Ütopya, aslında olmayan, tasarlanmış ideal toplum ve gerçekleşmesi mümkün olmayan toplum tasarımlarıdır, şeklinde tanımlanmaktadır. Ancak tarihin akışı içinde, dünya toplumlarında az da olsa gerçekleştiği görülmektedir. Thomas More “Ütopya” adlı eserinde ütopyayı “adaletin yeryüzündeki simgesi” olarak belirtir. Adaletin her türünün gerçekleştiği toplumlarda, ütopik olarak görülen düşünce, tasarım ve eylemlerin gerçekleştiği görülebilmektedir. Burada Rutger Bregman’ın düşüncesini paylaşmak yerinde olabilir. Bregman, “Ütopya bir geleceği tahmin girişimi değil, geleceğin kilitlerini açma girişimidir. Bunun için ütopyalara geri dönüp yeniden büyük hayaller kurmalıyız,” der.
Bu düşünceden hareketle sanatta ütopyaya bakarsak, reel politik düşünce ve eylemlerin altında ezilmiş olan sanatın ütopyalarını harekete geçirmek için, yeni ve büyük hayallere ihtiyaç vardır. Bu hayaller sadece hayal etmekten ibaret olmayıp, toplumda vuku bulması gereken ihtiyaçların ve olması gereken ideal politiklerin de göz ardı edilemeyeceği düşüncesiyle gerçekleşebilir olmalıdır. Şeyh-ül Ekber Muhiddin İbn-ül Arâbî’nin bir formül ve yol gösterici niteliğindeki sözünü burada paylaşmak sanırım yerinde olur. Der ki: “Hayal bineğin olsun, akıl binicin.”
Ütopyalar ülkelere ve toplumlara göre değişkenlik gösterebilir. Bir ülkede gerçekleşmiş olan idealler başka bir ülkede ütopik olabilmektedir. Tabii ki bu idealler toplumsal kültürle yakından ilişkilidir. Kültürü meydana getiren öz unsurları göz ardı ederek ideal olanı gerçekleştirmek mümkün olmayacaktır. İdeal olan ütopik düşünce ve fikir insandan kaynaklanacağı, toplumu etkileyeceği, dönüşüme ve değişime sebep olacağından kesinlikle şahsi menfaatlerden uzak olması gerekmektedir. Bunun örnekleri tarihimizde mevcuttur. Mustafa Kemal Atatürk ilkeli düşünce, yeterli bilgi, gerçeklerden kopmamış bir akıl, adalet, liyakat, özverili ve tutkulu bir çalışmayla ütopik olarak görülen bir ideali gerçekleştirerek Cumhuriyeti kurmuştur. Örnek bir lider ve devlet adamı olarak yürünmesi gereken yolları da bize göstermiştir:
“Sanatsız kalan bir milletin, hayat damarlarından biri kopmuş demektir. Güzel sanatlarda muvaffak olmak, bütün inkılâplarda başarıya ulaşmak demektir. Güzel sanatlarda muvaffak olamayan milletler ne yazık ki medeniyet alanında yüksek insanlık sıfatıyla yer almaktan ilelebet mahrum kalacaklardır. Güzel sanatlarda en çabuk ve en önde götürülmesi gerekli olan Türk musikisidir. Bir ulusun yeni değişikliğinde ölçü, musikide değişikliği alabilmesi, kavrayabilmesidir.”
Mustafa Kemal Atatürk sanat ve Türk musikisi hakkında tespitleri olarak bu sözleri söylediğinde Cumhuriyet henüz çok gençtir. Yürünmesi gereken çok uzun yollar vardır. Ancak o gün bugündür bu yollar hiç yürünmemiş, Türk müziğinin ideallerinin gerçekleştirilmesi konusunda hiçbir şey yapılmamıştır. Bu yapılmayanlar yüzünden ortaya kültür dışı yoz müzikler çıkmış, eğitim konusunda da son derece yetersiz olunduğundan toplum bu tür müzikleri sanat, bunları üretenleri de sanatçı sanmıştır.
