Okuma süresi: 13.52 mintues

Varoluş felsefesinin kurucularından olan Soren Kierkegaard, ilginç bir şekilde bir Pagan filozofu Sokrates üzerinden Hıristiyan Felsefesini anlamaya, yeni bir yorum getirmeye çalışmıştır. Her ikisinin de ortak noktası insan olmanın anlamını keşfetmeye çalışmaktır. Bunun için de uğrunda yaşayıp ölebileceği bir fikir arayışına girişmiştir. Bir balıkçı köyünde inzivaya çekildiğinde şunları yazar: “Ne bilmem değil, ne yapmam konusunda netleşmeye gereksinimim var. Bu, kaderimi anlama sorusu… Tanrı’nın benim ne yapmamı istediği, hangi hakikatin benim için uygun olduğu, uğrunda yaşayıp ölebileceğim bir fikir bulmak.”

Sokrates öncesi Yunan düşünürleri doğa üzerine kafa yormakta ve nesneleri ön plana çıkarmaktadır. Sokrates ve Kierkegaard, hakikati insanın kendi içinde araması gerektiği konusunda aynı fikirdedirler. “Kişi başka şeyleri öğrenmeden önce kendini öğrenmelidir. Kişi yalnızca kendi içine dönüp kendini anladıkça buradaki yolu görür ve yaşamı huzur ve anlam kazanır.”

Kierkegaard, kendisini bulunduğu devrin Sokrates’i olarak gördüğünden tıpkı onun gibi Kopenhag sokaklarında gezerek insanları sorgulamayı kendine amaç edinmiştir. Böylece onların farklı bir bakış açısından olaylara bakmalarını sağlamaya çalışır. Sokrates’in, kendisini sorularıyla insanları dürtmesi nedeniyle at sineği olarak tanımlaması gibi o da kendisine çatal denmesini ister. Çocukken, büyüyünce ne olmak istiyorsun diyenlere “çatal “ diye cevap verir. Tıpkı çocukken yemeğinde istemediği şeyleri çatalla ayıkladığı gibi, yetişkinliğinde hatalı gördüğü fikirleri ironi ile ayıklayacaktır.

Kierkegaard, Sokrates’in diyaloglarında kullandığı ironi tekniğini benimsemiştir. İnsanlara bir fikri anlatmak yerine onlara fikirlerini olumsuzlayarak yeni bir anlayış sağlamaya çalışır. Bu nedenle yazdığı “İroni Kavramı”  adlı kitapta Sokrates ve öğrencilerinin diyaloglarını konu edinir. Kendisinin tıpkı annesi gibi ebe olduğunu söyleyen Sokrates, bununla doğumu yapacak olanın kendisi olmadığını, amacının yalnızca sağlıklı bir doğuma aracılık etmek olduğunu kastetmektedir. Bu nedenle de diyaloglarında olumlu bir sonuca varmaz. Yorumu okuyucuya bırakır.

Diyalogların bir diğer çarpıcı özelliği de “aporia” dır. Yunanca’da kaybolmak, cevap verememek, bir nevi apışıp kalmak anlamında bir kavramdır. Sokrates, yürütmeye çalıştığı akılları ironi tekniği ile şaşırtır, onların aciz kalmalarını hedefler. Böylelikle de bir üst hakikat olduğu gerçeğini fark etmelerini sağlar. Hegel’in “dışsalı içinde olan adam “ diye betimlediği Sokrates için nesnel hakikat herkes tarafından kabul edilebilir. Dıştan içe doğru olan bu hakikat kavrayışını Hegel  “öznellik ve nesnelliğin birliği” olarak tanımlar. Düşünce ve us tarafından aranılan etik aynı zamanda evrenseldir ve bu nedenle de dışsaldır. Bu da içsel evrensel ile dışsal evrensel arasında bir birliktir.

Hegel’in Sokrates’e getirdiği eleştiri, olumsuzlamada kalarak buradaki olumlu öğeleri değerlendirmemesidir. Buna örnek olarak varlık ve yokluk kavramlarını ortaya koyar ve birbirinin zıttı olarak görülen bu iki kavramı “oluş-becoming” diye bir üst kavrama taşır. Öyle ki oluş, hem varlık hem de yokluk kavramlarını içermektedir.

