-Bu yazı 11 Haziran 2015 tarihinde leibriz.com sitesinde yayınlanmıştır.-
Franz Kafka (1883-1924) romanlarında 20. yüzyıl başında modern hayatın getirdiği yalnızlığı, yabancılaşmayı, anlamsızlığı ve içsel huzursuzlukları simgesel ve karamsar bir bakış açısıyla aktarır. O yıllarda ekspresyonist ressamlar da çağın olumsuz ve yozlaşmış yanlarını toplumsal bir eleştiriyle resimlerinde yansıtırlar. Yargı, Dava, Şato, Dönüşüm, Açlık Sanatçısı, Ceza Kolonisi, Amerika vb. kitapların yazarı Kafka, Çek kökenli olmasına rağmen ana dili Almancadır. Babasının isteği üzerine hukuk eğitimini tamamlar. Pek çok hikâyesinde yer verdiği babasının baskıcı ve otoriter kişiliği, Kafka’nın kendine yönelik eleştirilerinde aşırıya kaçmasına, korkular, çelişkiler ve bunalımlar yaşamasına yol açarken, dünya ile kurduğu ilişkiyi de belirler. Ailesiyle kaldığı evdeki küçük odası iç tedirginliklerini gizleyebileceği, daha da çökkünleşeceği bir sığınaktır. Yakasını bırakmayan, yabancılaşmanın kenti Prag gibi melankolik ve hafif kasvetli bir yerde yaşıyor olması da ruhsal durumuyla örtüşür. Aslında Kafka hiçbir yere ait değildir. Her zaman bir yabancıdır ve ötekidir. ”Yapamıyorum, kendi yaşamımın saldırısına, kendi kişiliğimden kaynaklanan istemlere, yaşın ve zamanın yıpratmalarına, yazma tutkusunun belli belirsiz zorlamalarına, uykusuzluğa, deliliğin sınırına varmaya dayanamıyorum. Bütün bunları yalnız başıma taşıyabilecek güçte değilim.”
Babasının kendisini beceriksiz bularak küçümsemesi sonucu bir iç hesaplaşma olarak yazdığı Değişim –Dönüşüm– romanında ailesinin geçimi için gezgin bir satıcı olarak çalışan Gregor Samsa, bir gecede dev bir hamamböceğine dönüşür. Bedenini ve ruhunu bütünüyle adayarak sekiz saatte yazdığı ve bir karabasan olarak değerlendirdiği Yargı adlı öyküde; bir tüccarın oğlu olan Georg Bendemann evi terk eder ve kendi yolunu çizmeye karar verir. İnsanların yazgısının konu edildiği Dava’da, Josef K. 30. yaş gününün sabahında nedeni belirsiz bir suçtan dolayı sanık olduğunu öğrenir. Kendisini neye karşı savunacağını ve cezasını bilmez. Amerika’da Karl Rossmann’ın fırsatlar ülkesindeki arayışlarındaki çaresizliği melankolik biçimde ele alınır. Kafka’nın kahramanları kapitalist ve bürokratik otorite tarafından kuşatılırken, bir yandan da derin bir ezilmişlikle utanç ve suçluluk duygusu altındadırlar. Kara mizah ve grotesk durum çelişkilerle ortaya çıkar. Kadastrocu K’nın bir okulda hademe olarak işe başlaması ve yüksek bir konuma gelebilmek için bürokrasiye karşı verdiği bireysel mücadelenin anlatıldığı Şato’da, iktidar sahiplerinin ve yüksek makamlardakilerin soyut güçleri onursuz bir konumda, gülünç ve ironik olarak gösterilir.
Yaşadığı dönemde pek anlaşılmayan Kafka’nın yazıları ekspresyonist dergilerde, gazetelerde ve yayınevlerinde yayınlanır. 6 küçük kitabı basılır. 41 yaşında hayata veda etmeden hemen önce, Prag edebiyat çevresiyle tanışmasını sağlayan yirmi yıllık arkadaşı Max Brod’dan yayınlanmamış yazılarını yakmasını ister. Brod bu isteği yerine getirmenin aksine arkadaşının romanlarını, kısa hikâyelerini ve günlüklerini yayınlar. Kafka’nın Max Brod sayesinde günümüze ulaşan az sayıda desenleri ve kendi tanımıyla ‘karalamaları’ da vardır. Yazılarında ön planda olan endişe, hapsedilmişlik hissi, acı çekme, utanç duyma, bunaltı, yalnızlık, başkaldırı, iç ve dış dünya çatışması; hızlı, kıvrak ve en az hareketlerle oluşturduğu desenlerinde de tekrarlanır. Çizgilerdeki sadelik, keskin hatlar ve tek renk olarak siyah kullanımı anlatılmak isteneni ön plana çıkarır ve kederli ifadeyi güçlendirir.
Gustav Janouch’ın Kafka ile Konuşmalar kitabında Kafka, çizimlerinin eski, köklü ve derin tutku kalıntıları barındırdığından söz eder. Bu tutku kâğıt üzerinde değil, kendi içindedir. Görmek ve gördüğüne tutunmak ister. Tutkusu budur. “Sanat, kişiliğin tümünü ilgilendiren bir sorundur. Onun için de aslında trajik nitelik taşır… Sanat, sanatçı için, acı çekmedir ancak; yeni acılar için rahatlamasını sağlar. Sanatçı dev değildir; varlığının kafesi içinde, oldukça parlak tüylü bir kuştur ancak.”
“İnsanların çoğu bireysel sorumluluğunun farkında olmaksızın yaşarlar; bütün mutsuzluklarımızın asıl çekirdeği işte burada gibime geliyor… Günah, kendi öz görevi karşısında insanın gerilemesidir. Anlayışsızlık, sabırsızlık, ihmal: İşte günah bu. Yazarın görevi, bir kenara bırakılmış ve ölümlü olan şeyi sonsuz yaşama götürmek; rastlantıyı, yaşama uygun bir şeye dönüştürmektir.” Kaynaklar: 1- Camus, Albert, Sisifos Söyleni, çev: Tahsin Yücel, Can Yayınları, İstanbul, 1997 |