İçinde yaşadığımız âlem açısından baktığımızda, her şeyde bir sınır görülmektedir ve Cenab-ı Hakk’ın kudretiyle sınırlar belirlenmiştir. Bu bütün bilim dallarında da görülmekle birlikte, zamanı geldikçe, çalışmaya, emeklere bağlı olarak sınır tedricen kalkmaktadır. İnsan tecrübelenip aklı geliştikçe sınır konusunda farklı düşünceler geliştirip sınırları aşmak için çalışmış, hâlâ da çalışmaktadır. Zaman içinde sınırlar aşılmış gibi görülse de hep bir sonrakinin gölgesinde kalacağından yine sınırlı olacaktır.
Müzik yönünden baktığımızda ise, sınırlar öncelikle muhayyilede başlamakta, bu da insanın eğitimine, bu konudaki mesâisine, dünyayla, yaşamla ve san’at dallarıyla olan alâkasına bağlı olarak ortaya çıkmaktadır. Konservatuarda öğrencilerime eğitimin önemli olduğunu, ancak farklı tarzlarda çok çeşitli müzikleri dinlemenin ve de analiz şeklinde dinlemelerinin çok daha önemli olduğunu söylerim. Bundan maksat, müziğe ister istemez sınırlar getiren teknik eğitimin yanında, duyuş yoluyla sınırlanmayı engellemek ve öğrencinin bakışını genişletmekti. Ancak yine de bir sınır var ki bu da öğrencinin algı ve anlama sınırıdır.
Bana göre aslında sınırdan kurtulmak mümkün değil, ancak muhayyile, beceri ve eğitime bağlı olarak sınırları genişletmek mümkün olabilir. Yıllar önce insanın özgürlüğü hakkında bazı çalışmalar yaparken kendimce bir kanaate varmıştım. Genel olarak hayatın bir denize benzediği, özgürlüğün ise bir şamandırayla denize atılmış ağ gibi olduğunu düşünürdüm. Deniz hareket ettikçe ağın kenarları da şekil değiştirmekteydi. Şamandıra ise hayatta nerde olduğunuzu göstermekteydi. Deniz (hayat) hareketlendikçe ağ (sınırlar) da hareket ederek uyum göstermekteydi. Ancak her halükârda ağ mevcuttu.
Dolayısıyla insan sınırlı bir varlık olarak sınırları kaldırmak için çabalarsa, ki bu çok emek isteyen bir yoldur, yoğun çabaların sonunda varılan birikimler doğru zamanda, doğru yerde, doğru kişiden bir san’at eseri olarak ortaya çıkabilir.
Teknik olarak müzik, seslerin (tonların) zaman içinde hareket ettikleri ya da etmedikleri anlardan oluşur. İşin içinde zaman boyutu olduğundan, ister istemez sınır var olmaktadır. İlk ritim duygusunun başlangıcından itibaren, zamanın fonksiyonu ortaya çıkmış ve insan geliştikçe bu duygu da gelişmiştir. Müziğin dünyasında bir hiyerarşi vardır ki şöyle sıralanır:
1- Ritim, 2- Melodi, 3- Armoni
Ritim: Ritim, müziğin ilk ve en temel kategorisidir. Müziğin her tarzı ritme sahiptir; ritim olmaksızın hiç bir müzik var değildir. Eğer bir müzik tarzı sadece bu kategoride, bu basamakta bu adımda kalmışsa, eğer o hiçbir melodiye, hiçbir armoniye sahip değilse “aşağı müzik” diye nitelendirilir. Bu açıdan müziği iki biçimde anlıyoruz: Aşağı müzik ve yüksek müzik. Buna göre aşağı müzik yalnızca ritme sahiptir. Fakat yüksek müzik, ritme ve melodiye sahiptir, onun bir tarzı aynı zamanda armoniye de sahiptir.
