Okuma süresi: 12.5 mintues

Yunan mitolojisi ikibin yıldır batı dünyasını cezbetmektedir. Bu cazibenin kaynakları çok yönlüdür, fakat en önemlisi onun Yunan dini ve felsefesiyle yakınlığı ve bütünleyici bağdaşmasıdır. Tanrılar ve tanrıçalar, mitler, filozoflar, bilim adamları, şairler, tiyatrocular hepsi birlikte bizim Avrupa tininin resimli ve desenli geniş halısının ipliklerini ve bağlarını oluşturarak dokunmasına yardımcı olmuşlardır.

Mitoloji genellikle tanrıların ve tanrıçaların insanüstü nitelikleri, etkinlikleri, insan dünyasıyla ve insanlarla karşılıklı etkileşimleri üzerinde odaklanır.

Antik zamanlarda zorunluluk ve saygıdan dolayı tapınılan nesneler vardı. Bulaşıcı hastalıklar, zelzeleler, seller ya da savaş yenilgileri, hangi biçimde olursa olsun bütün felaketler, tanrının kutsal yasalarının çiğnenmesi ya da tapılan bir tanrının ihmal edilmesi veya değersizleşmesinin doğrudan sonuçları olarak yorumlanıyordu. Bir yasanın çiğnenmesinden dolayı cezalandırılma fikri birçok kültürde bulunur. Bu fikir, acının hiçbir çeşidinin sebepsiz ya da rastlantısal olmadığı anlayışının, insan bilincinde doğuştan var olduğunu düşünmemize yol açar. Dolayısıyla acının varoluşu, şu ya da bu şekilde, insanların sorumluluğudur.

Yunan tanrıları dendiğinde biz Olympos’taki oniki tanrıyı düşünürüz, fakat birçok başka tanrı (Olympialılardan çok daha önceki zamanlardan), çok sayıda yarı-tanrılar, kahramanlar, nehir ve ormanlarda vb. yaşayan dişi tanrılar vardır.

Yunanlılar, deytilerin (yarı tanrı ya da ilah gibi ç.n) var olduğuna bütünüyle inansalar da, tapınma ritüellerini sürdürseler de ya da bu olağanüstü varlıkların varoluşunu akla uygun hale getirmeye çalışsalar da, her zaman onları anlama çabası içinde olmuşlardır.

Deytilerin varoluşunu açıklama girişiminde bulunmuş iki düşünce okulu vardır. İlk olarak, İsa’dan önce beşinci yüzyılda yaşamış bir yazar olan Theagenes, tanrıların ve mitlerin, doğal görüngülerin ya da insan yeteneklerinin sembolleri olduklarına inanıyordu. Onlar sembolik ya da o türden bir şeydiler.

İkinci olarak, İsa’dan önce üçüncü yüzyılın başlarında bir başka Yunanlı yazar, Euhemerus, “Kutsal Yazı” isimli kitabında mitlerin geçmişte gerçekleşmiş olayların betimlemelerini abarttıklarını ve tanrıların, tanrıçaların tarih içinde yöneticilik yapmış insanlar olduklarını, şükran duygusuyla deytileştirildiklerini açıklamıştır. Onların edimleri ve başarıları zaman içinde “kutsal gelenek” olmuştur. Tarihin çarpıtılmasıyla mitlerin düzenlendiği anlayışı, kendisinden sonra “euhemerism”olarak isimlendirilmiştir.

Antik Yunan mitolojisinin ve özellikle felsefesinin Rönesans üzerinde, Rönesans düşünürlerinin, ressamlarının, şairlerinin ve yazarlarının üzerinde ilhamlar şeklinde geniş tinsel etkisi olmuştur. Kilitli Avrupa zihni için Rönesans büyük bir anahtar olmuş, onu açarak bilim, insanlık, din ve siyaset alanlarında yeni bakış açıları kazandırmıştır.

Gelin Çağdaş Avrupa’dan ilk Avrupa tanrılarına dönelim. Onların Antik Yunan ülkesinde oturdukları söylenir. Pantheon’un en meşhur kişisi Apollo’dur, vahiy ve ışığın (nurun), düzen ve dengenin tanrısıdır. Özellikle halkın içinde ya da tanrılar ve ölümlüler arasında huzur ve uyum kurulması için yardımı istenen tanrıdır. Bu uyum ya da huzura ulaşılması, bir insanın kendisinden başlamaktadır. Delphi tapınağının kapısının üzerinde “Kendini bil” diye yazılıdır. Bir diğer kabartma yazıda “Herşey geçicidir” diye yazar. Bu söz de uyum ve huzura giden bir başka yöntemi gösterir.

