* “Bu kısa metin Doğan Göçmen’in “Hegel’de Özgürlük Kavramı Üzerine” başlıklı yazısından alınmıştır. Yazı Şubat 2022’de Doğu-Batı Yayınlar’ından “Düşünce Tarihinde Özgürlük” adı altında Armağan Öztürk ve Cengiz Çevik’in editörlüğünde yayınlanacak olan derleme kitapta yayınlanacaktır. Doğu-Batı Yayınları’ndan Taşkın Takış Beye metnin yayınlanmasını mümkün kıldığı için teşekkür ederiz.”
Hegel’in felsefesi bir özgürlük felsefesidir. Bu bakımdan onun felsefesi genel olarak modern felsefenin ve özel olarak Klasik Alman Felsefesinin doruk noktasını temsil eder. Modern felsefede empirik felsefe geleneği deneyimi, rasyonalist felsefe geleneği ise eleştirel düşünmeyi merkeze koyarak, gelenekçi Ortaçağ anlayışını ve feodal toplumu özgürlükçü bir bakış ile eleştirir. Bu bakımdan modern filozoflar antiklerden de farklıdırlar. Eskiçağ Yunan Felsefesinin en kapsamlı kavramı mutluluktur. Özgürlüğü neredeyse tüm araçlarla bastıran Ortaçağ deneyimi nedeniyle modernler mutluluk kavramını dahi özgürlük kavramının içine yerleştirmiştir. Modernlere göre, özgürlük talebini yerine getirmeyen hiçbir şey, aklın mahkemesi karşısında yaşam hakkı talep edemez. Klasik Alman Felsefesi, modern felsefenin bu ilkesel yönelimini sürdürmekte ve Alman düşünce tarihine ve kültür dünyasına uyarlamaktadır. Hegel, ortaya koyduğu ve ancak Aristoteles ile kıyaslanabilecek ansiklopedik yaklaşımla burada söz konusu olan felsefi özgürlük hareketinin mirasçısı ve sürdürücüsüdür.
Hegel’de özgürlük kavramı, yaygın olarak karşılaştığımız şekliyle ideal bir özgürlük durumunun betimlemesi değildir. O, özgürlük kavramına ilişkisel ve tarihsel olarak yaklaşır. İlişkisel yaklaşım, her zaman bütünlüğü görme ve kurma olanağı sunar. Tarihsel yaklaşım, her şeyi hareket halinde; kendi oluşum, gelişme ve yok oluş sürecinde bütünlüklü olarak kavramayı mümkün kılar. Hegel’in yaklaşımı ilişkiseldir, çünkü insan ilişkilerinin her alanında özgürlüğü bütüncül olarak incelemeyi ve temellendirmeyi amaçlamaktadır. Tarihseldir, çünkü tüm bu ilişkilerde özgürlüğün pratik olarak içkin gerçekleşme potansiyellerini göstermeyi kendisine görev edinmiştir.
Hegel, toplumda özgürlük durumunu, gelişme ve gerçekleşme potansiyellerini insanın iç ve dış ilişkilerini gözeten bir bakış ile insan-insan, kadın-erkek, ebeveyn-çocuk, toplum-birey, devlet-toplum ve halkların veya ulusların birbiriyle ilişkisi bağlamında ele alır ve kavramlaştırır.
Doğa ve toplum ilişkisi, geleneksel olarak düalist yaklaşımlar çerçevesinde özgürlüğün yadsınması olarak işlenmiştir. Hegel, insanın üretim aracılığıyla doğayı dolayımladığını ve böylelikle özgürlüğünün ontolojik temellerini oluşturduğunu göstermiştir. Eş deyişle insan doğayı emeğiyle dönüştürerek kültür ve uygarlık yaratır ve bu onun doğada yaratmış olduğu özgürlük alanıdır. İnsan tarihte sürekli ilerleyen, genişleyen ve derinleşen bir özgürlük halini gerçekleştirir. Bu bakımdan tarih insanın özgürlük bilincinin dışa vurmasıdır. İnsan tüm ilişkilerinin bütünüdür ve bu bütünlük birbiriyle uyumlu bir şekilde oluşturulabildiği oranda özgürdür. Bu bakımdan insan ilişkilerinde görülen tüm efendi-köle ilişkileri özgürlüğün ontolojik potansiyellerinin hareketi dolayısıyla sorgulanır hale getirilmektedir.
