Bu yazı 10 Nisan 2012
tarihinde leibriz.com web sitesinde yayınlanmıştır.
Vincent van Gogh… Üniversitenin ilk yarıyılında, Ankara Resim Heykel Müzesi’nde sergilenen Wuppertal, Von Der Heydt Müzesi Koleksiyonu’ndaki “Patates Ekimi” adlı resmini görüp karşısından ayrılamadığım ve araştırdığım; “Doctor Who” adlı İngiliz bilim-kurgu dizisinin 5. sezonunun 10. bölümünde değişik açıdan yansıtılan Hollandalı ressam. 1880 – 1890 yılları arasındaki en bilinen çalışmalarını animasyon, sinema teknikleri ve surround ses sistemiyle, çok ekranlı dev boyutlu gösteriyle sunan Van Gogh Alive Dijital Sanat Sergisi’yle, NASA’nın hazırladığı videoda okyanuslardaki akıntıların görüntülerinin onun “Yıldızlı Gece” adlı resmine benzemesiyle ve çok bilinen yapıtı “Ayçiçekleri”nin genetikçiler tarafından incelenmesiyle gündeme gelen sanatçı…
İçindeki var olma ve var olamama bunaltılarıyla yaşayan, 19. yüzyılın yazgısı en trajik sanatçılarından biri. Bunaltılarının nedeni hiçbir işe yaramadığına olan inancı, bir şeyler yapma, bir çıkış bulma isteğidir. Sıkıntılıdır, huzursuzdur ve yalnızdır ama resimleriyle sevinç uyandırmaya, hüzünleri neşeye ve yalnızlığı birlikteliğe döndürmeye çalışır. İnsanların kederli ve yoksul hallerinden etkilenir. Acı çekenlere ilgi duyar; içinde yaşadığı dünyaya yabancı ve uyumsuz hisseden bütün melankolikler gibi. Hiçbir zaman hiçbir şeyi başaramayacağına olan inancı, içine yönelmesi, kendisinden kuşku duyması, yaşamına son vermesidir onu melankolik yapan. Hiçbir şey yapmayan, sadece derin düşüncelere dalan melankoliklerden ayrılan yanı ise “Başarısız bir şey yapmayı boş oturup hiçbir iş yapmamaya yeğlerim” sözünden anlaşılır. İçine sıkıntı bastığında hemen bir şeyler çizer, böylece uzaklaştırmaya çalışır karamsar düşünceleri.
İçindeki var olma ve var olamama bunaltılarıyla yaşayan, 19. yüzyılın yazgısı en trajik sanatçılarından biri. Bunaltılarının nedeni hiçbir işe yaramadığına olan inancı, bir şeyler yapma, bir çıkış bulma isteğidir. Sıkıntılıdır, huzursuzdur ve yalnızdır ama resimleriyle sevinç uyandırmaya, hüzünleri neşeye ve yalnızlığı birlikteliğe döndürmeye çalışır. İnsanların kederli ve yoksul hallerinden etkilenir. Acı çekenlere ilgi duyar; içinde yaşadığı dünyaya yabancı ve uyumsuz hisseden bütün melankolikler gibi. Hiçbir zaman hiçbir şeyi başaramayacağına olan inancı, içine yönelmesi, kendisinden kuşku duyması, yaşamına son vermesidir onu melankolik yapan. Hiçbir şey yapmayan, sadece derin düşüncelere dalan melankoliklerden ayrılan yanı ise “Başarısız bir şey yapmayı boş oturup hiçbir iş yapmamaya yeğlerim” sözünden anlaşılır. İçine sıkıntı bastığında hemen bir şeyler çizer, böylece uzaklaştırmaya çalışır karamsar düşünceleri.
Dünyada kendisini
alçalmış, sevgilerden uzaklaşmış görür. “Yararsızlığının elinde olmadığını,
yazgının çizdiği olaylar dizisi sonucu bir kafese tıkıldığını, bir şeyler yapmak,
insanlara ve dünyaya yararlı olmak istediğini ama bunun yolunu bulamadığını”
yazar, Theo’ya Mektuplar’ında. Daha sonra yapacağı işi bulur ve kendini
tamamıyla ona adar büyük bir tutkuyla. İnsanı eyleme sürükleyen bir içsel
sessizliğin olması gerektiğini ve yoğun bir çalışmayla başarıya
ulaşılabileceğini savunur.