Hegel’in Danimarka’daki takipçisi Martensen, Sokrates’in anlayışını Hegel ‘e taşımayı öğrencilerine önerir. Hegel için felsefe, karşıtlar arasındaki zorunlu organik ilişkiyi anlamaktır. Hegel,  “Felsefe Bilimleri Ansiklopedisi “ adlı kitabında şöyle demektedir:  “ Dogmatizm, anlayışın karşıtını dışlayarak tek taraflı görünümünü tutmaktan ibarettir. Bu tam da katı bir ya/ya da mantığıdır. Örneğin dünyanın ya sonlu ya da sonsuz oluşu ama her ikisi değil. “

Oysa ki Kierkegaard için Sokrates’in bu olumsuz yaklaşımı tam da olması gerektiği gibidir. Bunun ötesine geçmeyi istemek saçmadır. İroni Kavramı adlı kitabı, tarihsel olarak ironi sürecini izler. Bu kitabı yayınladıktan beş yıl sonra JJ adlı dergide şunları yazar: ” Plato’nun diyaloglarının sonuçsuz olmasının önceden düşündüğümden daha derin bir anlamı var. Bu, okuyucunun veya dinleyicinin kendisini etkin kılıyor.” Onun bu yaklaşımı Ya/Ya da adlı kitabında da vurgulanmaktadır.

Hegel, Sokrates’in Daimon’unu Delf tapınaklarındaki Oracle’a benzetir. Öyle ki burada Daimon öznel olduğu halde Oracle herkesin erişebileceği şekilde evrenseldir. Buradaki Daimon, öznel irade ile aynı değildir hatta çoğu zaman çelişir. O devirde  öznel irade Yunanlılar’ın hiç alışık olmadığı bir kavramdır. Aslında bu, Sokrates’in başlattığı ve daha sonra gelecek felsefeciler tarafından geliştirilecek olan devrimci bir süreçtir. Platon’a göre Daimon, olumsuzdur ve Kierkegaard bu konuda onunla hemfikirdir. Xenophon ise hem olumlu, hem de olumsuz olabileceğini söyler.

Hegel, Sokrates’e verilen cezanın o günün tarihsel koşulları ve anlayışında doğru olduğunu söyler. Oracle yerine öznel iradeyi koymak, yeni bir Tanrı anlayışına karşılık düşer. Gençleri bu öznel iradeyi kullanarak özgür seçim yapmaya teşvik etmek de toplum değerlerine ters düştüğünden o günün anlayışında, o toplum içerisinde cezalandırılmayı hak etmiştir. Kierkegaard, Sokrates’in devrimci fikirleri ve söylemleri nedeniyle öldürülmesi konusunda Hegel ile aynı görüştedir.

Kierkegaard için Sokrates, yaşamı, savunduğu değerler ve ölüm şekli açısından İsa ile benzerlik göstermektedir. Sokrates’in sofistlerle olan çatışmasını İsa’nın  Ferisilerle olan çatışmasına benzetir. “ Ben yolum, hakikatim ve yaşamım. “ diyen İsa’nın sözlerine vurgu yaparak  der ki “olumsuz ironi yoldur, hakikat değildir ama yoldur”  Sokrates’in olumsuzlama yöntemi ile Hristiyanlığın çelişkilerine çözüm bulmayı hedeflemiştir. “ Ruhunu kurtarmak isteyen herkes onu kaybetmelidir.” diyerek Hıristiyan olmak için olumsuzlama yöntemi ile kendi içine geri dönmenin gerekliliğini vurgular.

Tanrı sırlarının nesnel formda değil ancak içsellikle benimsenerek öğrenilebileceğini vurgular: “ Günümüzde yalnız insan yarışının sırrı hakkında değil , hatta Tanrının sırrı hakkındaki bilgi öylesine  kelepir fiyata sunulmuştur ki bu  pek şüpheli görülmektedir. Çağımızdaki gelişmeler hakkındaki  sevincimizde  gelişmelerin , kişinin kendisine ait olmadıkça kıymetsiz olduğunu unuttuk .” Burada Sokrates’in sunduğu “Öznel Bilmenin Önemi “örtük olarak çağrıştırılmaktadır.