İnsanın duygu ve düşünce bütünlüğü, onun toplumsal ilişkilerinde oluşmuş olan uyumlu bütünlüğün bir ifadesi olabilir. Ruh-beden ikileminin epistemolojik olduğu kadar sosyolojik boyutu da vardır. Aynı şekilde kadın-erkek arasındaki ilişkide özgürlükçü ortak yaşam ancak toplumun genelinin özgürlük temeline oturtulmasıyla mümkün olabilmektedir. İnsanın insanla ilişkisinde özgürlük sorunu, iki özne arasındaki ilişkinin şekillenişine göre birbirlerinin özgürlüğünü mümkün kılabilecekleri gibi birbirlerinin özgürlüğünü yok da edebilecek potansiyellere sahip olmalarından kaynaklanmaktadır. Geleneksel liberal anlayışa göre, bireylerin özgürlük alanları birbirleriyle çelişmektedir ve birbirlerini sınırlandırmaktadır. Hegel, Aristotelesçi bakışı takiben, bireylerin özgürlük alanlarının birbirlerini sınırlamadığını, sınırlıyorsa bunun aslında özgürlüğün kaybı anlamına geldiğini, dolayısıyla insanların birbirlerini kapsayarak kendilerini sonsuzlaştırarak özgürleştirdiğini göstermeyi amaçlar. Kadın-erkek ilişkisi insanı tamlayan bir ilişki biçimidir. Dolayısıyla, Hegel’e göre, cinslerden herhangi birisinin diğeri üzerinde hâkimiyet kurması, insanın (kadının ve erkeğin) özgürlüğünü bir bütün olarak kaybetmesi anlamına gelmektedir. Kadının ve erkeğin kendi özgürlüğü için diğer cinsin özgürlüğünü amaçlamak zorunda olması, doğrudan ebeveyn-çocuk ilişkisiyle de ilişkilidir. Kendi ilişkilerini özgürlük ilkesi çerçevesinde kuran ve şekillendiren ebeveynlerin yükümlülüğü çocuğu kendi başına düşünebilen ve davranabilen yani özgür insan olarak yetiştirmektir. Dolayısıyla, çocuğun ebeveynler nezdinde özgür olarak yetiştirilme hakkı vardır.
İnsan bireyinin toplum içindeki özgürlüğü, insanın toplumda var olan tüm olanakların her bir insana kendisini gerçekleştirmesi için koşulsuz sunulmasıyla mümkündür. Toplum bu bakımdan hiçbir insana gelişimine engel oluşturacak bariyerler oluşturmamalıdır. Tersine, onlara kendilerini gerçekleştirmeleri için toplumsal yaşamın her alanını onların bizzat deneyimine açmalıdır. Böylece bireye toplumu özgürce edinme yani toplumda kendisini gerçekleştirme olanağı sunulmuş olacaktır. Hegel’e göre, halkın devlet karşısında örgütlenmesi ve bir güç olması, devletin varlığı için bir tehlike değil, bir bütün olarak halkın özgürlüğü için bir zorunluluktur.
Toplumda var olan tüm ilişkiler tanınma ilkesine dayalıdır ve bu koşul yerine gelmezse, ilişkiler giderek bir efendi-köle ilişkisine yani özgürlüğün bir bütün olarak kaybolmasına neden olan ilişkiye dönüşür. Hegel’in bu gözlemi halkların birbiriyle olan ilişkisi için de geçerlidir. Hegel, bu bağlamda halklar arası ilişkinin gerçekleşmesini, onların politik kurumu olan devletler ve sanat ve kültür gibi başka farklı kurumlar üzerinden gerçekleşmesini farklı açılardan değerlendirir. Hegel’e göre, karşılıklı tanınma olsa bile devletlerarası ilişkiler ilkesel olarak güç ve iktidar ilişkileridir. Bir özgürlük durumu olarak betimlenebilecek ebedi barış durumu ancak halkların kendilerinin eseri olabilir.