Okuma süresi: 40.40 mintues

Arthur Schopenhauer’ın (1788-1860) çeşitli eserlerindeki yazılarını bir araya getiren bu kitap, Say Yayınları’nın halihazırda yirmi kitaptan oluşan Schopenhauer Toplu Eserleri dizisi içerisindeki onuncu çalışma­dır. Dizinin çevirisi Ahmet Aydoğan tarafından üstlenilmiştir. Kitabın 2011’de birinci baskısı, 2017’de ise dördüncü baskısı yapılmıştır. Bu yazıda dördüncü baskı kullanılmıştır. Kitabın içeriği önsöz, sunuş ve ekler dâhil edilirse yedi bölümden oluş­maktadır.

  1. İkinci Baskıya Önsöz
  2. Sunuş
  3. Giriş: Belagat yahut Etkili Konuşma Sanatı
  4. Tartışma ve Çekişme
  5. İncelikleri ve Ayrıntılarıyla Tartışma Sanatı
  6. Tartışma Hileleri
  7. Ekler

Çeviri, üç kaynak metne dayanmaktadır. Önceki satırlarda numaralandırdığım bölümlerin üçüncüsü kitaba giriş mahiyetinde Die Welt als Wille und Vorstellung, Cilt. II, Böl. XI: Zur Rhetorik’ten çevrilmiştir. Schopenhauer’ın Magnum Opus’u [(Büyük İş) Baş Yapıt] kabul edilen bu eserin birinci cildi ilk defa Türkçeye Levent Özşar tarafından kısaltılmış haliyle çevrildi. Birinci cildin tam çevirisini A. Onur Aktaş, -Doğu Batı Yayınları Mayıs 2020- İsteme ve Tasavvur Olarak Dünya adıyla gerçekleştirdi. İkinci cilt, yani inceleme yazımıza konu olan bölümün yer aldığı cilt, bütün halinde henüz Türkçeye kazandırılmış değildir; 2023’te A. Onur Aktaş’ın bu çeviriyi tamamlaması beklenmektedir.

Tartışma ve Çekişme diye isimlendirilen bölüm, Parerga und Paralipomena, Cilt. II, Böl. II: Zur Logik und Dialektik’ten çevrilmiştir. Ötüken Neşriyat’tan 2019-2021 yılları arasında yayımlanan tam metin, Türkçeye Gürkan Başay ve Murat Kaymaz tarafından Parerga ve Paralipomena I-II ismiyle kazandırılmıştır. İncelemeye konu olan, Tartışma ve Çekişme bölümü Parerga ve Paralipomena II’deki ikinci bölüm olan Mantık ve Diyalektik’in Paragraf 26’dan itibaren (22, 23, 24, 25 dâhil edilmemiş) bölüm sonuna kadar olan kısmına tekabül etmektedir.

“İncelikleri ve Ayrıntılarıyla Tartışma Sanatı” ve “Tartışma Hileleri” bölümleri aslında Schopenhauer’ın sağlığında yayımlanan çalışmalarına dâhil etmediği bölümlerdir. Bu bölümler Schopenhauer’ın vefatından sonra öğrencisi ve dostu Julius Frauenstädt’in yayına hazırladığı Aus Arthur Schopenhauer’s handschriftlichem Nachlaß başlıklı cildi içerisinde Eristik başlığıyla yer alır. Daha sonra Die Kunst, Recht zu behalten ismiyle müstakilen yayımlanmıştır. Bu müstakil çalışma Sel Yayıncılık’tan Ülkü Hıncal’ın çevirisiyle 2012, 2014, 2018 yıllarında baskılar yapmıştır; kitabın başlığı Eristik Diyalektik, alt başlığı ise Haklı Çıkma Sanatı’dır. Bunun yanı sıra eser, Tutku Yayınları’ndan Tartışma Sanatı (Stratejileri) ismiyle, İmge Kitabevi’nden ise Haklı Çıkma Sanatı ismiyle yayımlanmıştır.

1. İkinci Baskıya Önsöz

Ahmet Aydoğan kitabın altı-yedi ay gibi kısa bir süre içerisinde ikinci baskısını yapmasının sebebini soruşturur; acaba bunu hayra mı yormalıyız yoksa kitabın başlığı ve arka kapak yazısının etkileyiciliğine mi? Ahmet Aydoğan’ın bir dostuna göre bizzat başlık, okuru cezbetmiştir; bir başkası ise arka kapaktaki vulgarizmde sebep bulmuştur. Bu önsözden anlaşıldığı üzere hem Schopenhauer’ın hem çevirmenin amaçlarından biri güncel siyasetten en derin diyaloglara değin hilelerin açığa çıkarılarak hakikati arayan diyalogun yolundaki engelleri göstermektir.

“İkbal avcısı siyasetçiler, servet ve şöhret peşindeki dava vekilleri, hülasa mugalatayı meslek, safsatayı meşrep haline getirenler… Savulun: İpliğiniz pazara çıkıyor!” [Arka Kapaktan]

Önsözde dikkat çeken yakınmalardan biri de son on yıldaki (ikinci baskı yılı 2011+6 ay’dan geriye) siyasetin uygulamaları ve zihniyetine yönelik eleştirilerdir. Aydoğan’a göre bu on yılın trinite sacre’si olan demokrasi, insan hakları ve hukukun üstünlüğünün ömrü kısalmıştır; ülkenin en köklü kurumları tasfiye edilmektedir. Bu olumsuz tablonun ortaya çıkmasındaki sebeplerden biri de işte bu hileli diyaloglardır.

2. Sunuş

Filozof durduk yere bu hileleri sıralamamıştır elbette; kalabalıkların ayırt etme yeteneğinden yoksunluğu onun canını sıkmıştır. Schopenhauer hayatının sonuna doğru keşfedilmesinden zaman zaman yakınır; kendisine duyulan kıskançlığın farkındadır ve kalitesiz olanın (kendi deyimiyle) alçakça ve vicdansızca övülmesini kabullenemez; yine de bu durumun kendi metafizik kötümser felsefesine uygunluğunun da farkındadır. Schopenhauer’a göre diyaloglarda kullanılan bu hileler aslında tamamen bilinçle üretilmemektedirler; bunlar insan doğasının kötülüğü/alçaklığı (schlechtigkeit) ile ortaya çıkar. Schopenhauer bu hileleri ifşa etmekten de pek hoşnut değildir, zaten Tartışma Hileleri bölümündeki yazıları filozof sağlığında yayımlamamıştır. Ahmet Aydoğan da filozofun vefatından sonra yayımlanan bu yazıları çevirmenin hesabını vermeye çalışır, çekincelerini önsöz ve sunuşta yineler. Ahmet Aydoğan’a göre son zamanlarda sözü eğip bükenler artmış, meseleyi çarpıtıp saptırmaya çalışanların keyfilikleri ve ilkesizlikleri egemen olmuştur. Yine de her şeye rağmen, her türlü çarpıtma ve saptırma çabalarına rağmen meselelerin hakikatini araştıranlar vardır. Çevirmen demokrasinin, kalabalıkların ağzına bir parmak bal çalarak onları avutacak bir oyun haline döndüğünü düşünmektedir. İşte bu sebepler kitapta sunulan bu hileleri bilmemizi gerekli kılmaktadır ki aldatmacaların bilincinde olalım.

