Okuma süresi: 10.3 mintues

Klasik felsefe kavramından idealizm ve rasyonalizmi anlıyorum. Klasik felsefi idealizmde bilgi olanaklıdır ve bilginin bu olanağı tanıtlamadır; tanıtlama, bilginin varlığının gösterilmesidir. Bilgi akli olandır, ussal olandır. Felsefede, deneyime önsel olan bir us işlevi olan mantık etkindir.

“İslam’ın felsefi bir özü vardır” savı felsefeye gönül vermiş olan insanlar için İslam’ın, özünde onaylanması ve olumlanmasıdır. Çok kere felsefi olan şey felsefeci için değerli bilgiyle insanlığın özüyle ilgili, gelişime olanak veren şey olarak algılanır. Daha bu noktada, bu öz, felsefi bir öz olarak ahlaki olan, iyi olan hatta kutsal olandır.

“İslam’ın felsefi bir özü yoktur” savı ise önceki paragrafa karşıt olarak, felsefeci için İslam’ın özde onaylanmaması ve olumlanmamasıdır. Felsefeci için felsefi olmayan şey, bilgelik sevgisine ait olmayan, insanlığa, iyiliğe-güzelliğe ait olmayan şeydir. Eğer İslam’ın otantik metinlerinde felsefi bir öz yoksa bu metinler felsefeciler için gelişime olanak vermeyen metinler olarak algılanacaktır.

Felsefeye ait olan, felsefeyle ilgili olan değer, kişiden kişiye değişen bir ölçüt olarak algılanabilir. Ancak bu yanılgıdır. Çünkü dikkat edilirse, temelde, felsefenin bize ait olan tek ölçüte son derece basit ve son derece yalın bir kabulle boyun eğdiğini fark ederiz. Bu ölçüt, bu yazıyı kavramayı ve değerlendirmeyi sağlayan her ne ise o ölçüttür. Bu ölçüt bilmenin ölçütüdür. Bilmenin, insanlığın, Tanrı’yla ilginin köküdür. Felsefe öznel bir dayatmanın değil nesnel bir dayatmanın keşfidir. Bu nesnel dayatma keyfi değildir. Felsefede belirlenen ölçüt bizi bütünüyle belirleyen ölçüttür. Klasik felsefede Us ya da Tanrı diye bildiğimiz, dilimizde yer edinen Akıl işte bu ölçüttür.

Akıl ve Tanrı birliği aslında sorunlu bir konudur. Felsefecilerin, dilimizdeki us sözcüğü ile bu sorunlardan birini aşmaya çalıştıklarını söyleyebiliriz. Soru şudur: Nasıl olur da insanda bulunan kaybolup giden, her zaman etkin olmayan hatta “yanılan” Akıl, bir İlah (Tanrı) olabilir? İslam için bu soru gayet doğru ve geçerli bir sorudur ve İslam’da bu soruya din diliyle “tek İlah Allah’tır” diye cevap verilir. Klasik felsefenin ve klasik idealizmin bakış açısından bu sorunun cevabı, evrenin ve onu anlayıp kendimizde var eden zihnin temel felsefi problemiyle anlam kazanır. Klasik felsefi idealizmde Kavram ve Bilgi her şeydir; Akıl bütün evrenin var edicisidir çünkü bütün var diye bilinenler ve var diye bilinmeyenler ve var olacağı-var olmayacağı düşünülenler, Zihinden-Akıldan doğarlar. Dolayısıyla geçici ve bir Tanrı kavramına uygun olmadığı zannedilen Akıl burada söz konusu değildir. Tanrı-demek-olan-Akıl (Us) ile insani akıl ayrımının yapıldığı durumlarda ise Us, insan aklından ayrı bir Varlık olarak düşünülmüştür. Sonuçta klasik felsefede Tanrı bir Us olarak bilinir. Din dilinde ve İslam inancında bu düşünce Allah inancı etrafında şekillenir.

Aristoteles, Farabi, Descartes, Leibniz, Hegel gibi klasik filozoflar Tanrı’yı akli bir içerik ile kavramıştır.[1] Ussal içerikten yoksun bir Tanrı anlayışı zaten felsefede kabul göremeyecektir. Diğer birçok felsefeci, “Tanrı ustur.” demiştir. Bu kabul felsefeye uygun olandır ancak din dilinde İlah (Tanrı) ancak Allah’tır sözünde verilen duyguları dinsel bilince vermeyebilir. Bu durumda, farklı tarihsel koşullar ve bilgisizlik sebebiyle tam da dinin özü olan şey ve felsefenin özü olan şey arasındaki ilişkinin gözden kaçması muhtemeldir. Bu ilişkinin İslam ve felsefe arasındaki tam bir uyum olduğunu söylemek güçtür. Aslında İslam inancı ve felsefe arasındaki uzlaşmazlıkları tespit etmek de olanaklıdır. Ancak bu uzlaşmazlıklar felsefenin özü olan Akıl ile dinin özü olan Tanrı arasında olmaktan daha ziyade bu özlere yapışan ve bu özlerin etrafını saran diğer unsurlar arasındadır.