Ulu önder yukarıda adı geçen veciz sözlerinin ışığında, her ütopyanın gerçekleşmesi için en başta gerekli olan doğru bir eğitimin olmazsa olmaz olduğunu göstermek için, dünyada şahsına münhasır bir proje olan Köy Enstitüleri projesini hayata geçirmişti ki bu enstitülerdeki en önemli dersler sanatla ilgili olanlardı. Köy enstitülerinden mezun olan öğretmenler üç saz çalabiliyordu (keman, mandolin, bağlama gibi). Anadolu’nun en ücra yörelerine kadar giden bu eğitim sayesinde nice yetenekli insanlar keşfedilmişti. Ütopyaları yaratıp gerçekleştirecek olan kişilerin ne zaman nerede ortaya çıkacağı bilinemez. Bu proje ülkemiz için hayatî öneme sahipti, ne yazık ki ihanetle sonuçlandı.
Ütopya dediğimiz, her koşulda önce bir kötünün tespiti ile başlar ve kötünün ilgası için iyinin ne olduğu sorusunu sorarak devam eder. Yani kötünün ne olduğuna dair bir tarifin olmadığı, iyinin ne olduğuna ilişkin bir tasavvurun olmadığı bir şey ütopya değildir.
Ülkemizin bugünü açısından bakacak olursak, sosyo-ekonomik, reel politik, adalet ve liyakat alanlarında bir ütopyanın gerçekleşmesi kesinlikle mümkün görünmemektedir. Müzik sanatındaki gelişmeler ise bu alanlarla son derece ilişkilidir. Bir toplumun okuryazarlığı yoksa daha anaokulu seviyesinden başlayarak nefs terbiyesi verilmiyorsa, ahlâklı, aklı kullanmayı bilen, bilinçli ve kültürlü insanlar yetiştirilmiyorsa, o ülkede sanatçıdan da sanattan da söz edilmesi mümkün değildir. Bu sayılanlar ülkemiz için ütopyaların başında gelmektedir.
Müzik sanatının ütopyalarında ilk sıra her alanda olduğu gibi üretene aittir. Müziğin üreteni sanatçı olduğundan dinleyenin ütopyası olması mümkün değildir. Olsa da bir anlam ifade etmez. Dolayısıyla ancak sanatçının ütopyası olabilir. Bu bağlamda Türk müziğinin ütopyalarını şöyle sıralamak mümkün olabilir:
1- Milli kültürümüzün yapıtaşlarının başında gelen milli müziğimizin, anaokulundan başlayarak üniversitenin bittiği döneme kadar çocuklarımıza ve gençlerimize benimsetilmesi.
Yetenekli olanların daha ilkokulda ayrılarak sanatçı adayı olarak yetiştirilmek üzere özel eğitime tâbi tutulması. Bunlar için şehirlerde her ilçede en az iki tane olmak üzere “çocuk müzik okulları”nın kurulması. Bu okullarda geleneksel müziğimizin temel bilgileri verilmeli, sesi güzel olanlar şan eğitimine, saza yetenekli olanlar da saz eğitimine tâbi tutulmalıdır.
Buralardan yetişen öğrenciler bir sonraki aşamada “müzik kolejlerine” devam etmeli ve branş seçerek uzmanlaşma yolunda ilerlemelidir.
Bir sonraki basamak ise konservatuar olmalı ve profesyonel anlamda üretken, felsefe sahibi, ustalaşmış icracılar yetiştirilmelidir.
Çocuklar ve gençler sanata özendirilmeli, insanın var olabilmesi için sanatın ne denli önemli olduğu anlatılmalı ve ilkeleri öğretilmelidir.