Ritim belli bir tempoda (zaman aralığında) kuvvetli ve zayıf vurguları art arda yinelemekle oluşur ki ritim müzikte sınır belirleyicidir. Bu da belirlenmiş olan zaman aralığına eşit aralıklarla tekrarını sağlar. Bunun sonucunda sözlü bir müzik eserinin ya da enstrümantal (saz müziği) müziğin vurgusal olarak insan üzerindeki duyusal etkisi ortaya çıkar. Ritim mevhumunda kesin tekrar söz konusudur. Bu da bir döngü oluşturur ki ritim kendisiyle uyum içinde bir melodiyle birleştiğinde duygusal olarak hem beklenen hem de beklenmeyen, farklı düzeylerde etkiler yaratır. Ritm olgu olarak kendi dünyasında sınırlı bir belirleyici olmasıyla birlikte, hükmedici olarak insan devreye girdiğinde sınırlar içinde bir “sınırsızlık” hissedebilirsiniz. Ancak bu da insanın duyum ve hissiyatıyla sınırlanmış olacaktır.
Melodi: Müziğin ikinci kategorisi olan melodi (ezgi) sözcük olarak Yunanca “şarkı söyleme tarzı, nağme” demek olan “melodia”dan gelir. Melodi, monofonik (tek sesli) veya homofonik (eş sesli) olabilir. Seslerin bir müzik cümlesinde yatay bir çizgide bulunmasına monofonik (tek sesli modal), buna karşın seslerin bir müzik cümlesinde hem yatay, hem dikey bulunmasına da homofonik denir. Melodinin bu tarzı armonik şekilde yapılandırılmıştır. Hem tek sesli (modal) hem çok sesli (armonik) müzikte melodi vardır.
Melodilerin dünyasında, insan yaratılışına bağlı olarak “duyum” açısından sınırlanmışlık söz konusudur. İnsan kulağı 20 hz. İle 20.000 hz (hertz) arasındaki sesleri duymaktadır. Bunu örneklemek gerekirse; insan kulağının duyulabileceği en kalın ses kontrbas ya da bas gitarın en pest sesi (kalın) ki 41,2 hz.’tir. İnsan kulağının üst sınırı olan 20.000 hz. ve üstü ise, kedi köpek gibi hayvanların duyabildiği bir sınırdır. Bu da kullandığımız herhangi bir enstrüman ya da insan sesi olarak karşımıza çıkmaz. Ancak elektronik ortamda üretilebilen ve elektronik aletlerde var olan bir ses frekansıdır.
Ancak 20.000 hz.’in biraz altında örneğin 19.000 hz. gibi, sinek vızıltısı buna örnek olabilir. Aşağı doğru inildikçe 480 – 4608 hz. aralığı flüt, 192 – 3072 hz. aralığında keman gibi enstrümanların duyulabilen seslerine ulaşılır.
Dolayısıyla insan kulağı bu şekilde sınırlıdır. Müziğin dünyasında insan kulağı ikiye ayrılır. Normal kulak diye tâbir ettiğimiz herkeste bulunan normal duyma işlevine yardımcı olan duyu organıdır. Müzik kulağı ise yukarıda frekanslarını verdiğimiz ses aralıklarını çok rahat algılayabilen ve farkları ayırt edebilen kulak tipidir. Müzik kulağı insanda doğuştan, yaratılıştan varolan bir duyumdur. Çalışılarak elde edilemez. Dolayısıyla normal bir kulak bir melodiyi dinlerken ondan etkilenebilir ve duygu etkileşiminde bulunabilir. Ancak müzik yapmaya gelindiğinde ise bu kulak sadece seyirci olabilmektedir. Çünkü bu kulak müzikal olarak sınırlıdır. Öyle ki bir melodiyi dinlerken hangi enstrümanlar icrâ edildiğini dahi farkedemez, ses aralıklarını algılayamaz, farkları ayırt edemez.