3. Giriş: Belagat yahut Etkili Konuşma Sanatı

Bu kısa girişte Schopenhauer belagatin ne olduğundan bahsetmektedir. Ardından ikna çabasında aceleci olmanın yanlışlığı, yarı doğruların oluşturacağı güvensizlik ve ulaşmak istenen sonucu gizlemenin faydası üzerine birkaç paragraf bulunmaktadır. Belagat, başkalarında kendi görüşümüzü, kanaatimizi ve hissiyatımızı canlandırma yeteneğidir. Bu yolla kişi bizimle aynı duyguyu paylaşacak ruh haline gelir. Bu yetenek sanattan daha ziyade doğal yetenektir. Schopenhauer belagat yoluyla ulaşmaya çalıştığımız sonucun dinleyicilerin aklında zorunlu ve mantıki olarak kendiliğinden belirmesini önemli bulur ve böyle yapılmasını tavsiye eder. Ayrıca her şeyi birden ileri sürmek de ikna ediciliğimize zarar verecektir; ileri sürdüklerimizden zayıf olanlar hissedilirse, bu güvensizlik diğer güçlü delillere de sirayet edecektir.

4. Tartışma ve Çekişme

Schopenhauer kiminle tartışacağımız konusunda bize öncelikle iki şey önerir. Birincisi, nasıl ki müsabakalara birbirinin dengi olanlar kabul ediliyorsa aynı şekilde tartışmayı da dengimizle yapmamız gerekir. Bilgin birisi de kendi dengi ile tartışmalıdır. İkinci öneride ise sınırlı akla/zekaya sahip kimselerle tartışmamak gerektiği ifade edilir. Schopenhauer’a göre bu noktada tartışmaya girebilecek çok sayıda kimse kalmayacaktır.

İnsanlar kendileriyle aynı görüşü paylaşmadığımız zaman genellikle gücenip darılmaktadırlar. İnsanlar son çare olarak kavga-dövüşe başvurmasalar bile haklı çıkmak için çeşitli hilelere ve düzenbazlıklara başvururlar. Schopenhauer bu hileli diyaloglara fazlaca maruz kaldığından bunlar üzerine derinlemesine düşünmek durumunda kalmıştır ve hileleri teşhir etme fikrine yönelmiştir. Bu hilelerin belli ölçüde doğuştan olduğu söylenebilir ve bunları kullanmak için öğrenmeye de ihtiyaç duymayız. Aslında savunma mekanizmamız bunları kendiliğinden üretir gibidir.

Bir iddianın çürütülmesi için iki yol vardır. Birinci yol olan ad rem ile iddianın mutlak ya da nesnel hakikatini çökertiriz. İkinci yol olan ad hominem veya ex concessis diyebileceğimiz itirazlarla ise ancak izafi hakikati çökertebiliriz. Doğabiliminin meseleleriyle alakalı bir tartışmada hasmımız Kitabı Mukaddes’e dayalı bir delil getirdiğinde biz de bu türden bir delille çürüttüğümüzde işte bu argumentatio ad hominem olur. Bu tür tartışmalar meseleyi hakiki bir çözüme kavuşturmaz. Başka bir örnekle, hasmım Kant’ın bir tilmizi ise delilimizi Kant’ın bir ifadesine dayandırdığımızda bu delil sadece bu tartışma için ve karşımdaki hasmımın kabul edeceği ad hominem bir delil olur. Fakat filozofun bu ifadesi herkesin kabul ve teslim ettiği evrensel bir hakikatse o halde bu secundum veritatem bir delil olur.

Schopenhauer Parerga und Paralimomena, Zur Logik und Dialektik’te hilelerden birkaçını burada örnek verir. Üç örnekten birincisi genişletmedir; genişletme hilesinde hasmın iddiası doğal sınırlarının ötesine taşınır kastettiğinden daha geniş bir anlamda alınır, böylece iddia genişledikçe saldırıya da açık olur. Schopenhauer ikinci hileye şöyle bir örnek verir: A, Onuncu Charles’ı sürgüne gönderdiklerinden dolayı Fransızları över. B, derhal ‘şu hâlde siz de kralınızı sürgün etmek istiyorsunuz’ der. Burada sınırlı bir anlamda söylenmiş bir söz sınırsız anlamda alınmaktadır. Diğer hile ise saptırmadır (konuyu değiştirme); hasmın galip çıkacağı görülüyorsa fark edilmez biçimde hasmın kullandığı deyimler ve ifadelerden başka yöne geçilmelidir. Schopenhauer saptırma hilesinin dürüst olmayan tartışmacılar tarafından çoğu zaman içgüdüsel olarak kullanılan en gözde hilelerden olduğunu söyler.

“Bu yüzden bu tür tartışma hilelerinden kırk kadarını toplayıp bir araya getirdim. Fakat şimdi inatçılıkla, kendini beğenmişlikle ve namussuzlukla böylesine yakından akraba olan dar kafalılığın ve yetersizliğin sinip pusuya yattığı yerlerin tümünü açığa çıkarmanın hoş bir şey olmadığını görüyorum. Dolayısıyla bu örneklerle yetiniyor ve ayak takımından kimselerle bir tartışmaya girmekten kaçınmanın yukarıda zikredilen sebeplerine daha bir ciddiyetle dönüyorum. Her halükârda tartışmalar sayesinde bir başkasının kavrayış/anlayış gücünün yardımına koşmaya çalışabiliriz; fakat verdiği cevaplarda bir inatçılık emaresini sezer sezmez tartışmayı orada kesmeliyiz.” (61-62)

Schopenhauer hakikatin samimi araştırıcılarının dahi bu hilelere ister istemez başvuracaklarının farkındadır; insan doğasının alçaklığına yol verme ihtimalimiz hep vardır. Hatta Schopenhauer’ın “hile” olarak addettiği bazı savunma yöntemlerinin kendi eserlerinde de kullanıldığı dikkate alınırsa, bu savunma mekanizmalarının tümünü suçlamak da doğru olmayacaktır.

“İyilik meleği burada herkesin koruyucusu olsun, tâ ki aradan bir zaman geçtikten sonra kimse yaptıklarından dolayı utanmak zorunda kalmasın!” (63)

5. İncelikleri ve Ayrıntılarıyla Tartışma Sanatı

Mantık ve Diyalektik

  1. Schopenhauer bu bölümde mantık, diyalektik, mantıki öncül, temel varsayım, açmaz, mugalata gibi terimlerin Yunanca karşılıklarını vermektedir; bunun yanı sıra Latince alıntılara da devam eden Schopenhauer “öğretici” felsefesini sürdürür. Mantık ve diyalektiğin eş anlamlı kullanımı Antik Dönem’e dayanır; bu terimlerin eş anlamlı olarak kullanımı orta çağı aşıp yakın zamanlara dek kullanılagelmiştir. Kant, diyalektik sözcüğünü ‘sofistlere özgü tartışma sanatı’ olarak kötü bir anlamda kullanmıştır; mantık sözcüğü ise olumlu bir tabir olarak algılanmıştır. Schopenhauer son birkaç yıl içerisinde (muhtemelen 1850’den önce) mantık ve diyalektiğin tekrar eş anlamlı tabirler olarak kabul edilmeye başlandığını söylemektedir.
  2. Schopenhauer mantık ve diyalektiğin anlamlarını ayırma serbestliği olsaydı, “mantık”ı λογίζεσθαι (üzerine düşünme, hesaba katma) ve birbirinden ayrılmaz söz ve akıl anlamındaki λόγος (logos/reason) sözcüklerinden “düşünmenin yasaları yani aklın işleme tarzı” olarak; “diyalektik”i ise karşılıklı konuşma anlamındaki διαλέγεσθαι sözcüğünden “tartışma sanatı” olarak tanımlamayı tercih edeceğini ifade etmektedir. Dolayısıyla mantığın, ampirik bir şey karıştırmadan belirlenebilen saf a priorik yasalar olduğu ortaya çıkar. Mantık aklın hiçbir yanılgıya kapılmayacağı işleyişidir. Diyalektik ise iki akıllı varlığın münasebetini ele almaktadır. Schopenhauer yanlış anlamanın önüne geçmek için bu münasebete, “eristik diyalektik” [didişmeci tartışma (εριστικός (eristikos/kavgacı)] demektedir. Bu tartışma “dediğim dedik” olan insandan kaynaklanır.