2- Uzun yıllardan beri süregelen, milli olmayan müfredatlar sonucunda yanlış eğitim ve öğretimler nedeniyle, kendi müziğinden habersiz, tamamen Batı müziği eğitimi almış öğrenciler yetiştirilmektedir ve bu konuda inat ve ısrarcılık devam etmektedir. Bu konu çok uzun yıllardır süregelmektedir. Ve ülkemizin en önemli müzik ütopyalarından biridir.
Nedendir bilinmez bu eğitimlerin verildiği ”Batı müziği” konservatuarlarında Türk müziği hep öcü olarak gösterilmiş, aşağılanmış, basit gözüyle bakılmış, bir tek türkünün bile çalınmasının cezasının okuldan atılmakla sonuçlanabildiği bir süreç devam edegelmektedir. Bugün bütün dünyanın hayran olduğu ve hayretle baktığı ve dinlediği, bir eşinin dâhi olmadığını ifade ettikleri Türk müziğine karşı bu düşmanlık nedendir? Yurtdışından ülkemize gelip araştırmalar yapan, yıllarını burada geçirip saz çalıp türkü söylemeyi öğrenmeye çalışan birçok insan varken biz kendi çocuklarımıza neden milli müziğimizi yasaklarız ve öğretmeyiz? Çünkü “Batı müziği” konservatuarlarındaki eğitim sisteminde ilke sorunu vardır. M.K. Atatürk böyle bir yanlışa gidilmemesi için uyarılarda bulunmuş ancak yaptığı uyarılar yanlış değerlendirilerek bir dönem Türk müziği yasaklanmıştır.
Ütopyası: Konservatuarların bir çatı altında toplanarak ayrımcılıktan kurtarılması, hem Türk müziğini hem de Avrupa müziğini iyi bilen besteci ve icracıların yetiştirilmesi, dolayısıyla iki tür müziğin üzerinde ciddi çalışmalarla harmanlanarak kendine has, çağdaş ve yepyeni bir tarzda müzik sistemi oluşturarak, kökünü gelenekten alan çağdaş bir müzik anlayışının ortaya konması gerekmektedir. Türk müziği “ben yaptım oldu”culuktan kurtarılmalıdır.
Eğitim: Baştan aşağı yanlıştır. Milli değildir, kültür adına çocuklarımıza hiçbir şey öğretilmemekte, hatta yozlaştırılmaktadır.
Ütopyası: Her şehrin her ilçesinde az beş konser salonu olmalı ve her gün mutlaka bir konser gerçekleşmelidir. Bu konserler sıradan değil, nitelikli, özellikli, geleneğe dayalı ancak yeni yaratıcı fikirlerle donatılmış olmalıdır. Kendi kültürünü inkâr edip hor görerek sanat yapılamayacağını bilmek gerekmektedir.
Kesinlikle bir milli çalgılar orkestrası kurulmalı ve bu orkestra için yukarıda belirtilen anlayışta yepyeni eserler yazılmalı ve tüm dünyaya Türk müziğinin yayılması için gönderilmelidir. Devlet bu tür projelere destek ve sponsor olmalı, bu tip orkestralar çocuk müzik okullarında ve konservatuarlarda da kurulmalı ve istihdam edilmelidir.
Devletin bakışı: Devlet anlayışımızda Atatürk’ten sonra müzik sanatına bakış grafiği gittikçe düşerek sadece eğlence müziği anlamında devam etmiştir. 1980 yılından sonra Kültür Bakanlığı bünyesinde birtakım topluluklar kurulsa da amatör seviyeden ileri gidememiştir. Yani devlet Ulu Önder’in göstermiş olduğu hedefe doğru yol alma konusunda çok çok geri kalmıştır. Keza konservatuarlar da aynı durumdadır.