Resimde onu
yaşamdan koparıp alacak yolu ve karanlığın içindeki ışığı arar. Yaşamı sadece
resimdir. İçindeki onu yakan ateş renklerle ifade bulur. Coşkusunu, içinde
kopan fırtınaları, yoğun hislerini portrelerine böylesine yansıtan başka bir
ressam daha var mıdır? Kendisiyle durmadan hesaplaşan, bir türlü emin olamayan,
kardeşinin eline bakmaktan dolayı sürekli ezik ve hassas olan ama gittiği,
inandığı yoldan vazgeçmeyen, kendini hep savunmak zorunda hisseden,
çevresindekiler tarafından anlaşılamamış, deli ve çılgın deyip geçilmiş bir Van
Gogh. İnsanların onu işe yaramaz olarak görmesinden müthiş rahatsızlık duyup
derin umutsuzluklarla mücadele eden onurlu bir Van Gogh. Acıları, huzursuzluğu,
arayışları, hırsı, tutkusu, sonsuz yalnızlığı, sevgiye açlığı, yoksulluğu,
yaptığına duyduğu saygı, kısa yaşantısına sığdırdığı onca yapıtı, erkek kardeşi
Theo’ya yazdığı mektuplar, hastalığı, krizleri, bir tas çorba ile boya tüpü
arasındaki seçimleridir onu Van Gogh yapanlar. “Çoğu zaman 30 yaşında
olduğuma inanamıyorum. Çok daha yaşlı hissediyorum kendimi. En çok beni
tanıyanların çoğunun bana ‘rante’ gözüyle baktıklarını düşündüğümde ve bazı
şeyler değişmezse belki de haklı çıkacaklarına inandığımda içim kararıyor,
sanki bu şimdiden gerçekleşmişçesine bir umutsuzluğa kapılıyorum.” “Acı duymak
gülmekten iyidir, zira acı insanın yüreğini arıtır.” “İnsanları diri diri
gömercesine kilitleyip çevrelerinde duvarlar örenin ne olduğu bilinmez ama yine
de birtakım duvarların, tel örgülerin, demir parmaklıkların varlığı hissedilir.
Bütün bunlar bir kuruntu, bir hayal midir? Sanmıyorum. Ve insan kendi kendine
sorar; Tanrım bu uzun süreli mi, temelli ve herkes için geçerli olan bir
ebediyet midir?”
İlk dönem karakalem çalışmalarında maden işçilerini, köylüleri ele alır, patates ekenleri, dokuma tezgâhı gibi konuları işler, bir yandan da koyu renklerle manzaralar resmeder. “Patates Yiyenler” bu dönemdendir. 1885 tarihli resimde konu iç mekânda geçen günlük yaşamdır. İşçiler kendi ektikleri patatesleri paylaşarak yerler. Tek ışık kaynağı olan yukarıdan sarkan lamba, patatesleri aydınlatır. Resimde yeşilin ve kahverenginin koyu tonlarıyla oluşan yabani patatesin tozlu rengi baskındır. Loş görünüm, insanların yüzleri ve yoksulluğu melankolik bir atmosfer yaratırken, mütevazı yemeğin paylaşımı ve sade ortam hoş, samimi ve sıcak. Çalışanları gözlemleyen Van Gogh da bilir yoksulluğun ne demek olduğunu. Kardeşine gönderdiği bir mektupta şöyle yazar: “Böyle devam ederse hedefime varamayacağım. Bu kadar uzun zaman aç kalmasaydım bünyem daha kuvvetli olurdu. Fakat her seferinde daha az çalışmak ya da aç kalmak şıklarından birini seçmem gerektiğinde ben hep aç kalmayı tercih ettim. Bir insan buna nasıl dayanabilir? Açlığın etkisini resimlerimde öylesine görebiliyorum ki geleceğim için kaygılanıyorum.”