“(…), insan doğal olarak dik başlıdır; (…). Dolayısıyla o [eristik diyalektik] insanın doğal niteliği olan dik başlılığı ele alıp inceleyen bilgi dalıdır.” (71)

Eristik Diyalektik

Eristik diyalektik, tarafların per fas et nefas [hem haklıyken hem haksızken] mutlaka haklı çıkma amacıyla yapılan tartışma sanatıdır. Eristik, diyalektik ile aynı şeyi anlatan daha sert/kaba sözcük sayılabilir. Eristik diyalektik bir önermenin nesnel hakikati yerine hasmın ve dinleyicilerin onayını hedefler. Aristoteles eristik ile sofistik arasında ayrım yapar; sofistik haklı çıkarak elde edeceği itibar ve paranın peşindedir.

Nesnel olarak haksız olunduğu halde dinleyiciler gözünde haklı olunabiliyor yahut haklı olan kişi bile kimi zaman kendi gözünde haksız görünebiliyor.

“‘Bu nasıl oldu?’ diye sorulacak olursa: İnsan doğasının doğal kötülüğü/alçaklığı sayesinde derim. Eğer insan doğası alçak değil, bütünüyle yüce ve şerefli olsaydı o zaman her tartışmada hakikati bulup ortaya çıkarmaktan başka bir gayemiz olmazdı; sonunda hakikatin söze açıklayarak başladığımız görüşün mü yoksa hasmımızın görüşünün mü lehine tezahür edeceğine zerre kadar aldırmazdık. Bunu önemsiz veya olsa olsa tali bir mesele olarak görürdük; ama her yerde karşılaştığımız üzere esas mesele hep budur.” (72-73)

Bir tartışmanın başlangıcında herkes hakikatin kendi yanında olduğuna inanır. Eristik diyalektiğin hakikatle pek bir ilişiği yoktur; bütün mesele hamle yapmak ve yapılan hamleyi savuşturmaktan ibarettir. Diyalektik, tinsel bir kılıç dövüşüdür. Saf objektif doğruyu amaçladığımızda mantığa ulaşırız; amacımız sadece yanlış önermeler öne sürmek olursa bu, kötü niyetli sofistlik olur; diyalektik ise bunlardan ikisi de değildir.

“Tinsel bir kılıç dövüşüdür diyalektik, ancak böyle saf olarak kavranırsa kendine özgü bir disiplin oluşturabilir.” (Sel Yayıncılık, çev. Ülkü Hıncal, 13)

Schopehauer bu bölümde Aristoteles’in (eristik) diyalektiğin amacını kendisi gibi tanımlamadığını ifade eder; Aristoteles diyalektiğin amacında hakikatin keşfinin de olduğunu söylemektedir. Bir önermenin nesnel doğruluğu ile önermenin öne sürülme tarzı sebebiyle tasvibinin ayrı şeyler olduğunu Aristoteles de farkındadır elbette ancak Schopenhauer’a göre Aristoteles, yeterince keskin biçimde, bu ayrımı yapmamıştır. Bu alanları birbirinden ayırmaya özen göstermeliyiz; nesnel hakikat mantığın işidir, dinleyiciler ve hasmımızın nezdinde en etkili sonucu elde etmek ise diyalektiğin işidir.

Her Türlü Diyalektiğin Temeli

Schopenhauer hilelere geçmeden evvel her tartışmanın çerçevesini belirlemeye çalışır. Muhalifimiz veya biz bir iddia ortaya atmışsak bu iddianın çürütülmesi için iki tarz ve iki yol vardır.

Tarzlar

  1. Ad Rem
  2. Ad Hominem veya Ex Concessis

Yollar

  1. Doğrudan Çürütme
  2. Dolaylı Çürütme

Tarzlar: Ya öne sürülen önermenin mutlak nesnel gerçekle uyumlu olmadığı (ad rem); yahut muhalifin başka iddialarıyla veya onayladığı diğer göreli öznel gerçekle uyuşmadığı gösterilir.

Yollar: Doğrudan çürütme tezin nedenlerine, dolaylı çürütme ise sonuçlarına saldırır; doğrudan çürütme tezin doğru olmadığını, dolaylı çürütme ise doğru olamayacağını gösterir.

Doğrudan çürütmede (1) iddianın sebeplerinin yanlış olduğunu gösterebiliriz [(nego majorem; minorem) büyük ve/ veya küçük öncülün reddi] ya da (2) öncülleri kabul edip bu öncüllerden sonraki önermenin çıkmayacağını gösteririz [(nego consequentiam) vargının reddi]. Dolaylı çürütme ise ya (1) iddianın, karşıtının imkânsız veya saçma olduğunu göstererek [(apagoge) apagoji] yapılır ya da (2) iddianın aksine bir örnek gösterilir.

Muhalifimizin iddiasının eğer şüphe edilemez bir doğruyla çeliştiğini gösterirsek bu iddiayı ad absurdum’a (saçmaya) indirgemiş oluruz.

6. Tartışma Hileleri

Bu bölümdeki hilelerin isimlendirilmesinde Sel Yayıncılık, Ülkü Hıncal çevirisini esas aldım.

Hile I – Genişletme

Bir iddia ne kadar geniş olursa itirazlara da o kadar açık olacağı düşünülebilir. Geniş çaplı iddialara karşı örnek bulmak da daha kolaydır. Bu hile hasmın iddiasını olabildiğince doğal sınırlarının ötesine genişletmeye, diğer yandan kendi iddiamızı da olabildiğince sınırlandırmaya dayanır.

Hile II – Eşadlılık [Homonymie]

Eşadlılık iki farklı kavramın aynı ad ile karşılanmasıdır. Eşadlılıktan yararlanıp hasmın iddiasıyla çok az alakalı veya alakasız başka bir önerme reddedilir, böylece sanki hasmın iddiası çürütülmüş gibi görünür. Örneğin “Kant felsefesinin sırlarına vakıf değilsiniz” gibi bir cümleye “benim sırlarla pek işim olmaz” denilebilir. Fakat bu türden her hile bu kadar kolay anlaşılmaz.

Hile III – Mutlaklaştırma

Bu hile bağlam içinde öne sürülen bir iddiayı mutlaklaştırmaya yahut başka bir bağlamda anlayıp çürütmeye dayanmaktadır.

