“Güçlü olmak demek, karşısındakinin şiddetini ve öfkesini, sevgi ve anlayışa dönüştürebilmek demektir… İşte gerçek cihad budur.”

Abdülaziz Buhari (1949 – 2010)

 

Onu Aşure sayesinde tanıdık. Metin Bobaroğlu ve Ayşe Acar’ın kadim bilgelik üzerine sohbetleri ile gerçekleşen Aşure programının “Kudüs” adlı bölümünde, kendisine özgü hoş bir şiveyle Türkçe konuşan, konuşurken hem yüzü hem gözlerinin içi gülen, dilinden düşürmediği “muhabbet” sözcüğüyle dikkatimizi tam da dünyanın yoksunluğunu ve özlemini en çok yaşadığı şeye çeken bu güzel insan, bir anda kalbimizi fethetti; programın açılışına damgasını vuran sözleri kulağımızda yankılandı durdu: “Bu dünya kalbin var Kuddüs’te; Kuddüs’te ağrıyor, dünyada hepimiz ağrıyor.”

Ailesi 400 yıl önce Buhara’dan göç eden, büyük hadis alimi İmam Buhari’nin torunu ve Kudüs’te Mescid-i Aksa’nın hizmetinden sorumlu Nakşibendi Dergahının son mürşidi olan Özbek asıllı Şeyh Abdülaziz Buhari, ailesinin “dünyanın kalbi Kudüs’”e gelme hikayesini (daha rahat anlaşılabilmesi amacıyla az da olsa değiştirmeye cüret ettiğimiz Türkçesiyle) şöyle anlatıyordu programda:

Bizim aile Kudüs’e 1616’da geldi. Tekkeyi açtılar. Niçin? Çünkü Kudüs’te yaşamak, Nakşi tarikatını öğretmek istiyorlardı. O zaman da şeyhlik babadan oğula geçiyordu; baba ölünce oğlu şeyh oluyordu. 400 sene bu böyle babadan oğula devam etti.

Bizim kabristan bahçemizdedir, şeyh efendi öldüğü zaman kabri bahçededir. Bunu niçin söylüyorum? Çünkü biz burada yaşarız, öldükten sonra da burada oturmaya devam ederiz. Dergaha girince çıkmak yoktur bizde. Bizim hayatımız yalnız bu dergah için. 400 senedir hizmet ediyoruz; insanlar geliyor, misafirler geliyor, biz hep hizmet ediyoruz; Allah muhabbet için hizmet ediyoruz. Elhamdülillah, 400 senedir Kudüs’te oturuyoruz. Osmanlı zamanında buradaydık; sonra İngilizler, Ürdün, sonra İsrail geldi; yalnız biz aynı işi yapmaya devam ediyoruz.

Hizmete adanan bir ömür… Hem de hiçbir ücret almadan, hiçbir teşekkür beklemeden; yıllarca aynı samimiyetle… Hayatını “muhabbet” ilkesi üzerine kuran ve bunun için durmaksızın çalışan Abdülaziz Buhari, Kudüs’e barışın gelmesini umarken, Türkiye ile İsrail arasında krizin patlak verdiği günlerde vefat etti. O şimdi gerçekten de Eski Kent’te, Via Dolorosa’daki aynı zamanda evi olan dergahının arka bahçesinde ikamet etmeye devam ediyor. Söz verdiği gibi, dergahını terk etmedi…

Şeyh Abdülaziz Buhari, babasının kendisini henüz bir çocukken Mevleviliği öğrenmesi için Türkiye’ye gönderdiğini ve bu sayede küçük yaşlarda Türkçe öğrendiğini anlatıyor bize Aşure’de:

Ben 14 yaşındayken babam Konya’ya git, Mevlevilik öğren dedi. O zaman da ben çok kızdım, babam niye beni gönderiyor dedim. Biz Mevlevi değiliz, Nakşiyiz; babam beni niye gönderiyor? Mevlevilik öğrenmeme ne gerek var, biz Nakşibendiyiz, başka tarikat öğrenmeye ne gerek var? Ama babam git öğren dedi. Konya’ya 14 yaşında gittim. O zaman Türkçe de bilmiyordum. Yalnız Arapça konuşuyordum, başka dil bilmiyordum. Türkiye’ye gittim. Bir hafta sonra şeyhim geldi; şeyhim Arapça konuşurdu.

Ne anladın diye sordu. Hiçbir şey anlamadım dedim, hep Türkçe konuşuyorsun, ben burada oturuyorum, ama hiçbir şey anlamıyorum. O zaman bana Türkçe öğren dedi. Nasıl öğreneyim dedim; sabahtan akşama kadar burada senin yanında oturuyorum, okula da gitmiyorum, nasıl Türkçe konuşacağım dedim. O zaman şeyhim bana dedi ki: (başını işaret ederek) burada Türk gibi olursan Türkçeyi öğrenirsin. Ama ben Türk değilim, Özbek’im. Kendine söyle: Ben Türk, Türkçe konuşmam lazım. Ertesi gün oturdum, fikrettim: Ben Türk, Türkçe öğrenmem lazım, Türkçe konuşmam lazım. 35 gün sonra Türkçe konuştum. Tabii çok iyi değil, yalnız az az.