Özgürlük, yabancılaşma ve görelilik … Modern dünyanın sorunları olan bu üç kavramın değerlendirilmeye başlaması Sokrates’ten sonradır. Kierkegaard, modern çağın anlam yitimi olarak sunduğu nihilizm üzerine çalışır. İroni Kavramında “modern ironi” olarak adlandırdığı kavram modern nihilistlerin yaklaşımına benzer.

Kierkegaard, modern ironiyi Alman romantikleri olan (Schlegel, Tieck, Solger ) ile ilişkilendirir. Romantikler de aydınlanmayı eleştirmekte ironiyi kullanmışlardır. İronici, tüm gelenek ve adetleri reddeder. Kierkegaard bunu Hegel’in  “öznel özgürlük “ tanımıyla şöyle vurgular: “İroninin en göze çarpan özelliği öznel özgürlüktür ki her zaman başlama olasılığı gücünü taşır ve önceki durumlardan etkilenmez. “  

Hegel, Sokrates’in tarihsel olarak öznel özgürlüğü geliştirmeye başlayan ilk kişi olduğunu, Kierkegaard ise kendisinin, yaşadığı dönemde bunu yinelediğini söyler. Öznel özgürlüğü, gelenekleri yadsıma yoluyla kendi gerçekliğini yaratma olarak ortaya koyduğu şiirsel yaşam olarak tanımlar: “şiirin ne olduğunu sorarsak  onun dünyaya karşı elde edilmiş bir zafer olduğunu söyleyebiliriz; bu şiir mükemmel olmayan gerçekliğin olumsuzlanması yoluyla daha üst bir gerçekliği açar“ .

Hegel, romantiklerin ironiyi alaycı ve küçümseyici bir tavırla kullanmalarını eleştirir. Ona göre Sokrates için asıl amaç yıkmak değil, gerçeğe erişmektir. Kierkegaard, bu konuda Hegel’e hak verir: “burada bu ironinin tümüyle gerekçesiz olduğunu da algılarız ve Hegel’in bunlara karşı hasmane tavrı tamamiyle doğrudur.“

Kierkegaard ,İroni Kavramı kitabının son bölümünde romantiklerin bu yaklaşımına karşı ironiyi gerektiğinde kullanma olarak tanımladığı “kontrollü ironi “ fikrini ortaya atar. Romantiklerin, kendilerini yaratma girişimlerini yakalamak için kullandığı “şiirsel yaşam” kavramı, kurulu düzen ve adetlere uyan ama eleştirmekten de geri durmayan ironicinin yaşamıdır.

“ Çağımızda bilim ve eğitim için şüphe duymanın önemi hakkında çok konuşulmaktadır , fakat bilim için şüphe neyse, kişisel yaşam için de ironi odur. Bilim adamlarının şüphe olmadan gerçek bilim olamayacağı çıkarsaması gibi ironi olmadan da içtenlikli bir insan yaşamı olmayacaktır. “ derken “sorgulanmamış yaşam , yaşanmaya değmez “ diyen Sokrates ile aynı fikirdedir.

Kierkegaard ‘ın “dünyanın  bütünsel görünüşü “ diye adlandırdığı fikir, sanatsal düzeyde  Shakespeare, Goethe ve Heiberg’de açığa çıkar.

Kierkegaard için asıl önemli olan ise sezgisel ironidir. Belirli bir kişi ya da kurum yerine tüm kültürü, yaşam şeklini olumsuzlamayı temel alır. Hegel’in tanımıyla bu çeşit ironiyi “sonsuz mutlak olumsuzluk “ olarak değerlendirir. Kierkegaard’ın Hegel’e yönelik bir diğer eleştirisi tarihsel olaylara kuşbakışı bir yaklaşımla detaylarla ilgilenmeyip yalnızca kavramsal sistematik yapı üzerinde duruşudur. Ona göre Hegel, Sokrates’in kendisinden sonraki süreci gözlemleyerek olumlu bir yol izler. Oysaki o, Sokrates’in geleceğe değil, geçmişe baktığını savunur.