Hile IV – Oyunu Gizleme

Bir sonuca varılmak istendiğinde, bu sonucun sezilmesi engellenir; bu sonucu elde etmeye yarayan tüm öncüller konuşmaya dağınık şekilde yerleştirilir.

Hile V – Yanlış Önerme Kullanma

Kendi başına yanlış fakat hasım için doğru olan önermeler kullanılarak kendisinin doğru saydığı başka önermeler çürütülebilir. Ex concessis ispat yolu olan bu yöntemde örneğin, hasım bir ekolün veya mezhebin üyesi ise biz bu görüşleri kabul etmesek dahi hasmımız kabul ettiği için bu mezhebin görüşleri bir ilke olarak kullanılabilir.

Hile VI – Kanıtı Varsayma

Başka bir yolla kanıtlanması gereken bir şey postulat olarak konularak petitio principii [kanıtı varsayma] yapılır. Mesela, tüm insan bilgisinin belirsizliğini postulat olarak koymak suretiyle tıbbın kesinlikten uzak olduğunu varsaymak gibi.

Hile VII – Bir Anda Çok Soru Sorma

Bir anda geniş kapsamlı sorular sormak konuyu takip etmeyi güçleştirir. Eğer hasım yeterince dikkatli değilse istenilen cevaplardan hemen bir argüman çıkarılır böylece ispattaki hata ve boşluklar gözden kaçar.

Hile VIII – Kızdırma

Bu hile hasmı öfkelendirmeye dayanmaktadır. Kişi öfkelendiğinde doğru değerlendirme yeteneğini kaybeder. Küstahça bir tutum insanları öfkelendirir.

Hile IX – Soru Sırasını Karıştırma

Bir sonuca varmak için belirli bir sırayla soru sormak yerine bu soruların sırası değiştirilebilir. Soruların sırası değiştiğinde varmak istenilen yer gizlenmiş olacağı için hasım önlem alamaz. Bu yöntem Hile IV ile benzerlik gösterir.

Hile X – Zıddını Sorma

Eğer hasım olumlu cevap almak istediğimiz sorulara inatla olumsuz cevap veriyorsa, iddiamızın aksine sorular sorabiliriz. Böylece hangi iddiaya ne yönde cevap istediğimiz anlaşılmaz.

Hile XI – Sonucu Sormama

Tümevarımda bulunulmak istendiğinde, hasım bunu destekleyecek tekil durumları kabul ediyorsa, bunlardan çıkan genel doğruyu sormaktan geri durulabilir. Bu genel sonuç, üzerinde anlaşılmış bir sonuç gibi sunulabilir çünkü dinleyiciler ve hasım münferit durumlarla ilgili soruları hatırlayacaklardır; kendilerinin de bunu kabul ettiğine inanmaya başlayacaklardır.

Hile XII – İsim Seçme

Bu hilede, sunulan önermede kullanılan kavramlara giydirilen isimler iddiaya elverişli şekilde seçilir. Hileler arasında içgüdüsel olarak en çok başvurulan hile budur. Mesela birine göre Tanrı sebeplilik ilkesinden aşkındır, buna muhalif biri için ise bu durum sebeplilik ilkesinin ihlalidir. Aynı durumlar kelimelerin uyandırdığı olumsuz veya olumlu içerikleriyle tercih edilir. Çoğu zaman konuşmacılar tercih ettiği isimler aracılığıyla tutumunu ele verir.

Hile XIII – Tezat Sunma

Bu hilede hasma iki önerme sunulur ve hangisini kabul edeceği ona bırakılır. İki önermeyi sunarken kendi iddiamızı makulleştirmeli ve karşıt iddiayı hasmın kabul edemeyeceği bir hale getirmeliyiz. Böylece hasım, iddiamızı kabul etmeye daha yakın olur.

Hile XIV – Zafer Narası Atma

Hasım iddiamızı yanlışlamayan cevaplar verdiğinde sanki iddia ispatlanmış gibi hedeflenen sonuca geçilir ve hemen zafer kazanmış bir edayla bu ilan edilir. Schopenhauer bu hilenin küstahça olduğunu belirtmektedir.

Hile XV – Tez Ekleme

Eğer ortaya çelişkili bir iddia atılmışsa ve kanıtlamakta zorlanılıyorsa, doğruluğu pek belirgin olmayan başka bir iddia ortaya atılır ve sanki ispat buradan çıkacakmış gibi yapılır. Hasım bunu reddedecek olursa onun ad absurdum bir duruma düştüğü gösterilebilir.

Hile XVI – Zorluk Çıkarma

Muhalif bir iddia ortaya attığında kendi yaptığı veya kaçındığı şeylerle çelişip çelişmediğine bakılır. Mesela kişi intiharı savunuyorsa, “Öyleyse neden kendini asmıyorsun!” denilir. Eğer bulunduğu şehrin yaşamak için güzel bir yer olmadığını savunuyorsa, “O halde neden ilk trene atlayıp burayı terk etmiyorsun!” denilir. Birçok konuşmada bu türden bile bile çıkarılan zorlukları görürüz.

Hile XVII – İnce Ayrım

Hasım karşı delille güçlü cevaplar veriyorsa ince bir ayrım yaparak iddia korunabilir. Konunun çift anlamlılığından veya başka bir duruma kaydırmaya uygunluğundan yararlanılır.

Hile XVIII – Tartışmayı Kesme

Karşı tarafın güçlü ve muhtemelen bizi alt edecek temellendirme zincirine başvurduğu fark edilirse onun bu sonuca varmasına engel olunur. Ya tartışma tamamen kesilir yahut muhalif farklı bir konuya yönlendirilir. Kısacası mutatio controversiae [tartışmanın akışını sekteye uğratıp saptırma] devreye sokulur. (Bkz. Hile XXIX)

Hile XIX – Genel Düzeye Kayma

Hasım iddiasının bir noktasına itiraz etmemizi istediğinde eğer bir cevap bulunamıyorsa konu genel bir düzeye çekilir ve öyle cevap verilir. Mesela evrim teorisinin neden yanlış olduğu sorulduğunda insan bilgisinin yanılabilirlik özelliği ön plana çıkarılabilir.

Hile XX – Sonucu Söyleme

Öncülleri ortaya koyup hasmın kabul etmesi sağlandıktan sonra istenilen sonuca ulaşmak için bu öncüllerden çıkan sonuç artık hasma bırakılmaz. Öncüllerden biri eksik bile olsa sanki kabul edilmiş gibi görülür ve sonuca varılır. Bu hile fallacia non causae ut causae [neden olmayan bir şeyi neden gibi alarak yanıl(t)ma] uygulamasıdır.

Hile XXI – Kendi Silahıyla Vurma

Hasım bütünüyle mugalatacı ve yüzeysel argümanlara başvuruyorsa aynı derecede yüzeysel ve mugalatacı argümanlarla karşı konulabilir. Mesela argumentum ad hominemi benimsemişse siz de karşı argumentum ad hominem veya argumentum ex concessis ile onu çürütebilirsiniz. Meselenin aslını uzun uzadıya tartışmak yerine bu hileli yollara başvurmak daha kolay görünür.