Apollo’nun yaşam oyununun kurallarını bildiğine inanılır. Aynı zamanda kötülüğü yok eden olarak da bilinir ve antik tiyatrocu Aeschylus onu “göksel Baba’nın(1) (Zeus) yeryüzündeki temsilcisi olarak tanıtır. Delphi’de Baba’sının tanınmasını sağlayan Apollo’dur. Aynı zamanda “Babasının gözleri” olarak bilinir ve onun peygamberliği (önceden bildirmesi) ilham ve vahiyleri aracılığıyla halk uyarılır.
…niçin Krishna’yı anımsattığını açıklayabilir. Her ikisi de güzel genç adamlardır, her ikisi de bir müzik aleti (lir ve flüt) çalmaktadır, her ikisinin de çevresinde genç kadınlarla (muses ve gopis) vardır. Yine her ikisi de varoluşun kutsal bir yeriyle bağlantılıdır (Hyperboreans ve Satyugal).

Yunan panteonunun geri kalan kısmına dönersek, bütün deytilerin detaylarına inebilmek olanaksızdır, fakat çok meşhur olan ikisine bakabiliriz. Zeus, en yüce (supreme) tanrı, ve onun meşhur kızı Athena, hikmet tanrıçası.

Zeus, tanrıların ve halkın babasıdır, Yunan deytilerinin evi olan Olympus Dağı’nda en güçlü olan odur. Buradan öfkesini çeken herhangi birisine buradan gök gürültüleri ve yıldırımlar gönderir. Onun hakkında anlatılan birçok hikaye (bu bağlamda diğer deytilerle ilgili olanlar da) hep “tanrı- sal”dır. Olympia’lıların çoğu öfke, adaletsizlik, dedikodu, ego, kıskançlık gibi insani özellikler taşırlar. İnsani zayıflıkların bu deytiler üzerinde sergilenmesi zamanın saygın düşünürlerinin eleştirilerine hedef olmuştur. Onlar bu mitik hikayelerin, tanrıların gerçek tanrısal doğalarındaki bozulma olduklarını düşünüyorlardı ve bu mitlerin yazarlarının hakikati yanlış temsil ettiğini ve bu tür mitlerin ciddiye alınmaması gerektiğini iddia ediyorlardı.

Kim olursa olsun, Zeus’un sözü, son söz olurdu. Onun kararlan kesin kanunlardı ve sonuçlarına katlanmadan hiçbir insan ya da hiçbir Tanrı bu kararlan değiştiremez ya da çiğneyemezdi. Bununla birlikte Yunanlılar, Zeus’un üzerinde olan ve “zorunluluk” ismini verdikleri daha yüksek bir değiştirilemez güce inanırlardı. Ebedi doğruluğa uygun olarak “olan, olduğu gibidir, ne olması gerekiyorsa olur” denilen, ebedi kozmik kanundur bu. Yüce Baba Zeus bile buna uyar. Her şeyin ötesindeki zorunluluk gücü fikri, Alman filozofu Leibnitz’in sözlerine şöyle yansımıştır: “Evren olduğu gibidir çünkü başka nasıl olabilirdi ki.”
Antik Yunan’daki bir diğer popüler deyti ise tanrıça Athena’dır. Apollo’nun, Zeus’un özel oğlu olması gibi, Athena da özellikle sevilen kızıdır. Hikmet tanrıçası olarak uygarlık sanatına yardımcı olur, savaşlarda koruyucudur, halkının koruyucusu ve eğiticisidir. Kendi özel şehri Atina’da, ona şükran duyan ve onu seven izleyicileri, kendisi için Batı dünyasındaki en görkemli tapınağı, Parthenon’u inşa etmişlerdir. Parthenon sözcüğü Bakirenin tapınağı anlamına gelir.

Bilginin insanı tanrılar gibi hikmetli yaptığı şeklinde bir felsefi düşünce olduğu gibi, Yunanlılarda “Altın Çağ” olarak adlandırdıkları bir kemalat (yetkinlik) zamanı olduğuna da inanılır. Bütünsel bir ütopya kavramı, Hebraic Eden Bahçesi fikriyle birlikte, Batı düşüncesindeki Cennet ya da Gökler fikrini büyük oranda etkilemiştir.

