Alıntılayan: Ayfer Akbaşoğlu
Güzel sanatı uzak bir kaidenin üzerine koyarak yüceleştirmiş etmenler, sanatın kendi alanı içinde doğmadıkları gibi, etkileri de sanatlarla sınırlı değildir. Birçok insan için, “manevi ve ideal” olanı bir huşu ve gerçekdışılık aurası sarar. “Madde” ise, aksine, değersizleştirici bir terim halini almış, kendisi için mazeret veya özür dilenmesi gereken bir şey olmuştur. Resim sanatıyla ilgili en yaygın yanlış anlaşılma çizimin doğası konusundadır. Tanımayı öğrenmiş, fakat estetik biçimde algılamayı öğrenmemiş olan gözlemci bir Boticelli, El Greco veya Cezaine tablosu karşısında durduğunda “Ressamın çizmeyi hiç öğrenmemiş olması çok yazık” diyecektir. Oysa çizim sanatçının en güçlü tarafı olabilir. Çizim genelde ifade ediciliği sağlamanın bir aracı değil ama çok özel bir ifade değeridir. Çizim dışarıya çıkarmaktır.
İnsan belleği çok tuhaf! İnsanın yüzünden içeriye bakmak öyle büyülü bir penceredir ki… Bu en çok da görece sanatçıların işi diyebiliriz. Bazen bir kompartımanda camdan yansıyan insan yüzü aklınıza kazınır, bazen de yıllardır birlikte yaşadığınız birini kısa bir süre görmez, yüzünü unutuveririz, ya da kimi zaman öyle âşık olmuşsunuzdur ki onun yüzü ile yatar onun yüzü ile kalkarsınız, fakat ayrılınca ne kadar uğraşsanız da yüzünü gözünüzün önüne getiremezsiniz, geriye sadece imi kalmıştır. Silindi sandığımız bazı yüzler de bir kelime, bir koku, bir şarkı ile birdenbire beliriverir. İnsan belleği muazzam bir saklayıcıdır.
Ressam insan portresini çalışırken ansızın dönen bir rüzgârgülü misali formdan forma dönerek, duygudan duyguya geçerek, modelin özünü çekip çıkarır. Aslında ressam bir alıcıdır, yaratma gibi görünen eylem ise aldığına biçim verme işidir.
İnsan öldüğünde ise geride kalanlara bir boşluk, bir uzam bırakır. Bu uzamın sınırları vardır ve ardından yas tutulan her kişi için farklıdır. Bu uzam kişinin suretidir ve canlı bir porte yapan sanatçının aradığı tam da budur işte, görünmez bir suret bırakmıştır geride. Sanatçı canlı modelle çalıştığında gözlerine, yüzüne dikkatle bakar, her detayını inceler, görüntüyü adeta zihnine nakşeder ve artık gözlerini kısmaz, kapatır ve poz verene dair aklında kalan şeyin portresini yapmaya başlar.
Van Gogh, Theo’ya mektuplarından birinde şöyle yazar: “Duygular bazen öyle güçlüdür ki, insan çalıştığını bilmeden çalışır, fırça darbeleri bir konuşmadaki veya bir mektuptaki sözcükler gibi art arda ve birbiriyle uyumlu olarak gelir.” Fakat böyle olgunlaşmış duygular ve kendiliğinden ifadeler yalnızca nesnel durumlara ilişkin deneyimleri çok yaşamış, ilgili malzemeyi gözlemlemekle uzun zaman uğraşmış ve görüp işittiklerini imgelemlerinde canlandırmakla uzun zamandır meşgul olanın payına düşer. Aksi takdirde, öznel ve sanrısal olanın düzen taşıyan bir ürün sanıldığı cinnet hali gibi bir şey yaşanır. Yanardağ patlaması bile öncesinde uzun bir sıkışma gerektirir ve eğer patlamayla yalnızca ayrı taş ve küller değil ama ergimiş lav da püskürürse zaman baştaki ham malzemeler dönüşmüş demektir.
Kaynaklar
John Dewey, Deneyim Olarak Sanat, Vakıfbank Kültür Yayınları
Vincent Van Gogh, Theo’ya Mektuplar, Yapı Kredi Yayınları