Ütopyası: Öncelikle konservatuar gibi sanatçı adayı yetiştirecek eğitim kurumları kesinlikle üniversitelerin çatısından kurtarılmalıdır. Akademik kariyer anlayışı terk edilmelidir. Bu anlayış terk edilmediği sürece, Dr. Doç. Prof. gibi unvan sahibi bir sürü insan olacak, ancak gerçek anlamda öğrenciye eğitim ve öğretim verebilecek, onların gelecekte profesyonel sanatçı adayları olmalarını sağlayacak ve yönlendirecek vizyon sahibi kimseyi bulmak mümkün olmamıştır, olmayacaktır da. Nedeni ise, unvan sahibi olmak için harcanan vakit ve emekler yüzünden yetenekleri körelmiş, gelişmeleri durmuş ve bunun sonunda da icracılıklarının sona ermiş olmasıdır. Konservatuarlar kesinlikle özerk olmalı, her türlü siyaset, politika ve şahsi menfaatlerden uzak tutulmalı ve korunmalıdır. Özgürlüğün olmadığı yerde sanatçı ve sanattan söz edilmesi mümkün değildir. İkinci bir husus, sanatçı adaylarının yetiştirileceği okullarda teknik bilgi ve eğitimin dışında Türk halk kültürü tarihi ve en önemlisi genel felsefe ile Anadolu erenlerinin hayatları, dünya görüşleri ve edebî eserleri ile ilgili öğretimin yanında, bu anlayış çerçevesinde edep ve görgü eğitimi de verilmelidir.
Türk Halk Müziği ve Türk Klasik Müziği öz olarak Türk halkının gelenek, görenek ve töresine göre gelişme göstermiştir. Kendi içindeki usta-çırak ilişkisi yöntemiyle öğrenci öğretmeninden, hem müziğin inceliklerini hem de Anadolu tasavvuf geleneğine göre edep, erkân ve görgü kurallarını öğrenmekteydi. Günümüzde medya vb. organlar genellikle popüler yaşama hizmet ettiklerinden “ben yaptım oldu, ben sanatçıyım, özgürüm, istediğim gibi yaşarım, davranırım” gibi argümanların sonucunda bugün ülkemizde, taklitçi, kısır, içi boş, insan ruhuna hitap etmeyen, insanların ruh sağlığını bozan faydasız ve son derece kötü, popüler kültür denen bir yozlaşmışlık ortaya çıkmıştır.
Ütopyası: Nitelikli, görgülü, edepli, duruş sahibi, aydın, üretken, geleneğini iyi bilen, dünya görüşü olan, kişilikli sanatçı adayları yetiştirmenin yanı sıra anaokulundan başlamak suretiyle milli ve felsefi bir müfredat programı olmak şartıyla çocuklarımızın yetişkin oldukları üniversite eğitiminin sonuna kadar iyi birer “dinleyici” olarak yetiştirilmesi gerekmektedir. Bunu yapmadığımız müddetçe ne kadar okullar kurup sanatçı adayları yetiştirirsek yetiştirelim, sonrasında üretilen sanat eserlerinin halk tarafından anlaşılmasını beklemek son derece yanlış olacaktır.
Ayrıca bu eğitim, ilk ve ortaokulda geleneksel müzik ağırlıklı olmak üzere, lise ve üniversitelerde de Batı klasik müziği ve dünya müziği tarzları da eklenerek verilmeli, bu eğitimin sonunda da “bilinçli dinleyici sertifikası” verilmelidir. Bunlar başarıldığında kaliteli bir dinleyici toplumuna sahip olunma yolunda önemli bir adım atılmış olacak, sanat ve sanatçının kalitesi yükselecek ve üretimi de artacaktır.