Yunanlı şair Hesiod, Altın Çağ’ı şöyle tanımlamıştır: “Her şeyden önce Olympus’ta evleri olan ölümsüz tanrılar, ölümlü insanların altın ırkını ürettiler. Onlar Cronus’un Cennetin kralı olduğu zamanda yaşadılar. Tanrılar gibi bu insanlar da kalpleri acıdan, zahmet çekmekten, kederden özgür; bütün kötülüklerin erişemediği bir yerde yaşadılar. Bütün iyi şeyler onlarındı. Onlar kolay ve huzurlu yaşadılar.”(2)

Antik bir inanç olarak, Mısırlılar, Romalılar ve Yunanlılar bu Altın Çağdan sonra insan soyunun evrimden çok bir dejenerasyon (bozulma) geçirdiğine inanmışlardır. Hesiod, Demir Çağının son ırkı üzerine konuşurken, “gücün hak olarak görüldüğünden, kardeşin kardeşle savaştığından, zahmet ve acı çekmenin sabit olduğundan söz eder.” Hesiod, hiçbir zaman böyle bir çağda doğmadığından dolayı tanrılara teşekkür eder.

Yunanlıların çok sayıda hikmet öğrendikleri ve birçok filozoflarının öğrenim gördüğü Antik Mısır’da da Altın Zaman inancı vardır. Mısırlılar için bütün yaşam, İlk Zaman’da, Yetkinliğin var olduğu (mücadelenin olmadığı, arzuların olmadığı, Ra tanrısının zamanında, ilk tanrıların zamanında) bir Altın Çağ’da yapılmış sözleşmede (Ahit) önceden belirlenmiştir. Birçok Mısır ritüelinin bu kaybedilmiş Altın Çağın kısmen de olsa yeniden kuruluşu çabası olduğu söylenebilir.

Filozof Platon, zihninde buna benzer düşünceler varken şunları yazdı: “Hepimiz Kronos günlerinde varolduğu söylenen yaşamı taklit edebiliriz ve böylece içimizde var olan ölümsüz unsura ulaşabiliriz, hem özel hem de kamu yaşamında onu dinlemeliyiz.”(3)

Platon’dan kaybolan cennet Atlantis üzerine bilgi de edinebiliriz: “…gezegenlerin yer değiştirmeleri dünya üzerinde belirli aralıklarla yinelenen felaketler oluşturmaktadır. Sel ya da, ateş yoluyla gelen bu felaketlerin ardından az sayıda insan geriye kalmakta ve onlar zaman içinde uygarlık sanatını yeniden öğrenmektedirler.”

Uygarlık sanatını yeniden öğrenen bu kişilerden, “altın soyu”nu anımsayanlar olarak, birçok antik kültürde söz edilmektedir..(4)

Antik Yunanın dinsel dizgesi, Altın Çağ gibi mitlerle birlikte, suçun ve günahın kaldırılmasına yardımcı olan birçok ritüeli de kapsar. Bu arınmaya, bireyin ve şehrin sağlığı, mutluluğu, zenginliği için zorunlu olduğundan dolayı saygı duyulur.

Platon tanrılara tapınmanın ve arınmanın iyi bir yurttaş için zorunluluk ve bir görev olduğunu düşünüyordu. O, birçok mitin içindeki tanrıların çarpıtılarak aktarıldıklarına inanmıyordu ve bunu kabul etmiyordu, fakat tanrılara inanıyordu. Apollo ve Delphi’ye Yunan dinine istikrar kazandıran, bozulmayı ve materyalizmi denetleyen güçler olarak bakıyordu. Ve o arınma ideasına inansa bile, kutsal suyla ya da kurban edilen hayvanların kanıyla bu arınmanın sağlanabileceğine inanmıyordu. Plato, yegane hakiki etkin arınmanın zihinsel olarak kendi içine dönme ve yoğunlaşma (konsantrasyon) deneyimiyle sağlanabileceğini söyledi. Böylece eğitimli filozof kendi ruhunu, ritüelin yardımı olmadan temizleyebilecekti.

Bununla birlikte, sıradan insanların bunu başaramayacağını bildiğinden, ritüelleri bütünüyle devredışı bırakan açıklamalar yapmadı. O, kozmik adalete Otomatik Arınma ya da yanlışı temizleme yöntemi olarak saygı duydu.