Kierkegaard’ı öğrenciliği sırasında etkileyen Heiberg, Berlin’de Hegel’in öğrencisi olmuştur. Kendisini çok etkileyen hocasını Kopenhag’a döndüğünde tanıtmayı görev edinmiştir. Yaşadıkları dönemin tarihsel süreç içerisinde kriz çağı olduğunu fark ederek aydınlanma sonucunda öznellik, görelilik ve nihilizm yaşayan toplumun çöküş aşamasında olduğunu söyler. Heiberg gibi Kierkegaard da bu krizden çıkmayı peygamber tavırlı kişilerle ilişkilendirir. Heiberg için Hegel ve Goethe çağın böyle önderleridir.

Kierkegaard, ironiciyi içinde bulunduğu krizi sezen ama gelecek için öngörüsü olmayan kişi olarak tanımlar. O,” dünya sürecinin istediği kurban ” dır. Geleneksel yapıdan bağımsız olduğu için de onu  “olumsuz özgür” diye adlandırır. Kendisini de yaşadığı devrin kurbanı olarak gördüğü için takıntılı bir şekilde İsa gibi 33 yaşında öleceğine inanmıştır. Bu nedenle de 33 yaşı bitmeden çok önemli gördüğü çalışması “Bilimsel Olmayan Dipnotlarının Sonuçlanması”nı yazar.34 yaşına geldiğinde ise öylesine şaşkınlık içindedir ki yanlışlık olduğunu düşünerek doğum kayıtlarını inceletir.

Yazarlığının başlangıcı olarak tanımladığı Ya/Ya da adlı kitabı basıldıktan 8 ay sonra aynı günde üç kitap yayınlar: “Tekrarlama ”, “Korku ve Titreme”, “Üç Eğitici Söylev“. Bunlardan ilk ikisini takma isimle yayınlamıştır.

Ya/Ya da adlı kitabında Hegel’in orta terim ya da sentez arayışını reddeder. “Evlen, pişman olursun. Evlenme, gene pişman olursun. Evlen ya da evlenme her iki durumda da pişman olursun. “  diyerek durumun saçmalığını vurgular. Karşıtlıkların çözülmesine gerek olmadığını söyler. Heiberg, bu kitabı hacmine nazaran bir canavar olarak eleştirir.

Korku ve Titreme’de Eski Ahit’teki kurban hadisesini ele alır. Burada evrensel ile bireysel arasındaki çelişkiye işaret edilmektedir. Ona göre etik, verili adetlerimizden öğrendiklerimizdir ve evrenseldir. Bunların aksine davranmak, günahtır. Evrensel etik için insan hele de evlat öldürmek kabul edilemez. Ayrıca İshak, İbrahim’in tek oğludur. O ölünce aşiretin de sonu gelmektedir. Tüm bu can sıkıcı gerçeklere rağmen öldürme emrini uygulamayı göze alır. Burada etik değerlerin teolojik amaçlı baskılanması konu edilmiştir. “İnanç, özellikle de bireyin kendisinin evrenselden yüce olduğu bu paradokstur  .”cümlesi daha sonra akademisyenler tarafından çokça tartışılmıştır.

Bir sonraki önemli eseri Kaygı Kavramı’nı eski öğretmeni olan ve “Sokrates’in sırdaşı” diye adlandırdığı Moller’e adar. Bu kitapta günah kavramından bahsedilir ve bunun akademik alanda konu edilemeyeceğini söyler. Vaazın gerçek doğasının ders vermek olmadığını, katılımcıların hakikati kendi kendilerine keşfetmek üzere sohbete, ya da vaaza katılması gerektiğini vurgular. Asıl olan içselleştirmedir ona göre ve şöyle söyler: “ Vaaz vermek sanatların en zorudur ve özellikle de Sokrates’in övüldüğü sanat, sohbet edebilme sanatı.