Hile XXII – Önermeleri Özdeş Sayma

Eğer hasım tartışma konusu meselenin doğrudan kendisinden kaynaklandığı bir şeyi kabul etmenizi istiyorsa bunun petitio principii [ispata muhtaç olanı, ispat vasıtası olarak kullanma aldatmacası (kanıtı varsayma)] olduğu söylenebilir; böylelikle dinleyiciler tartışma konusuna yakın bir önermeyi onunla özdeş göreceklerdir dolayısıyla hasmın en iyi temellendirmesi de ortadan kalkmış olur.

Hile XXIII – Abartmaya Zorlama

Bu hile hasmı itirazlarla kışkırtıp iddiasını abarttırmaya dayanmaktadır. Abartılmış iddiasını çürüttüğümüzde ise hasmın gerçek iddiası çürütülmüş gibi algılanır. Bu arada hasmın itirazlarından etkilenip kendi iddiamızı da abartmamalıyız.

Hile XXIV – Sonuç Uydurma

Hasmın kullandığı kavramlar çarpıtıldığında ve onun hiç kastetmediği saçma sonuçlar çıkarılabilir. Bu hilede hasmın iddiası eğip bükülür bundan başka önermeler çıkarılır. Böylece sanki ilk önerme çürütülmüş gibi bir izlenim ortaya çıkar. Bu, saptırmadır ve fallacia non causae ut causae’nın (neden olmayan bir şeyi neden gibi alarak yanıltmanın) başka bir uygulamasıdır.

Hile XXV – Karşı Örnek Uydurma

Bu hilede hasmın önermesinin kapsamı altına girmese de onun önermesini yanlışlayan bir örnek bulunur. Bu örnek exemplum in contrarium (karşı örnek) olarak sunulur ve böylece bu örneğinin karşıtının yanlış olduğu gösterilir. Bu, exemplum in contrarium yoluyla bir tür apagoge’dir.

Hile XXVI – Gerekçeyi Tersine Çevirme

Schopenhauer retorsio argumenti’nin oldukça etkili olduğunu düşünür. Bu hilede, örneğin birisi “o bir çocuktur, dolayısıyla bunu göz önünde bulundurmalısınız” dediğinde “tam da bir çocuk olduğu için onu düzeltmem gerekiyor ya; aksi halde kötü alışkanlıklarında ısrar edecektir” diye karşılık verilir.

Hile XXVII – Öfkede Zaaf Arama

Getirdiğimiz argüman karşısında muhalifimiz kızarsa bu argümanı sürdürebiliriz çünkü muhtemelen düşüncesinin zayıf bir noktasına temas etmiş olabiliriz. Ayrıca hasmımız öfkelendiğinde düşüncesini yeterince iyi toparlayamayacaktır böylece öfkesinden yararlanmış oluruz.

Hile XXVIII – Tribünlere Oynama

Bu hile fazla bilgili olmayan dinleyiciler huzurunda kullanılabilir. Eğer elimizde ad rem, hatta ad hominem bir argüman bile yoksa ad auditores [dinleyicilere yönelik] argümana başvurabiliriz. İtirazımız geçersiz olabilir ancak bunu bir uzman farkedebileceği için dinleyiciler bunun gerçek bir delil olduğunu zannedebilir.

Hile XXIX – Saptırma

Schopenhauer bu hilenin insan doğasının derinliklerine kök saldığını düşünür. Yenilgi anlaşılırsa saptırma (diversion) yapılabilir. Muhalife karşı bir argümanmış gibi görünen ama aslında çok farklı bir şey tartışılmaya başlanır. Eğer saptırma, araştırma konusunun tamamen dışına çıkıyorsa utanmazca ve saygısızca olur. “Siz bir de şunu iddia ediyorsunuz” gibi sözlerle tartışma şahsileşmeye başlar. Bu hile ad hominem argüman ile ad personam argüman arasında bir yerde kalmaktadır.

Hile XXX – Neden Yerine Otorite Gösterme

Argumentum ad verecundiam. Bu hile sebep ve gerekçe yerine muhalife göre bir otoriteye başvurmaya dayanmaktadır. Bu konuda hasmın saygı duyduğu bir otorite bulunabilir. Her yerde karşılaşılan bir önyargı da otorite olarak kullanılabilir.

“Ne kadar saçma olursa olsun hiçbir görüş yoktur ki insanlar içlerinde bunun genel olarak kabul edildiği yönünde bir kanaat oluşur oluşmaz kolayca benimsemeye yanaşmasınlar. Örnek davranışlarını etkilediği gibi düşüncelerini de etkiler. Onlar sürünün önünde giden kösemeni takip eden koyunlara benzer. Daha düşünmeye başlar başlamaz cansız yere yığılıverirler. Bir düşünce ya da kanaatin yaygınlığının halk üzerinde bu kadar ağırlığının olması çok tuhaftır, öyle ki kendi tecrübeleri onun herkesçe kabulünün bütünüyle saçma ve sadece taklitten ibaret olduğunu söylese bile üzerlerinde bunun bir etkisi yoktur, çünkü onlar kendilerini bilmezler, kendilerine dair bilgileri yoktur. Ancak seçkinler Platon ile birlikte derler: τοῖς πολλοῖς πολλὰ δοκεῖ (tois pollois polla dokei), ki bu şu anlama gelir: avamın kafası bir yığın hurafeyle doludur ve onlara laf anlatmak zor ve zahmetli bir iştir.” (108-109)

Herkesçe kabul edilen kanaat aslında birkaç kişinin kanaatidir. Schopenhauer daha iyi bir yaratılışa sahip olan birinin, avamdan biriyle uğraşmak zorunda kalmışsa bu otoriteleri mutlaka kullanması gerektiğini düşünür.

“Çünkü ex hypothesi [varsayım gereği] o [avam] her türlü akli delil ve temellendirmeye, kendi başına düşünüp yargıya varamayan tam bir yetenek fukarası, boynuzlu Siegfried kadar duyarsız birisidir.” (111)

Hile XXXI – Anlamazdan Gelme

Bu hile dinleyiciler gözünde muhaliften daha üstün konumda olduğu bilinen kişilerce kullanılabilir. Örneğin bir profesör, öğrenci karşısında bu hileyi kullanmakta daha rahattır. Bu hile bir öncekinin özel bir hali olarak kabul edilebilir. Bu, kişinin gerekçeler sunmak yerine kendi otoritesini dayatmasıdır. Eğer hasmın delillerine karşı bir cevabınız yoksa ironik bir şekilde bu konunun sizi aştığını ilan edebilirsiniz. Karşı cevap ise aynı ironik tavırla verilebilir.

Hile XXXII – Etiketleme

Hasmın iddiasını bertaraf etmenin bir yolu da bu iddiayı nefret edilen bir kategoriye dâhil etmektir. İddiayı dahil ettiğimiz kategori daha önceden çürütülmüş ise sanki iddianın kendisi de zayıfmış gibi görünür.

Hile XXXIII – Sonucu İnkâr Etme

Bu hilede şu türden bir söz duyulur: Teorik olarak çok güzel ama pratikte işe yaramaz. Teorik olarak doğru olan bir şeyin pratikte de işe yaraması gerektiği düşünülür; eğer yaramıyorsa teoride bir yanlışlık olmalıdır. Dolayısıyla bu sözle teoride de bir hata olduğu izlenimi verilir.