Çok tasavvuf var: Mevlevi, Kadiri, Bektaşi.. Bunların hepsi aynı; hepsi Allah muhabbet için var, zikir yapmak için var. Allah Subhanallah Kuran’da diyor ki: “Beni zikredin, ben de sizi zikredeyim.” O zaman ben zikrin ne olduğunu, tasavvufun, muhabbetin ne için olduğunu anladım. Türkiye’ye gitmem bana çok hizmet etti. Dil öğrendim, Türkçe konuşuyorum şimdi. Ondan sonra başka tasavvuf da öğrendim; benim hayatım bambaşka oldu. Allah’la daha da iyi tanıştım.

Gönlünü ırk, din, dil, cinsiyet ayrımı yapmaksızın herkese açan, gerçek dindarlığın tüm sınırlardan, engellerden, koşullanmalardan kurtulmak olduğunu en özgün şekliyle temsil eden insanlardan biriydi Şeyh Abdülaziz Buhari. Din’in gerçekte ne olduğunu yine aynı özgün ifadelerle açıklıyordu:

Peygamber Muhammed (S.A.V.) gelmeden önce İslam yoktu. Fıtrat, hanif vardı. Ne fıtrat, ne hanif? Fıtrat Allah’la tanışmak kalbin içinde. Allah’la kalbin içinde tanışmak; din bu, hayat bu. Süleyman Müslüman değil, Davud Müslüman değil, Hızır Müslüman değil; İshak, Yakup, İbrahim, bunlar Müslüman değil. Nuh, Lut; bunların hepsi peygamber, ama Müslüman değil. Hangi din bunlarınki? Fıtrat; muhabbet; hanif. Allah’ı sevmek. Belki bunlar İslamı bilmiyorlar, ama Allah’la muhabbetleri var. Hepsi Allah’ı tanıyor, Allah yok demiyorlar, yalnız başka ismi var. Muhabbet varsa o zaman sen iyi ibadet ediyorsun. Niçin? Çünkü Allah diyor ki sevin; Allah’ı, peygamberleri sevin; o zaman da Allah, peygamberler seni sever. Allah’ı seven bu dünyada her insanı sever.

En büyük arzusu Kudüs’te barışı görmek olan Şeyh Abdülaziz Buhari, İsrail’de Yahudi ve Müslüman barış gönüllülerinin oluşturduğu ve “Kudüs Barışçıları” (Jerusalem Peacemakers) olarak bilinen bir sivil toplum örgütünün de kurucularındandı. Aşure’de aşığı olduğu Kudüs’ü anlatıyordu bize, ama hiç tanımadığımız bir Kudüs’ü:

Allah’ın yaptığı şehirler içinde en iyi, en güzel olanı bu Kudüs. Kudüs kelimesi mukaddes kelimesinden geliyor. Kudüs ismini biz vermedik, bu ismi Allah verdi. Dünyada her şeyin bir kalbi var. İnsanın kalbi var; hayvanların kalbi var. Bu dünyanın kalbi de Kudüs. Kalp iyi, dünyada herkes iyi. Kudüs’te ağrıyor, dünyanın her yeri de ağrıyor. Şimdi her yerde kavga var, adamlar düşman. Muhabbet yok, ihtiram yok. Kudüs’te her şey iyi olsa, bu dünyada her taraf iyi olacak. Niçin? Çünkü kalp iyi, dünyada hepimiz de iyi olacak. Onun için biz burada Kudüs’te yaşıyoruz, çünkü burada Allah’ın muhabbeti lazım. Düşmanlık olmaz. Adam öldürmek yasak, en büyük günah; insan sevmemek en büyük günah. Çünkü burası kalp, kalp temiz olacak. Kötü işin kalbin içinde yeri yok. Kalp kötü, her taraf kötü. Kalp iyi, her taraf da iyi olacak. Onun için ben diyorum: Bu dünyanın kalbi Kudüs iyi, her taraf da iyi. Benim burda bir kitabım var, dergaha gelenler isimlerini yazıyorlar. Hıristiyanlar geliyor, Yahudiler geliyor, Budist geliyor, Sih geliyor, her yerden insan buraya geliyor. Niçin? Muhabbet için.

İyi işler yapan insan öldüğü zaman unutulmaz. Gandhi öleli kaç sene oldu, ama herkes Gandhi iyi adamdı diyor. Niçin? Çünkü düşmanla muhabbet yaptı, kötü iş yapmadı, yalnız muhabbet yaptı. İngilizler hiç ateş açmadan, muharebe etmeden Hindistan’dan çıktılar. Burada Yahudilerle Filistinliler düşmanlar şimdi, yalnız birkaç sene sonra bunlar arkadaş olacak. Onun için Gandhi, Martin Luther King, Nelson Mandela, bu insanlar çok iyi işler yaptılar.

Sıraladığı tüm bu gönül adamları gibi unutulmayacaklar arasına katıldı sevgili Buhari. Aşure’de tanıyıp sevdiğimiz ve program sayesinde kurulan içten dostluğun sonucunda Türkiye’ye iki kez gelerek bizleri haliyle, fikirleriyle ve samimiyetiyle hem şaşkınlık içinde bırakan, hem de büyüleyen bu muhabbet aşığı insan ruhumuza dokunup gitti. Bir yanımızı hüzün, bir yanımızı sevince boğarak…

Nurgül Demirdöven
+ Son Yazılar