“Ren Nehrinde Yıldızlı Bir Gece” (1888) adlı
manzarasında yıldızlı gecenin görünümü göz kamaştırıcıdır. Işık saçan
yıldızlar, kıyıdan denize vuran yapay ışıklar ve lacivertle mavi tonları resmin
bütününe yayılır. Ön planda yürüyen bir çift görülür. Erkek olanı kızıl
saçlıdır. Ömrü boyunca yalnız olan ressam gerçek hayatta asla bulamadığı eşini,
resimlerinde hep yanında çizer. Figürler manzarada çok küçük ve yüzleri
seyredene dönüktür. Bir mektubunda “Gece manzaralarını ve gece ortamının
özelliklerini, gecenin gerçek karanlığı içinde ve yerinde tuvale aktarma sorunu
beni her taraftan kuşatmakta” diye yazar. Gökyüzündeki yıldızlara gitmek
için ölümün bir araç olduğunu belirtir. Ölümle ulaşılan yıldızların erişilir
olabileceğini düşünür. Gece karanlıktır, korkudur, ölümdür, uykudur,
yalnızlıktır, hüzündür.
Van Gogh Japon baskılarının güçlü renklerinden, dekoratif tasarımından ve düz perspektifinden etkilenerek çiçek açan ağaç resimleri ve manzaralar yapar. Doğanın renklerine yer verirken paleti de aydınlanır. Canlı ve parlak renkler kullanır. Yeğeni Vincent için yaptığı ve yeni bir hayatı simgeleyen “Çiçek Açan Badem Ağacı” (Şubat 1890) adlı resmi aydınlık, huzurlu ve yalın görünümüyle Japon tarzına örnektir.
“Bulutlu
Göğün Altındaki Buğday Tarlası” (1890) için,
“Bunlar kasvetli gökyüzünün altında uzanan uçsuz bucaksız buğday
tarlaları… Derin kederi ve sonsuz yalnızlığı ifade etmekte zorlanmadım”
diye yazar. Ancak ona göre üzüntü ve üzgün yine de iyileştiricidir ve
neşelidir. Resmin yarısından çoğunu kaplayan koyu mavi tonlarla oluşturulan
gökyüzü altında sarılar, yeşiller ve beyazlarla ışıklandırılmış tarlalar
uzanır. Önde birkaç küçük gelincik başı vardır. “Kanımca somurtkan yeşil
renkler toprak rengi tonlarıyla iyi bir uyum içinde; bunda sağlıklı ve bu
yüzden itici bulmadığım bir üzüntü havası var.”
Aynı yıla tarihlenen “Buğday Tarlası ve Kargalar”da yine karanlık bir
gökyüzüyle karşılaşırız. Van Gogh bir kez daha üzüntüyü ve yalnızlığı vurgular.
Geniş tarladan üç farklı yol ayrılır. Seyreden resmin köşesinde veya tarlada
patikanın sonunun ve ufkun nerede olduğunun bilinmezliğiyle sarsılır.
Tarlaların perspektif kurgusu tersine dönmüştür. Çizgiler resmin önünde
kavuşmak için ufuktan kaçar. Sanatçı bu çalışmasında ufka doğru yükselen iki
yolun böldüğü buğday tarlasının –üçüncü yol resmin sağ alt köşesindedir–
karşısında yere çöküp önce sola sonra sağa iki kez ateş eder. Fırtınalı alçak
gökyüzünde ölümü simgeleyen kargalar uçuşur. Belirgin mor fırça vuruşları
dikkati hemen çeker.
29 Temmuz 1890’da
kendini vuran** Van Gogh iki gün sonra hayata veda eder. Ölümünden sonra üzerinde
bulunan ve kardeşine yazdığı ama göndermediği mektupta “Kısaca sanat uğruna
hayatımı tehlikeye atıyorum ve bu yüzden aklımın yarısını yitirdim,” diye
yazılıdır.
Notlar:
* Yeniden düzenlediğim bu araştırmam ilk olarak 21 Mayıs 2001’de Hürriyet’in şu
anda yayında olmayan internet dergisi Agora‘da yayınlanmıştır.
** Son
sözleri “imkânsız, imkânsız”dır.
Kaynaklar:Edgü,
Ferit, Van Gogh Yüz yıl Sonra, Ada Yayınları, İstanbul, 1990
Frank,
Herbert, Van Gogh, Alan, İstanbul, 1985
Vincent Van
Gogh, Theo’ya Mektuplar, çev: Pınar Kür, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul,
1996
Walther,
Ingo, F. Vincent Van Gogh, Vision and Reality, Benedikt Taschen, Köln,
1993