Hile XXXIV – Zayıf Noktada Israr Etme

Muhalifiniz bir soru sorduğunuzda kaçamaklı bir cevap verirse bu, zayıf bir noktaya işaret sayılabilir. Eğer böyle olduğunu düşünüyorsanız zayıf olduğunu yakaladığınız noktada ısrar edebilirsiniz. Bu zayıf noktanın tam olarak neresi olduğunu bilmeseniz dahi hasmın bu çıkmazdan çıkmasına müsaade etmezseniz avantaj elde edebilirsiniz.

Hile XXXV – Taraf Tutma

Schopenhauer bu hilenin uygulanabilir olduğunda diğerlerini gereksiz kıldığını düşünür. Bu hilede nedenler göstererek akla hitap etmek yerine, güdülerle istenç üzerine gidilir. Böylece düşüncemiz saçma dahi olsa dinleyiciler ve hasmımız hemen iddiamızı olumlamaya başlar.

“Böyle durumlarda herkes quam temere in nosmet legem sancim us iniquamı [zararına olan bir yasayı onaylamanın ne kadar büyük bir düşüncesizlik olduğunu] hisseder. Eğer seyirciler, ama hasmınız değil, sizinle aynı mezhebe, loncaya, sanayi iş koluna, derneğe mensupsa durum yine değişmez. Varsın onun savı sonuna kadar doğru olsun, siz daha bunun bahsi geçen toplumun müşterek menfaatlerine aykırı olduğunu ima eder etmez seyircilerin tümü hasmınızın delil ve temellendirmelerinin, ne kadar kusursuz olursa olsunlar, zayıf ve aşağılık, buna karşılık sizinkilerin, her ne kadar hedefi ancak rasgele tutturuyorlarsa da doğru ve isabetli olduklarını göreceklerdir. Yüksek perdeden tasvip ve takdirlerini bildiren bir koroyu yanınıza alacak, hasmınızsa onuru kırılmış, süngüsü düşmüş olarak meydandan sürülüp çıkarılacaktır. Hatta seyirciler çoğu kez sizinle tam bir fikir birliği içinde olduklarına inanacaklardır. Intellectus luminis sicci non est recipit infusionem a voluntate et affectibus. [Zihnimiz siccum lumen (kuru-saf ışık-fikir) değildir, bu yüzden araya voluntate et affectibus (niyetler ve tutkular) girer.] Bu hileye ‘suyu başından tutmak’ [ağacı kökünden kavramak] denebilir; bilinen adıysa argumentum ab utilidir. [Faydaya bağlı argüman.]” (115-116)

Hile XXXVI – Laf Kalabalığı Yapma

Terimlerle, basmakalıp sözlerle ve anlamsız ama gösterişli konuşarak dinleyiciler ve muhalifimiz şaşkına çevrilebilir. Schopenhauer yakın zamanda bazı filozofların bu hileye başvurduklarını düşünür; mevcut örneklerin iğrenç olduğunu ifade eden Schopenhauer, Oliver Goldsmith’in The Vicar of Wakefield’ın [Wakefield Papazı, Millî Eğitim Bakanlığı Yayınları, 1946.] 7. Bölümüne bakılmasını önerir. Bu bölüm VI numaralı ekte verilmiştir.

Hile XXXVII – Yanlış Kanıttan Yararlanma

Hasım haklı olduğu halde zayıf bir delil seçmişse bu delili çürütüp bütün iddiasının çürütülmüş olduğunu söylersiniz. Burada yapılan ad hominem bir argümanı ad rem gibi göstermektir. Böylece, muhalifin uygun deliller aklına gelmediği için zayıf delilleri seçmesinden yararlanmış oluruz.

Hile XXXVIII – Kişiselleştirme

Schopenhauer kullanılabilecek son hilenin kişisel, kaba, tahkir edici olduğunu düşünür. Bu hile alt edilmek üzere olunduğu anda kullanılmaktadır. Bu hile tartışma konusu bir tarafa bırakılıp hasmın şahsına saldırmaya dayanır. Schopenhauer bu hileyi, konunun nesnel biçimde tartışılmayıp hasmın bu konuda ileri sürdüğü iddiaları ve kabulleri konu edinen ad hominemden farklı olarak, konudan tamamen uzaklaşıp şahsa yönelen ad personam argüman olarak isimlendirmektedir. Bu hileye başvurulduğunda “bunun tartışma konusuyla bir ilgisi yok” şeklinde karşılığı verilebilir.

“Themistokles’in Eurybiades’e söylediği gibi sizde söyleyin: πάταξον μέν, ἄκουσον δέ. [Vur fakat dinle beni.] Fakat böyle bir tavır herkese karşı işe yaramayabilir.” (119)

Schopenhauer anlayış gücünün keskinleştirilmesinde tartışmanın faydaları olabileceğinin farkındadır. Bu yolla insan düşüncelerini düzeltir ve yeni fikirler oluşturabilir. Tüm bu hilelerin sonunda Schopenhauer güvenilir bir yol aramaktadır. Birçok tartışmanın, tarafların gücenip kırıldığı, çeşitli hilelerin başvurulduğu ve kabalık edilen tartışmalar olduğunu görüyoruz. Bu sebeple Schopenhauer şöyle düşünür:

“Bu yüzden tek doğru ve güvenilir yol Aristoteles’in Topika’nın son bölümünde zikrettiği yoldur: Karşılaştığınız ilk kimseyle değil, fakat sadece ortaya saçma sapan şeyler atıp bunda ayak diremeyecek, otoriteye değil akla müracaat edecek, makul olana kulak verip ona boyun eğecek kadar anlayış gücüne ve öz saygıya sahip, son olarak hakikati her şeyin üzerinde tutacak, makul olan velev ki hasmından gelsin, onu benimsemekte tereddüt etmeyecek, yanlış ya da haksız olduğunun ispatına tahammül edecek kadar hakşinas olduğunu bildiğiniz tanıdıklarınızla tartışmaktır. Bu demektir ki yüz kişiden belki de ancak biri tartışmaya değerdir. Geri kalanlar bırakın canlarının istediğini söylesinler, çünkü desipere est jus gentium. [Herkesin ahmak olma özgürlüğü vardır.] Voltaire’in söylediğini hatırlayın: La paix vaut encore mieux que la verite. [Barış gerçekten daha değerlidir.] Sonra, “sükût ağacının meyvesi dalındadır: o huzur ve barıştır” diyen bir Arap darbımeselini de aklınızdan hiç çıkarmayın.” (122)

Schopenhauer’ın bahsettiği pasaj, Organon V -Topikler-’in Millî Eğitim Bakanlığı Yayınları 1996 yılı baskısında şöyle geçer:

“Ne herkesle münakaşa etmeli ne de rasgelenle diyalektik yapmalıdır, çünkü bazı insanlar hakkında, istidlâller daima tehlikeli bir hal alırlar. Gerçekte, bütün vasıtalarla sıyrılır görünmeye çalışan bir hasma karşı bütün vasıtalarla neticeye varmaya teşebbüs etmek meşrudur; fakat bu yöntem zarafetten mahrumdur, işte bunun için rasgele şununla bununla hemencecik tehlikeye düşmemek tercihe şayandır, çünkü o zaman müessir bir tartışma çıkması mukadderdir. Ve gerçekte böyle çalışanlar bir münazaaya varmaksızın münakaşa etmekten kendiri alıkoymaya muktedir değillerdir.” (Aristoteles, çev. Hamdi Ragıp Atademir)