Kanunlar’ında şöyle dedi: “Kozmik adalet kanunu ruhsal çekim gücüdür. Bu yaşam içinde ve bütün yaşam serileri içinde her ruh kendi çeşidine uygun olan birliktelikleri doğallıkla çeker ve onun cezalandırılması da, ödüllendirilmesi de bunun içinde yatar.”(5)

Platon üstü kapalı olarak, Hades’in (Cehennem) bir yer değil, fakat bir zihin hali olduğunu ima eder.(6) Birçok filozof ve düşünür halkın genel olarak tanrılara ve ritüellere duyduğu saygıyı ve imanı paylaşmaz.

Yunan İyonyasında (Küçük Asya sahili) (Anadolu ç.n.) filozof Heraklitus, tapınılan heykellere ve imgelere değer vermeyi kabul etmemişti. Böyle bir şeyin “bir evin sahibiyle konuşmak yerine sahibin eviyle konuşmaya benzediğini”(7) söylemişti.

Diğer bir İyonyalı Yunan Filozofu olan Xenophanes ise dinsel fikirlerde- ki göreceliği sergileyen ilk filozoftur. “Eğer bir öküz kendi tanrısının resmini çizseydi, bu resim öküze benzerdi.”(8) Xenophanes bir tanrıya inanıyordu, fakat “Ne görünüş olarak ne de zihinsel olarak insana benzemeyen”(9) bir tanrıydı onunkisi.

Ve bir de Ilecataeus vardı ki o da Yunan Mitolojisini “komik” bulduğunu söyleyen ilk Yunanlıydı.

Yunanlıların kendileri (bile) mitolojileri ve dinsel adetleri üzerine farklı şeyler düşünüyorlardı. Her kültürün içinde, fazla derin düşünmeden tapınanlar ve inananlar olduğu gibi, kime ve neye tapmakta ve inanmakta olduklarını düşünenler de vardır. Kesinlikle abartılıyor olsa bile, Yunan mitolojisindeki bazı olguları tanıyan birkaç lider düşünür vardı. Aralarında FisagorPlaton ve Sokrates’in bulunduğu düşünürler bu mitolojideki tanrıların ve onların gizli geleneklerinin orijinal (kökensel, fıtrî, primordial ç.n.) ve hakiki anlamlarına saygı duyuyorlardı.

Onlar, tapılan çeşitli şeylerin veya ritüellerin ebedi gerçekliklerin sembolleştirilmesiyle oluştuklarını düşünüyorlardı. Ve o sembollerin de edebiyat gibi harfi harfine ele alınmaması gerekiyordu. Onlar, “insan aklının şeylerin hakikatini keşfetmek üzere doğru ve tutarlı kullanılmasına” büyük önem veriyorlardı.

Platon kendisine “Hakikat ya da bilgi nedir?” diye sorulduğunda basitçe yanıtladı:

Unuttuğun şeyleri hatırlamak!”


BİBLİYOGRAFYA

  • Richard Heinberg, Memories and Visions of Paradise, Exploring the Universal Myth of a Lost Golden Age, Aquarian Press (England:1989).
  • E.R. Dodds, “The Greeks and the Irrational”, University of California Press (1951).
  • Lokesh Chandra, “The Sublime and The Infinite”, in Mang: A Magazine of the Arts, Vol. XXXVII, No:2.
  • Niman Smart, The Religious Experience of Mankind, Collins: Fontana Library-(1970).
  • Plato, “The Repubtic”, Timaeus and Crities, Classics (1955).
  • Martin Persson Nilsson, The History of Religions. Ovp, (1952).

(*)   Bu yazı, yazarının izniyle Haziran 1993’te Oxford’da yayınlanan RETREAT dergisinin birinci sayısından çevrilmiştir.
(**) Anthony Strano Brahma Kumaris öğretmenlerindendir.
(1)   E.R. Dodds, The Greeks and the Irrational, s. 75.
(2)   Richard Heinberg, Memories and Visions of Paradise, s. 47.
(3)   a.g.e., s. 47.
(4)   a.g.e., s. 77.
(5)   E.R. Doods, s. 221.
(6)   a.g.e., s. 221.
(7)   a.g.e., s. 182.
(8)   a.g.e., s. 181.
(9)   a.g.e., s. 181.

Cengiz Erengil
+ Son Yazılar