İslam’ın felsefi bir öze sahip olduğunu söylemek oldukça sınırlı bir düşünce etrafında gerçekleşebilir. Bu özün Allah inancı olduğunu söylemeden önce, doğrudan Allah kavramı, Tanrı kavramı olduğunu söylemek gerekir. Tanrı kavramı felsefeye yabancı değildir. İslam, felsefeye yabancı olmayan Tanrı kavramına sahip çıkar. Eğer İslam’da felsefeye ait olan Tanrı kavramının varlığından kuşku duyulacak olursa, öncelikle bu kuşkunun bazı iyi gerekçelere sahip olabileceğini kabul etmemiz gerekir. Ancak İslam’daki Tanrı’nın bir olması, sonsuz olması, mutlak iyi olması, tüm olumladığımız ve istediğimiz kavramların ideallerini İslam’ın kendi bünyesinde toparlamaya çalışması düşünüldüğünde felsefi Tanrı kavramına sahip çıkmaya çalıştığını hatırlamak gerekir. Zaten bir dinin yayılım göstermesi için belli başlı makulleri yaşatması gerekir. İnsani, ahlaki ussallıkları, insanlığın tarihsel birikimini belli oranda sürdürmeden İslam gerçekleştirilemezdi ve nitekim bu felsefi özün bir biçimiyle yaşatılması gerekiyordu.

İslam’ın felsefi bir özü vardır demek doğrudur. Ancak bu felsefi öz, gerçek Tanrı ve Din ve İnsan kavramlarına uygun olan otantik metin parçalarında, peygamberin sahih yaşantısının bu kavramlara uygun düşen parçalarında gerçekleşmiştir. Kur’an’ın bütünüyle gerçek felsefeye uygun ilkeler ve pratikler getirdiğini söylemek, İslam’ın felsefi bir özü vardır savını aşacaktır. Çünkü İslam’ın felsefeye uygun olmayan içeriklerinin olduğunu ve felsefeyle uzlaşmazlığının olduğunu tespit etmek olanaklıdır. Temel olarak dindarlar ve felsefeciler arasında tarihten bu yana gelen düşünce uzlaşmazlıklarını, tekfirleri, dinsel kovuşturmaları taramak yeterli gözükür. Ancak gerçek felsefi bir uzlaşmazlığın tam olarak sebep kaynak ve ayrıntılarını bilmek zordur. Örneğin Gazzali’nin “Zinhar ma‘kûl’ü asıl kabul edip, menkûl’ü ona tabî ve redîf (yedek) kılmayın.”[2] diyerek vurguladığı uzlaşmazlık noktasından hareket edilebilir. Ancak dinde, Aklın ölçüt olmadığı gerekçesiyle tespit edilen uzlaşmazlıklar, örneğin Kur’an’da çok büyük oranda Tanrı’nın ussal içeriklere uygun olmasıyla bir karşıtlık içindedir. İslam’ın temel yazılı kaynaklarında Tanrı’ya ait kılınamayacak bazı içerikler bulunabilse de büyük oranda bir ussallık görünür. Hatta Kur’an’daki Rabb ve Allah sözcükleri yerine Akıl yazıldığında Kur’an metninin klasik felsefi idealizmin duygusunu veren bir metne dönüştüğünü de düşünecek olursak gerçekten de Allah ile Us arasında kavramsal bir yakınlık ya da bir ilişki olduğunu ve bu sebeple uzlaşı diyebileceğimiz bir aynılık belirleyebileceğimizi görürüz. Bu aynılık tespiti bir dini savunu olmayacaktır. Çünkü zaten ölçüt İslam dini değil felsefenin ölçütü olan Akıldır. Yine de İslam aynı ölçütü kabul eder demek büyük bir iddiadır. Temelde bu bir akılcı mezhep yorumundan öteye geçecektir.

Sürdürdüğümüz bu yazıya göre aslında varacağımız düşünce, İslam’ın felsefi bir özünün olduğu, bu özün Allah olduğu ve bu özün İdeal İnsan ile birliğinin gözetilmesi gerektiği gibi düşüncelerdir. Bu İdeal İnsan ve Allah birliği fark edileceği gibi Tanrı-Akıl birliği ile doğrudan ilgilidir. Tanrı ustur diyen biri insanın özünün akıl olduğunu kabul edecekse İdeal İnsan ile Tanrı birliğini de savunmuş olacaktır. Gelip geçici olan, sonlu olan insan elbette Tanrı ile bir değildir. Ancak bir idea olan kavramına tam uygun olan sonsuz olan İnsan Tanrı ile bir olacaktır.