7. Ekler

Birinci baskıda bölüm sonlarına ek olarak konulan haşiyeler, Ekler başlığıyla kitabın sonuna yerleştirilmiştir. Buradaki metinler Schopenhauer’ın dipnotlarının bir kısmıyla veya başka dipnotların birbirine eklenmesiyle, çevirmenin tasarrufu ile oluşmuş bir bölümdür. Burada Aristoteles’ten ve İbn Sînâ’dan ekleme de bulunmaktadır. VI. Bölüm, Oliver Goldsmith’in The Vicar of Wakefield isimli romanından bir parçadır. Sunuş bölümünde çevirmenin şöyle bir dipnotu bulunmaktadır:

“(…) düşünürün yukarıda sözü edilen mesafeli tavrının [Schopenhauer’ın hileleri yayınlamayışının] da verdiği cesaretle bazı tasarruflarda bulunulmuş, sözgelimi tekrarlar kimi zaman çıkarılmış kimi zaman da dipnotlara kaydırılmış, açıklayıcı dipnotlardan birinin yerine aynı konuyu daha etraflı ve anlaşılır şekilde açıklayan bir başka dipnot konulmuştur. İzlenen bu yolun bir başka faydası daha oldu, dipnotlar (köşeli parantez içindekiler) ve dipnot boyutunu aşıp “Ekler” bölümünde kendilerine müstakil yer talep eden açıklamalar kitabın bilhassa “diyalog ve diyalektik” bahsinde sadece yazıldığı dönemin fikri atmosferini yansıtmakla kalmayıp yakın zamanlarda bu konuda düşünülüp yazılanlara da sağır kalmamasına yardımcı oldu.” (33)

Böyle bir “tasarruf”un ne kadar doğru bir yaklaşım olacağı problemlidir; dipnotların olduğu gibi korunması daha iyi olurdu. Eğer gerekiyorsa ek açıklama ek dipnot eklenebilirdi. Say Yayınları’nın Schopenhauer serisi, kitaplara eklenen makalelerle kendine has bir ayrıcalık barındırıyor olabilir. Ancak akademik çalışmalar için tüm tasarrufların ayrı ayrı dipnotlarda ayrıntılı olarak belirtilmesi gerekir. Çevirmenin kendi eklemeleri ve Schopenhauer’ın eklemeleri daha kolay ayrıştırılabiliyor olmalıydı.

I. Ek – Diyalogdan Diyalektiğe

Bu ekte Aristoteles ve Platon tarafından “diyalektik”in nasıl algılandığı ve kullanıldığına dair birkaç paragraf bulunur. İkinci bölümle beraber burada diyalektiğin tarihi seyri gösterilmeye çalışılır.

“Aristoteles’in tanıklığına göre (D. Laertius, IX, 25) diyalektik muhtemelen Parmenides’in hipotetik antinomilerine bir destek olarak hizmet etmesi için Elealı Zenon’un düşünüp bulduğu bir şeydi. Fakat Elealılar için sözlü atışma türü olan şeyi Platon yüksek bir felsefe yöntemine dönüştürdü. Bu ikisini birbirine bağlayan bağ hiç kuşku yok Sokrates’in ahlaki tanımlar için kullandığı (Phaidon, 75d, 78d) soru cevap tekniğiydi; Platon bu tekniği Kratylos, 390c’de (: “Nasıl soru soracağını ve cevap vereceğini bilene sen ‘diyalektikçi’ diyorsun?”) açıkça “diyalektik yöntem” olarak tarif eder. Sokrates’in tanımlarının Platon’un eidesine dönüşmesinde diyalektik merkezi bir yer tutar ve Devlet’te tasvir edilen ideal müfredatın zirve noktasını teşkil eder.” (125, Ahmet Aydoğan)

Platon’un diyalektiğinde eristik bir tema yoktur. Schopenhauer’ın tanımladığı şekliyle Platon’un eserlerine diyalektik demek kanaatimce problemlidir. Çünkü eristik bir tema olmayan ve en ince ayrıntılara değin soruşturulan, Sokrates sembolüyle yaratılan bir “diyalog” tam anlamıyla iki akıl tarafından gerçekleşmiş bir diyalog değildir; bu sebeple Platon’un diyaloglarının Schopenhauer’cı anlamıyla eristik diyalektik sayılmayacağı açıktır. Platon’un yöntemi nesnel hakikat peşinde olan mantıkla ilişkilendirilmelidir.

II. Ek – Diyalog ve Diyalektik

Diyalektiğin tarihi seyri burada devam eder. Bu bölümde Antik Çağ’da diyalektik bağlamında Aristoteles ve Platon ilişkisinden bahsedilmeye devam edilmektedir; bununla birlikte Modern Dönem’e de değinilmektedir. Gadamer’in görüşleri bu bölümde büyük yer kaplar.

“Diyalektik başlangıçta bir şekle sokulmamış ve görünürde düzensiz şifahi bir sohbet yahut fikir alışverişinin yazılı kaydı, tespiti ve refleksiyonu olarak ortaya çıkar. Bu bakımdan o ancak canlı, şifahi bir diyalogun ardından vücut bulur ve bu hüviyetiyle baştaki dialogosun tek bir akıl tarafından çözülüp bir şekle sokularak tamamlanmış bir sonucu olarak görülebilir.” (135, Ahmet Aydoğan)

III. Ek – Eristik ve Diyalektik

Tek yaprak olan üçüncü ekte, Eristische Dialektik’in Türkçe karşılığı konusunda fikir birliği olmadığı ifade edilir; bu kavram “müşagib muhavere, çekişmeci münazara, didişmeci tartışma” şeklinde karşılanabilir. Aristoteles De Sophisticis Elenchis’te [Sofistçe Çürütmeler] eristik ile sofistik arasında ayrım yapar. İbn Sînâ da Şifâ’sının Safsata kitabında eristik ve sofistik arasında ayrım yapmaya çalışır.

“(…) Bu nedenle en uygunu, nasıl olursa olsun galip gelmeyi isteyene müşagibi (didişmeci) denmesi ve biliyormuş görünümü veren ama gerçekte bilmeyen kimseye mugâlatacı safsatacı (mugalıti sofestai) denmesidir.” (140, İbn Sînâ)

IV. Ek – Topos yahut Mevaz-ı Cedel

Topos’un bir bakış açısı, bir aksiyom olduğu ileri sürülür. M.Ö 4. yüzyılda bu sözcük, askeri terminolojide “güçlerin konuşlandırıldığı mevzi” anlamında kullanılmaktaydı.

“(…) topoi cinsleri açısından bir tartışmada temellendirme stratejileri olarak görülebilir.” (143, Ahmet Aydoğan)

İbn Sînâ, Aristoteles’in topoisini Şifâ’sında “mevaz-ı cedel” başlığıyla karşılamaktadır. Burada, mevzi kelimesinin anlamı, “her biri bir kıyasın parçası yapılan pek çok hükmün kendisinden dallanabildiği münferit bir hükümdür”. “Öyle anlaşılıyor ki bunların mevzi olarak adlandırılmasının sebebi zihnin yöneldiği istikamet olmasıdır.” (144, İbn Sînâ)

V Ek – Eristik, Sofistik ve Peirastik

Eristik ustasının amacını yalnız galibiyet olarak belirleyebiliriz. Sofist ise bu galibiyetten elde edeceği şöhret ve paranın peşindedir.