Melodi dünyasındaki hareket kabiliyeti 30 hz. ile 15.000 hz. arasında sınırlıdır. İnsan duyusal olarak bu sınırı keşfettikten sonra, müzikal çalışmalar buna göre oluşturulmaya başlanmıştır. Zaman içinde bu ses frekansları arasında ses verebilen yeni enstrümanlar keşfedilmiş ve üretilmiş, Orkestralar da buna göre şekillenmiştir.
Armoni: Müziğin üçüncü ve son kategorisi olan armoni sözcük olarak Yunancada “uyum, oran” demek olan “harmonia”dan gelir. Armoni bir bütünün parçalarının hoşa giden uyumluluğudur. Ritim ve melodi ardışıktır, ama armoni, kendi içinde art ardalığa ve bir koeksistens (birlikte oluş)’e sahiptir.
Armonide farklı tonlar aynı anda seslendirilir. Bunlardan bir tanesi egemen tondur ki diğerleriyle beraber armoniyi oluşturur. Bu armoni birliği, tüm tonların bir anda birlikte oluşuyla koeksistens adını alır. Bunlar arka arkaya gelir ve böyle sürer gider. Dolayısıyla armonik müzik hem ardışıklığa hem de koeksistens (birlikte oluş)’a sahiptir. Bu birlikte oluş sabit, statik değil, fakat dinamiktir. Herbir koeksistens zaman içinde art arda kaybolur. Kısaca söylemek gerekirse; Aşağı müzik, yalnızca ritme sahiptir. Yüksek müzik ise; ritme, melodiye ve armoniye sahiptir. Yüksek müzikteki bu armonik sistem ülkelere, kültürlere ve oralardan yetişen müzisyenlere göre değişiklikler göstermektedir.
Ben müzikte sınır konusuna bir de müzik türü üzerinden bakmak istiyorum. Batı müziği ve Doğu müziği. Bunu da “asgarî ve azamî sınırlar” şeklinde ayıracağız.
Asgarî Sınırlar
Batı Klasik Müziği: Bu müzik türünde teknik olarak ses dizileri tonal gamlardan oluşmaktadır ve müziğin tonal yapısı hakkında kesin belirleyici rol oynamaktadır. Batı müziğinde her biri yedi artçıl sesten oluşan on dört adet ses dizesi (gam) bulunur ve tonal olarak birbirlerinden farklılık gösterir. Ancak bu ses dizeleriyle müzik yapmanın olmazsa olmaz kuralları ve dolayısıyla sınırları vardır ve biraz da matematikle ilgilidir. Sınırlayan bu kurallar ise yakın tonlama hareket etmek, bu hareketlerin müzikal ve doğal olması, etkileyici olması, ritm ve armoni olarak uyum içinde olması, icrâ edilebilir nitelikte ve yapıda olması vb.dir. Batı müziği sınırlarını, sahip olduğu armonik sistem sayesinde, olabilirliği mümkün olan seviyelere genişletmiştir. Bunun sonucunda orkestralaştırma teknikleri ortaya çıkmış ve büyük formlu eserler yazılmış ve senfonik-flarmonik orkestralarda seslendirilmiştir.
Doğu Müziği – Türk Müziği: Biz burada doğu müziği olarak Türk müziğinden örnek vereceğiz. Türk müziği teknik olarak “makam” (megam) diye adlandırılan modal gamlardan oluşmaktadır ve tek seslidir. Ancak batı müziğinin armoni zenginliğine karşılık, geleneksel türk müziğinde âhenk söz konusudur. Bu müzik türünde sınırlar daha keskindir. Olmazsa olmaz sınırlar kanundur. Çünkü tarih içinden ve gelenekle gelen bu kurallar, müziğin hem tarzını hem de yapısal olarak zenginliğini oluşturmaktadır. Ancak zenginlik yönünden, batı müziğindeki 14 ayrı ses dizesine karşılık, Türk müziğinde 600 farklı ses dizesinden oluşan “makamlar” mevcuttur. Ayrıca batı müziğinde yedi artçıl sesten oluşan gam, eşit olarak bölünen ara sesleriyle birlikte (bemol ve diyez) 12’ye bölünürken, Türk müziğinde 24 eşit olmayan aralığa bölünür ki Türk müziğinin temelini oluşturur. Bu yapıya göre salt melodik olarak bakıldığında, Türk müziğinin sınırları batı müziğine göre çok daha geniştir ve yapı itibariyle dünyanın en zengin müziğidir.