Klasik felsefi idealizme göre İslam’ın felsefi bir özü vardır. Felsefeciler İslam’ın özü olan Tanrı ve onunla yakınlık içinde olan İnsanı yabancı görmemelidir. Çünkü İslam’da Allah adıyla gizlenen yine İnsan, Allah adıyla gizlenen yine Akıldır. Bizi insan kılan Akıldır. Din ve felsefenin bu örtük uzlaşısı dışında klasik İslam felsefesinde din ve felsefe uzlaşmazlıkları tespit etmek mümkündür. Evrenin başlangıcına, Tanrı’nın ussal bir mahiyete sahip olup olmadığı konusunda, ilahi kudret ve hikmet sınırlarında, mucizeler, diriliş, sembolik dil, melekler, kıssalar, Allah’ın sıfatları gibi konularda İslam filozoflarının ve Müslümanların yaşadığı çekişmeler bu uzlaşmazlıklardır. Çatışmanın giderilmesine yönelik pek çok teori geliştirilebilir ancak uzlaşıya varan yolda merkez birleşebilse dahi bu merkeze (Allah-İnsan-Akıl) yapışan diğer unsurlar arasında mutlaka uzlaşmazlıklar kalacaktır. Yine bu özler dışında kalanların dine dair olmadığı, dinin asılları olmadığı söylenecek olursa bu da heretik bir İslami mezhep olarak kalacaktır. Çünkü burada klasik bir sabit din dinamik şeriat kalıbından ötesi kastedilir. Çünkü uzlaşı özleri dışında reddedilen tam da ibadetler, fıkhi hükümler gibi İslam’a aidiyeti reddedilemeyecek konular olacaktır. Böyle bir dönüşüm bariz bir şekilde İslam dininden kopuştur. Yine de İslam’ın gelişebilir olması gibi bir istek ve gerekçeyle İnsanlık adına böyle bir bozma-geliştirme yapmak zorunda kalacağımız günler gelebilir.

Evet İslam’ın felsefi, ussal, iyi, etik, güzel bir özü vardır. Bu özü koruyan, bu özü geliştirmek isteyen, bu özü bilen için mutluluk vardır. Felsefenin bakış açısından İslam’ı bütünüyle kabul etmek ve saltık bir din olarak bilmek güçtür. Ancak İslam’ın gelişime olanak veren öğretileri düşünüldüğünde, tarihsel gelişimiyle birlikte İslam’ın özünün Evrensel Nesnel Us’a yakışan bir öz olduğunu söylemenin makul olduğu düşünülebilir. Tarih, Müslümanlığın, insanlık vicdanında, Tanrı katında, hangi koşullarda var olup olamayacağını bizlere gösterecektir.

Yararlanılan Kaynaklar

https://www.xn--ideayaynevi-5zb.com/bilimler/tanitlama.html

https://www.xn--ideayaynevi-5zb.com/okumalar/kurgul_yontem_aziz_yardimli.html

https://www.xn--ideayaynevi-5zb.com/modern_tin/kavramlar/insan_dogasi/insan_dogasi.html

İşaret Edilen Kaynaklar

Aristoteles. Metafizik. çev. Ahmet Arslan. İstanbul: Divan Kitap, 3. Basım, 2021.

Descartes. Söylem. çev. Aziz Yardımlı. İstanbul: İdea Yayınevi, 2011.

El-Fârâbî, Ebu Nasr. İdeal Devlet. çev. Ahmet Arslan. Ankara: Divan Kitap, 2015.

El-Gazzâlî, Ebû Hâmid. El-Kıstâsü’l-Müstakîm. çev. İbrahim Çapak. İstanbul: Türkiye Yazma Eserler Kurumu Başkanlığı Yayınları, 2023.

Hegel, G.W.F. Tanrının Varoluşunun Tanıtları Üzerine Dersler. çev. Aziz Yardımlı. İstanbul: İdea Yayınevi, 2016.

Leibniz, Gottfried Wilhelm. Monadoloji. çev. Devrim Çetinkasap. İstanbul: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 2020.

[1]     Aristoteles, Metafizik, çev. Ahmet Arslan (İstanbul: Divan Kitap, 2021), 557-558 (1072 b 20-30); Ebu Nasr El-Fârâbî, İdeal Devlet, çev. Ahmet Arslan (Ankara: Divan Kitap, 2015), 38-39; Descartes, Söylem, çev. Aziz Yardımlı (İstanbul: İdea Yayınevi, Cep Kitap 2011), 40-42; Gottfried Wilhelm Leibniz, Monadoloji, çev. Devrim Çetinkasap (İstanbul: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 2020), 33; Arkasöz‘deki alıntıya bkz. G.W.F. Hegel, Tanrının Varoluşunun Tanıtları Üzerine Dersler, çev. Aziz Yardımlı (İstanbul: İdea Yayınevi, 2016), 209.

[2]     Ebû Hâmid El-Gazzâlî, El-Kıstâsü’l-Müstakîm, çev. İbrahim Çapak (İstanbul: Türkiye Yazma Eserler Kurumu Başkanlığı Yayınları, 2023), 180.

Fatih Gökhan Tevfikoğlu
+ Son Yazılar