“Bu yüzden diyalektik ve mantık arasında Aristoteles’in bize bıraktığından daha kesin bir ayrım yapılması fikrindeyim. Bu durumda salt biçimsel olduğu kadarıyla nesnel hakikati mantığa tahsis etmeli, diyalektiği de tartışmada istenen sonucu elde etmeyle sınırlamalıyız. Buna mukabil sofistik ve eristik de diyalektikten Aristoteles’in ayırdığı gibi ayrılmamalıdır, [Schopenhauer burada amaçsal ayrımı vurgulamaktadır.] çünkü onun yaptığı ayrım nesnel ve maddi hakikat üzerine oturur ve bunun ne olduğu ile ilgili olarak açık bir kesinliğe tartışmadan önce ulaşamayız.” (147, Schopenhauer)

“(…) benim görüşüm, diyalektiği mantıktan Aristoteles’in yaptığına kıyasla daha kesin şekilde ayırmak, biçimsel olması koşuluyla nesnel gerçeği mantığa bırakıp diyalektiği ise haklı çıkmakla sınırlamaktır.” (Sel Yayıncılık, çev. Ülkü Hıncal, 83)

V. Ek’in son paragrafı Aristoteles’in Σοφιστικοὶ Ἔλεγχοι 11’inden alınmıştır. Peirastik [(peira) sınama, tecrübe), diyalektiğin genel mahiyeti olarak görülebilir. Ahmet Aydoğan, Aristoteles’in Sofistçe Çürütmeler’de peirastiği, diyalektiğin bir türü olarak ifade ettiğini söyler. Sayfa 147’deki son paragraf şöyledir:

“Ayrıca cevabın bir şeyi olumlamasını veya yadsımasını talep etmek bir şeyi gösterenin değil fakat bir tecrübe/sınama (πείρας) yapanın işidir. Çünkü sınama/sınamanın sonuçlarını değerlendirme sanatı (πειραστκή) bir tür diyalektiktir ve bilen kimseyi değil fakat cahil ve bilirlik taslayan kimseyi göz önünde bulundurur. Şu hâlde özel bir durumun ışığında genel ilkeleri gören birisi bir diyalektikçi, buna karşılık bunu sadece görünürde yapan kimse bir sofisttir. Şimdi çekişmeci ve sofistlere özgü istidlal biçimi sonuçlan doğru olsa bile sadece zahiren istidlal gibi görünen istidlal biçimidir; bunu bir tecrübe/sınama yöntemi olarak diyalektik ele alır . . .”) (147, Aristoteles)

Y. Gurur Sev’in çevirdiği, Şubat 2019’da Pinhan Yayıncılık’tan basımı yapılan, Sofistçe Çürütmeler’de ise pasaj şöyledir:

“[171b2] 11. Dahası, söylemek [evetlemek] veya değillemek gerektiğini öne sürmek bir şey gösterenin değil, onu sınayıcı bir şekilde ele alanın işidir. Zira peirastik bir nevi diyalektiktir ve bileni değil de bilmeyen ve bilirmiş gibi yapanı inceler. Öyleyse bir konu hakkındaki ortak ilkeleri inceleyen diyalektikçi; böyle olmayıp da böyle görünen ise sofist. Eristik ve sofistçe çıkarım ise (1) hakkındaki diyalektik peirastik olan görünürde bir çıkarımdır—sonucu doğru olsa bile, çünkü neden [dia ti] konusunda yanıltıcı olabilir. (2) Dahası, bunlar tek tek bilgi türlerine ilişkin yönteme uygun düşmeyen, ama söz konusu sanata uygun düştüğü sanılan safsatalardır.” (Pinhan Yayıncılık, Y. Gurur Sev, 47) İlerleyen satırlarda Aristoteles şöyle devam eder: “[172a22] Diyalektik, peirastiktir de. Peirastik, geometri gibisinden bir şey değildir, o, birinin bilgi sahibi olmadan da yakalayabileceği bir şeydir. Zira bir konuda bilgi sahibi olmayan birinin ilgili konuda bilgi sahibi olmayan birini sınaması mümkündür (…). Dolayısıyla, belli ki peirastik, herhangi bir belirli bilgi türüne ilişkin değildir. Bu yüzden de her şeye ilişkindir; çünkü tüm sanatlar birtakım ortak ilkeler kullanırlar. Bu yüzden de herkes, acemiler dâhil, belli bir tarzda, diyalektiği de peirastiği de kullanır; ne de olsa herkes, bir noktaya kadar, bilme iddiasındakileri yoklamayı dener.” (Age. 51)

VI. Ek

Bu son ek, Oliver Goldsmith’in The Vicar of Wakefield isimli romanından bir parçadır. Burada bir akşam yemeğinde yapılan toplantıdan bir kesit sunulmaktadır. Squire adlı şahıs, Moses’a karşı totolojik ifadelerin kabulüyle başlayan ama birden karmaşık ifadelerle sürdürdüğü tartışmayı, dinleyicilerin nezdinde bir çırpıda kazanmayı amaçlamıştır. Ardından terimlerle karmaşayı sürdürüp Moses’ın hemen cevap vermesini istemiştir. Böylece eristik diyalektiğin hilelerini kullanarak Moses’ı zor duruma düşürmüştür.

Böyle bir durumda, tanımadığımız biriyle tartışmaya istekli olmamak tercih edilebilir; dinleyicilerin olduğu bir tartışmada, hakikat araştırması ister istemez eristik diyalektiğe dönüşecektir.

Sonuç

Schopenhauer bu metinlerde “eristik diyalektik” diye bir kavramı tarihte aramakla birlikte, bu kavramı yeniden üretmeye çalışmaktadır. Eristik diyalektikte tek amaç dinleyicilerin nezdinde haklı çıkmaktır; Schopenhauer “eristik diyalektik” kavramını “haklı görünmek” amacıyla sınırlamaya çalışır. “Eristik diyalektik, fikrî mübâreze sanatıdır.” Schopenhauer’da eristik diyalektik büsbütün kötülükle nitelenmez; dolaylı çürütmeler ve deliller Schopenhauer’ın kendi eserlerinde başvurulur ancak burada önemli olan, sağlam, doğrudan delillerin ve çürütmelerin, önemsiz ve değersiz, dolaylı olanlarla karıştırılmamasıdır. Sahte ve kötü niyetli çabalar da fark edilmelidir. Eristik kavramı diyalektiğin mahiyetini belirtir; bir başka deyişle bu diyalektik didişmeci mahiyettedir amacı haklı görünmektir; dolayısıyla Schopenhauer yanlış anlamaların önüne geçmek için buna eristik diyalektik der. Peirastik de tıpkı eristik gibi diyalektiğin neliğine dairdir. Diyalektik sorgulamada bu peirastik tutum/sınayıcı tutum bulunmaktadır.

Filozof, hileleri düşünüp yazmakla onlara karşı gardını almış gibidir. Her şeyden önce Schopenhauer bize, denginiz ile tartışın, hakikati önemseyen insanlarla tartışın demektedir. Metinlerde Schopenhauercı kötümser karakter kendini hissettirmektedir. Hileleri sıralayan Schopenhauer âdeta şöyle seslenir: Hilelerinizi biliyorum, bunların ötesinde hakikati tartışmak mümkün değil mi?

Fatih Gökhan Tevfikoğlu
+ Son Yazılar