Bütün bunların ışığında, batı müziği, kilise ve gelenekten gelen çok sesliliği zaman içinde hazmedilecek bir sisteme ve metoda oturtulmuş olduğundan ve ileriki nesillere her anlamda (gerek eğitim, gerekse icrâ olarak) katlanarak devredildiği için Türk müziğinin yapısına göre kısıtlı olmasına rağmen sınırları genişletebilmiştir.
Ancak aynı gelişmeyi Türk müziğinde görememekteyiz. Ses zenginliği açısından daha zengin olmasına rağmen, çok seslilik anlamında gelişme olmamıştır. Bunun nedeni ise; klâsik batı müziği eğitimi alan bestecilerimiz ne yazık ki Türk müziğini öğrenmemiş ve bilmemişlerdir. Türk müziğini iyi bilen besteciler de armonili sistemi öğrenmemiş ve bilmemişlerdir. Dolayısıyla iki taraf birbirinden kopuk bir şekilde eserler vermişlerdir. Ancak birisi çok sesli denemeden öteye gitmemiş, diğeri de gelenekten kopup, aslımını kaybetme kaygısından sınırları aşabilecek cesur çalışmalar yapmamıştır. Ayrıca Türk müziği için kendine özgü bir armoni sistemi yaratılmalıdır. Ekrem Karadeniz isimli müzik adamımız bu çalışmayı özveriyle yapmış ancak yukarıda bahsettiğimiz çekincelerden dolayı eğitim anlamında yayılmamıştır. Türkiye dışındaki Türk müziğinin icrâ edildiği kültürler içinde, kadim müziklerinin ancak %70’ine bağlı kalabilerek (teknik olarak) modal müziklerini çok sesli hale getirebilen sadece Azerbaycan örneğini görmekteyiz. Makamsal bir yapıya sahip olan Azerbaycan halk müziğinin ustaları; akıl, eğitim, gelenek ve modernliği bir arada harmanlayarak hem küçük hem de büyük formlarda sayısız eserler vermişlerdir.
Âzamî Sınırlar: Âzamî olarak nitelediğim sınırlar ise, olabilirliği mümkün olan değerlerin belirlediği sınırlardır. Burada her iki müzik türünde de kendi tarzları ve müzikâl yapıları içinde, müzik yapıcının hayalinde canlandırarak ve hissiyatla oluşan ilhâmını bütün birikim ve becerilerini zorlayarak ifâde etmesidir. Kurallara rağmen sınırları zorlayan bir müzikal ifâde ortaya koymasıdır. Bu durumda ortaya yepyeni bir yorum çıkacaktır. Burada en önemli iki faktör gerek insan sesinin, kullanılan sazların ses ve teknik sınırlarıdır.
Son olarak batı müziği, Türk müziğine kıyasla kısıtlı perde yapısına rağmen armonili sistem ve orkestral yapı ve anlayışla sınırlarını aşmaya çalışmıştır. Türk müziğinde ise perde zenginliğinden faydalanılarak daha çeşitli makamlar oluşturulduğundan tek ses içindeki çok seslilik (âhenk) ve rûha hitap öne çıkmıştır. Bundan dolayı Türk müziğinde ferdîlik ve bağımsız doğaçlama tarzında sınırları aşma yetenekleri ön plândadır.
Buraya kadar ifâde etmeye çalıştığım, müzikte sınır konusuna kısa ve küçük bir bakıştır. Aslında çok daha geniş ve derin olarak irdelenip incelenebilecek bir konudur.