıran güneşi bulur.
Gizli Hazine saf idrakinde,
Daim güç üretip güç derlemede,
Anlama erişir bilindiğinde,
Yaşama geçerek devinip durur.
Kaynaklar:
Metin Bobaroğlu, Platon Dersleri
Oğuz Haşlakoğlu, Platon Dersleri / Youtube
Hegel, Felsefe Tarihi/Platon
Manly P. Hall, Tüm Çağların Gizli Öğretileri
Platon, Timaios
Platon, Parmenides
Platon, Diyaloglar
Coursera online kursları:
Ancient Philosophy: Plato & His Predecessors, University of Pennsylvania
Reason and Persuasion, National University of Singapore
[1] Zeus’un çocuklarını yiyen babası Khronos’u katli misali
[2] Aritmetik Ortalama: a+b/2 Harmonik Ortalama: 2ab/a+b Mezon = AO/HO Tüm dizide sabit bir orandır bu.
[3] Hesaplamalar için bkz: https://www.coursera.org/learn/plato/lecture/ybPPZ/the-world-soul
[4] dusunuyorumdergisi.com/platon-katilari/