Bizim için ütopik gözüken bu belirlemelerin bazılarının, başka ülkelerde gerçekleştiğini de görüyoruz. Bunun sebebi ulus olarak var olmalarının yegâne sebebi kendi kültürlerine bilinçli bir şekilde sahip çıkmaları ve aynı zamanda daha yüksek seviyelere çıkartabilmek için çok çalışmalarıdır. Sosyo-politik ve ekonomi politikten ne kadar etkilenilirse etkilenilsin, sanat ve sanatçının üretkenliğinin taviz verilmeden desteklenmesi ve teşvik edilmesi gerekmektedir. Almanya örneğine bakarsak, İkinci Dünya Savaşı’ndan yenilgiyle ve perişan bir durumda çıktıktan sonra yeniden yapılanmaya, önce konser salonlarını tamir ederek başlamışlardır. Böyle bir başlangıcın toplumu nasıl etkilediğini Almanya’nın bugün geldiği noktaya bakarak anlamak mümkün olabilir. Yüzlerce filozofu, bilim adamı, sanatçıları ve sporcuları ile birçok ütopyayı gerçekleştirmişlerdir.
Sanatçının ütopyası: Gerçek anlamda sanat öğelerine sahip müzik eserleri üreten sanatçıların aslında birçok ütopyaları olabilir. Ancak bunları en başında, onlarca yıllık gece gündüz çalışma ve araştırmalarla geçen bir ömrün sonunda sağlanan birikimle ortaya çıkarılabilen eserlerin dinleyiciler tarafından anlaşılabilmesi gelmektedir. Aslında bu gerçek bir ütopyadır ve sanatçıların beklentisi hiçbir zaman karşılanmayacak ve hep ütopik kalacaktır. Yukarıda belirttiğimiz gibi “bilinçli ve nitelikli dinleyici” yetiştirilebilirse sanatçıların bu ütopyasının bir nebze gerçekleşme şansının olma ihtimali olabilir. Yine de bu, çok küçük bir olasılıktır.
Şartlar ne olursa olsun, siyasi, politik ve ekonomik baskılara rağmen, sanatçı ve sanat, devlet tarafından ilkeli bir şekilde desteklenmelidir. Çünkü gerçek sanat eseri üreten sanatçı, eserini para bazlı üretmez. Oysaki para işin içine girdiğinde sanatçı sanat yolundan ayrılmaya başlamış demektir. Böyle olduğunda sanatçı tüm emeklerine ve birikimlerine karşılık özgürlüğünü kaybetmeye başlar. Zaten bu noktada sanattan taviz vermeye başlamıştır ki sanatçının en zora düştüğü andır. Dünya müzik tarihinde, hem dış ülkelerde hem de ülkemizde birçok sanatçı bu durumda hayatını ve sanatını sürdürmeye çalışmış, çoğu yokluk içinde hayatını bitirmiştir. Şunu da belirtelim, Avrupa ülkelerinde bu ütopyayı gerçekleştirmek için devletler önemli adımlar atmışlar ve başarılı olmuşlardır.
Yayıncılık: Günümüz medyasında popüler kültür adı verilen müzik yayınları hâkimdir. Bu yayınların toplumun hangi kesimine hitap ettiği bellidir. Bu yayınlarda sanat içerikli müzikal yayınlara rastlamak mümkün değildir. Bazı yayın organlarındaki sanat içerikli yayınlarsa diğerlerine nazaran yüzde bir bile değildir. Bu oranların tam tersi gerçekleştiğinde, M.K. Atatürk’ün belirttiği yüksek medeniyet seviyesine ulaştığımız gün olacaktır.
Şimdi bu düşüncelere karşılık “sanatın yaşaması için refah seviyesinin yüksek olması” gibi düşünceler sunulabilir, ancak bunlar içi boş sözlerdir. Dünyanın birçok yoksul ülkesinde sanat çok üst seviyededir ve devlet yönetimi yoksulluğa rağmen ilkeli bir tutum ve uygulamayla sanat ve sanatçıyı teşvik etmiş ve desteklemiştir.
Sonsöz olarak tespit etmeye çalıştığım bu ütopyaların kilitlerini açmak için ülkemizde de adımlar atılması dileğiyle (bu en büyük ütopya).