Okuma süresi: 7.32 mintues

Ben bir gün giderim ki neyim kalır
Eksik bıraktığım her şeyim kalır.
Turgut Uyar (Uyar, 2011)

Gündelik uğraşlar ve yapıp etmelerimiz ya da Heidegger’in diliyle ilgilenim (besorgen), ‘Dünyaya doğru olmaktır’. Gündelik uğraşlar hiç bitmez; vapura yetişiriz, yarınki toplantı için bir sunum hazırlarız, yeni bir ayakkabı alırız, hafta sonu hangi filmi izleyeceğimizi, yazın tatile nereye gideceğimizi planlarız, ne zaman ütü yapacağımızı düşünürüz, derken bir çay daha koyarız. Farkında olsak da olmasak da, her zaman ya bir eylemin içindeyizdir ya da bir eylemin planlayıcısı. Boşluğa ve küçük eslere hiç tahammül edemeyiz. Bütün bir sene tatil için çalışıp, tatilde vakit geçsin diye okey oynarız. Yunus’un, “Koya dünyayı kovma yetemezsin / Ecel bağladı yolu ütemezsin[1]” (Gölpınarlı, 2006) öğüdü her birimiz için apaçık olsa da, bu buz gibi gerçeğe katlanmak hiç de kolay olmadığından hem ölüme hem de bu öğüde ardımızı döner, ilgilenim dünyasında yaşar gideriz. Ama ölüm ve soluğu hep ardımızdadır, endişe ya da kaygı da bu gerilimden doğar. Endişenin kökeni sorusuna Varlık ve Zaman’da verilen cevap: “Dünyada olmaktır” (Heidegger, 2008). Ne kadar koştursak da biliriz ki ütemeyiz ve başlarız daha da hızlı koşmaya.

“İlgilenim durulduğunda, herhangi bir şeyle uğraşmazken, dinlenirken, kaytarırken, oyalanırken ya da iş tamamlandığında, geçici de olsa ilgilenimin söndüğü durumlarda, geçici de olsa kaygı kendini gösterir. Kaygı hep vardır ama ilgilenimde aksaklık olduğunda ya da ilgilenim duraksadığında yoğunlaşır, hatta doğrudan devreye girer. Kaygı bu bütünleştirici özelliğiyle, olağan durumlarda ilgilenimi sürekli kılandır. ‘Dünyaya doğru olma’ olarak ilgilenim alttan sürekli kaygı ile beslenir” (Deveci, 1999). Ne zaman ilgilenim sönse farkında olmasak da Yunus’un öğüdüyle içimiz üşür ve peşinden koşacak bir uğraş ararız.

“Âşinâlığımız, uğraşlarımız ve dünyaya doğru olmaklığımız, bir anlam zemini üzerindedir ve bu zemin ekonomik, toplumsal, kültürel, ruhsal, hukukî ahlâkî, siyasal boyutlarıyla altımıza konmuştur. Gelenekten, eğitim düzenimizden yaşam biçimimizden destek alır. Zeminler altımıza çatılmış biz de üstüne konulmuşuzdur” (İnam, 1999). Bıraksalar bu zeminde ölene kadar koşarız. Ama bazen bu zemin altımızdan kayar, istesek de koşamayız ya da koşmayı istemeyiz. “İşler yolunda giderken ilgilenimler kendi kendilerine yeterler, verilmişlikleri içinde anlamları sorgulama gerektirmeyen, belki olsa olsa özen isteyen dünyevî uğraşlardır. Ama öte yandan işlerin ters gittiği durumlarda gördüğümüz gibi ilgilenimler, amaçları, aletleri ve normları sabit, kendi içlerine gömük, anlamları kendilerinden çıkarsanacak edimler değildir” (Deveci, 1999). Örneğin 29 yaşındaki Siddharta dört gerçekle yani yaşlılık, hastalık, ölüm ve acıyla ilk kez karşılaştığında, her şeye sahip olduğu sarayı artık onun için kaygıya karşı yeterince güçlü bir kalkan değildir. Ya da kendini toplama kamplarında bulan Viktor Frankl “Duyulmayan anlam çığlığı”nı duyuverir. Dücane Cündioğlu’na göre “‘endişe’ ve ‘tereddüd’ anlamındaki ‘kaygı’, ‘kaymak’tan türemiştir ve kayma sırasındaki sallantıyı, anlatmaktadır” (Cündioğlu, 2006). Altımıza çatılmış zeminler kaydığında kaygı yüzünü gösteriverir. Necip Fazıl’ın tabiriyle “Bütün bir kâinat muşamba bir dekor”a dönüşüverir (Kısakürek, 2012).

“Kaygı korkudan farklıdır, çünkü korkuya neden olan korkunun yöneldiği bir nesne vardır. Oysa kaygının nesnesi hiçliktir ve hiçlik bir nesne değildir” (Deren, 1999). “Dünyanın tümüyle bizden alınacağı, koparılabileceği durumlarda endişe kendini gösterir; tikel hiçbir şeyin tehdidi değildir, topyekün dünyasızlaşmanın tehdididir. Endişe zaten bir dünya-içinde-olmaksızın varlığımızı tasarlamak zorunda kaldığımız anın baskısıdır. Âşinâlığın, uğraşların, tanışların, alet-edevat, görev, amaç ve kuralların bizden sıyrıldığı yerde –ki öyle bir yer yoktur- biz artık biz olmayız. Dünyanın topyekün yitme olasılığı da ancak ve ancak olmadığımız durumda, ölümde olasıdır” (Deveci, 1999).