“Yaşam Yolundaki Aşamalar”  adlı kitabında günah ve bağışlama konularını sorgulayarak aracısızlık üzerinde durur. Hıristiyanlık algısının yanlış yönlendirildiğini düşünür. Asıl Hıristiyanlığın bireysel öznelliğe dayalı olduğunu, içsel olarak tutku ile anlamaya ve yaşamaya çalışmak olduğunu düşünür. Ona göre gerçek aşk, insanların özgürleşmesine, kendi ayakların üzerinde durmasına yardım etmektir.

Ölümcül Hastalık adlı kitabında 1848 kansız devriminin sonucunca Danimarka’da yaygın olan umutsuzluk kavramını işler ve çare olarak Hıristiyanlığı önerir. Aynı zamanda Sokrates’i rol model olarak alır.

“Sokrates, Sokrates, Sokrates! Evet, adını üç kere çağırabiliriz. Yardım edebilseydin on kere çağırmamız bile çok olmazdı. Popüler görüş dünyanın cumhuriyete, yeni bir sosyal düzene ve yeni bir dine gereksinimi olduğunu söylüyor. Ama kimse çok fazla bilgiyle kafası karışan dünyanın ihtiyacının Sokrates olduğunu düşünmüyor. “

Çağın gereksiniminin “İronik Etik Doğrulama” olduğu kanısındadır. Bu, Hıristiyanlığın çelişkili yanlarını yorumlamak yerine Sokrates tarzı bir cehalet yöntemini kullanmaktır.

Politik görüş olarak kraliyet yanlısıdır. “Bir Edebi Gözden Geçirme” adlı kitabında sınıf farklarının olması gerektiğini irdeler. Bu nedenle 1848’de Viyana’da başlayan devrime ihtiyatlı yaklaşır. Demokrasinin sonuçta topluma genel bir fikir dayatması olacağını ve çoğunluğun, azınlığın düşüncesini küçümseyeceğini öne sürer. Buna karşın kralın davetlerini geri çevirmiş ve onunla yakın ilişki kurmaktan kaçınmıştır. Yaşamının son yıllarında rahipler ve piskoposları ahlaksızlık, riyakarlık ve asıl mesajı bozmakla eleştirir. Onların lüks ve refah içindeki yaşamlarının İsa ve Sokrates gibi kurban edilme idealiyle bağdaşmadığını görür. Bu, ona göre Hıristiyanlığın gerçek yapısına uymaz. Son nefesi sırasında kutsal vaaz almayı reddeder ve rahiplerin kralın hizmetçileri olduğunu, Hristiyanlıkla ilgileri olmadığını söyler. Bu nedenle cenazesine çoğunlukla Kopenhag sokaklarında konuştuğu alt tabakadan insanlar katılır.

Varoluşçular kendi okullarının atası olarak Kierkegaard ‘ı görürler. Özgürlük, yabancılaşma, irade, anlam arayışı, keder, endişe konusundaki analizleri Jean-Paul-Satre, Albert Camus, Simone de Beauvoir, Gabriel Marcel, Martin Heidegger gibi düşünürler üzerinde etkili olmuştur.

Jacques Derrida, Gilles Deleuze, Jacques Lacan, Jean Baudrillard ve Paul de Man gibi tümdengelim ve post-modern akım yazarları da onun yazılarından etkilenmiştir.

Teologlar ve Protestanlık, Katoliklik, Yahudilik gibi çeşitli din ve mezheplerden insanlar da onun etkisi altındadır.Karl Barth, Emil Bruner, Paul Tillich ve Rudolf Bultmann gibi yazarların öncülük ettiği eytişimsel teoloji hareketini de etkilemiştir.

Edebiyat alanında Thomas Mann, Rilke, Kafka, İbsen, Strinberg ve Joyce yazılarında Kierkegaard’dan etkilenmişlerdir.

Bu nedenle onu belirli bir düşünce okuluna indirgemek doğru olmaz. Kierkegaard, farkındalığı şekillendirdiğinin farkında olmanın düşünürüdür.Gayesi “düşüncenin kendisinin düşünemeyeceği bir şey keşfetmeyi istemek “ tir.

Suna Öztürk
+ Son Yazılar