“Dasein ölümlüdür, ölümlü değilmiş gibi yapmasında ölümlülük iyiden iyiye belirgindir” (Deveci, 1999). Varoluşçu filozoflar ve Kur’an-ı Kerim bu noktada örtüşür. “Ölüm sarhoşluğu bir hakikat olarak insana gelir de ona ‘İşte bu, senin öteden beri kaçıp durduğun şeydir’ denir” (Kaf: 19). “Zaman ne dışımızda akıp giden, yalnızca dünyaya ait bir elde bulunandır, ne de algımızda ayrıştırdığımız, sonra da dünyada nesnelere uyguladığımız bir içsel anlıksal boyuttur. Zaman hepimizden akıp gidendir” (Deveci, 1999). “Dasein ölümlüdür; o kendisini ölüme çağıran ve götüren bir şey olarak zamanı yaşar; o zamanı bu sebeple tarihsellik kipi içerisinde tanır. Onun durağan değişmez, zaman ve tarihten bağımsız bir özü yoktur veya onun özü, paradoksal olarak, oluş değişme ve tarihsellik olabilir. Fakat öbür yandan aynı Dasein, tüm bu oluş değişme ve tarihselliğin, kendisini bir imkânlar varlığı olarak görmesini sağladığının da farkına ve bilincine varır. Bunu anlamak Dasein’in kendisi hakkındaki bilincini yapar. Kaygı teriminin kendisi, durağan bir seyire temaşaya gönderme yapan teoriye değil, duyguya, heyecana, iradeye, yönelime iştiyaka ve bunların hepsini içerecek şekilde praksise gönderme yapar” (Özlem, 1999).

Kendi özünü oluş, değişme ve imkânlar varlığı olarak gören insan, hem özgürlüğe yazgılı olduğunu anlar hem de bu anlayış karşısında ürperir. Zira özgürlüğe olduğu kadar ölüme de yazgılı olduğunu bilir ve her seçiminin, yöneliminin ve eyleminin sonsuza dek kendisinin bir parçası olacağının farkındadır. Kendi seçimlerinin ve eylemlerinin sorumluluğunu almak zorunlu olarak anlam arayışını getirir. Hepimizden akıp giden zaman, Asr Sûresi’nde insanın hüsranda/hasrette olmasının tanığı olarak gösterilir. İnsan dünyaya ister indirilmiş, isterse kovulmuş, isterse de fırlatılmış olsun, kendi aslını ister. Hasreti de budur zaten. Metin Bobaroğlu’nun ifadesiyle “İnsanın aslını istemesi, başka türlü doyurulamayacak olduğunu tüm deneyimlerinde görmesiyle ilgilidir” (AAV Toplantıları, 05.01.2009).

Yine Metin Bobaroğlu’na göre “Tasavvuf doğurma ilmidir” ve “Doğurma nitel dönüşümlerle olur” (AAV Toplantıları, 1.12.2008). Burada kastedilen doğurma en nihayetinde kendinden kendini doğurma işidir. Kendindeki malzemeyi yani kendi geçmişini alıp bundan daha önce hiç tanışmadığı bir kendi doğurma eylemidir. İnsan dönüşebiliyorsa özgürdür, kendisi hakkındaki bilincini de ancak dönüşerek yapar. Metin Bobaroğlu’nun ifadesiyle “Rıza dönüşmeye rızadır” (AAV Toplantıları, 24.11.2008). “Ölmeden evvel ölünüz” hadîsi, taşıdığı başka pek çok anlamın yanı sıra, bir yönüyle bu dönüşüme de işaret eder. Kökeni dünyada olmak olan kaygı, bizdeki potansiyeli açığa çıkarak olan heyecanı, istenci, yönelimi ve dönüşümleri ortaya çıkaracak olan bir kıvılcımdır da. Kişi dikkatini “Dünyaya doğru olmak” olarak tanımlanan ilgilenimden, ilgilenimin ardındaki özneye çevirebildiği ölçüde, kendini inşa etme ve tanıma olanağına kavuşur. Ve umulur ki “Yolları çatallanan bahçe”deki misafirlik “istikamet” üzere olur.


Kaynakça:

Cündioğlu, D. (2006). Korkunun Ecle Faydası Vardır! Yeni Şafak.

Deren, S. (1999, Şubat Mart Nisan). Angst ve Ölümlülük. Doğu Batı.

Deveci, C. (1999, Şubat Mart Nisan). İsmi İnsan Kendisi Kaygı Olsun: Heidegger’de Kaygının Varlıkbilimsel Değeri. Kaygı.

Gölpınarlı, A. (2006). Yunus Emre Hayatı ve Bütün Şiirleri. İstanbul: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları.

Heidegger, M. (2008). Varlık ve Zaman. Agora Kitaplığı.

İnam, A. (1999, Şubat, Mart, Nisan). Kaygı Gülü Açarken. Doğu Batı.

Kısakürek, N. F. (2012). Çile. İstanbul: Büyük Doğu Yayınları.

Özlem, D. (1999, Şubat, Mart, Nisan). Kaygı ve Tarihsellik. Doğu Batı.

Uyar, T. (2011). Büyük Saat. İstanbul: YKY.


Dipnotlar:

[1] Ütmek: Oyunda, kumarda kazanmak. (Türk Dil Kurumu)

Bertan Başak
+ Son Yazılar