Okuma süresi: 7.24 mintues

İnsanlar dünyada kendi problemleri konusunda dünyayı kendileri ile olan ilişkisi içinde yakaladıklarında, dile bireylerarası bildirişimde araç niteliği kazandırırlar. Yine biz bu niteliğe yaratım gücümüzü yükler, onun içinde oyunlar oynar, kavga eder ve söz düellolarına gireriz. Dil kendi içinde örgün bir anlaşmalar sistemidir ve bu sistem her an yeniden yaratılır. Bazı dilbilimciler, dilin tabiatına uymanın zorunluluğundan ve dokunulmazlığından söz edebilirler, ancak dil canlı bir varlıktır. Dili ören ve kendi koyduğu kurallara sinsice oyunlar oynayan yine insandır; bu oyunlar görünmez değildir.

Dilde yaratmak her insanın işidir. “Dil öyle düzenlenmiştir ki, her konuşucuya kendini ‘ben’ olarak adlandırarak, dili tümüyle üstlenme olanağı verir.” Dil, konuşan kişiye bir söylem, her kişi söylemine bir olay yükler. Bu söylem ve olay birlikteliği dili besler ve insanı, gerçekliği yeniden yaratmaya gebe bırakır. “Dinleyen kişi de önce söyleneni algılar ve bu söylem aracılığıyla olay yeniden oluşur.” Şimdi dinleyici de yeni bir söylemin olanaklarını kullanabilir.

Dilin özü “logos”tur. “Bir başka deyişle, söylem ve us birliktedir.” Bu birliktelik biçimsel bir yaratıma (düşüncenin biçimlenmesine) uzanır. Wittgenstein’a göre “sözcüğün anlamı onun kullanımı olarak anlaşır.” Anlam dille var olabilir. Dil olmadan düşünce var olamaz. Buna karşın materyalist düşüncede dil, sosyal üretimin gelişme sürecinde ortaya çıkar ve sürecin ayrılmaz bir yanıdır. Bununla beraber dil ile düşünce arasında bir özdeşlik yoktur.

Dilin düzeninin değişken olmasıyla birlikte, bu düzene bağlı kılınarak dünya yeniden yaratılır. Sözcükler rollerini alır ve sahneye çıkar. Yöneten insandır. Sözcükler her an rollerinin değiştirilmesi gerçeği ile karşı karşıyadır. Bu gerçek tam anlamıyla ‘argo’da hayat bulur. Argo, bir topluluğun dilini yeniden yaratmasıdır.

Argo, Fransızca ‘argot’ sözcüğünden gelir, ama bu sözün etimolojisi belirgin değildir. Kökenine ilişkin birçok düşünce vardır. İşlevi gibi kendi kökü de gizlidir. Önemli olan argonun her an var olduğu ve yaşadığıdır.

Argo tanımları da birbiriyle anlaşmazlık içinde olabilir. Ancak en ortak yaklaşımla argo, ‘özel bir sözcük dağarcığına dayalı’, gizli düşüncelerin anlatılmasına yarayan, genel dilden ayrı bir konuşma biçimidir. Argo özel bir dildir, ama her özel dil argo demek değildir. Çünkü her özel dil argo gibi genel dilin biçimini bozup, parçalayıp yeniden şekillendirmez. (Hukuk ve bilim dili de özel dillerdendir.)

Argoda esas olan genel dilin sözcükleriyle oynayıp, onları gizli bir anlaşmanın içine dahil etmektir. Bu değişim bazı temel ilkelere dayandırılabilir: “Cins isimleri sıfatlardan türetme, örtülü terim ve kelime kullanma, eski ve bölge dili sözlerinden faydalanma, genel dildeki kelime şekillerini bozma, genel dildeki kelimelerin anlamlarını kaydırma veya değiştirme, ifadeye renk, abartı, mizah ve ince alay veren sözler yaratma…”

Genelde argo küfürlü, kaba saba bir konuşma biçimi olarak anlaşılır. Fakat argo bundan daha geniş bir anlamı içerir. Birçok belli başlı oluşum alanları vardır: “Hırsız, kabadayı, dilenci argosu; hapishane, denizcilik, kışla argosu; cinsel argo; esnaf, şoför argosu gibi…” Küfür ve kabalık argoya yakın durabilir ama onun tamamını oluşturmaz. Argo daha çok bir topluluğun kendine özel anlaşma biçimidir.

Argo bir savunma biçimidir de aynı zamanda. Çünkü herhangi bir grubun kullandığı argoyu o gruba dahil olanlar bilebilir. Eğer bir argo sözcüğü, bütün toplum tarafından anlaşılabiliyorsa, artık argo olmaktan çıkar. Argo sözcüğü halk diline geçiş yapabilir. Daha sonra da genel dile dahil olabilir. Bu, argonun dili yenileyen bir unsur olduğunun kanıtıdır. Dili yenilemek şair ve yazarların görevi sayılıyorsa, bu bizzat halkın da işlevidir.

Wittgenstein günlük dili esas alırken ‘dil oyunu’, ‘uzlaşım’, ‘yaşam biçimi’ gibi birtakım kavramlar ortaya atar. Onun için bir dili tasavvur etmek, bir yaşam biçimini tasavvur etmektir. Dilin konuşulması yaşam biçiminin bir bölümüdür. Bir dili bilirsiniz, ama onu kullanan insanlar arasında yaşamadıysanız, o dildeki ince ayrımları bilemezsiniz.

Wittgenstein’ın dil oyunu konusundaki tasarımı da belirgindir: “Dil ile dilin içiçe geçtiği etkinliklerin bütünü…” Ancak dil oyunları dilin yapısını oluşturan parçacıklar değildir. Bunu da şöyle dile getirir: “Biz dil oyunlarını, dilin bir bütününün parçaları olarak değil, tersine kendi içinde kapalı anlaşma sistemleri olarak, basit, ilkel diller olarak görüyoruz.” Şimdi argonun canlı, üreyen bir dil oyunu olduğunu söyleyebiliriz. Yine Wittgenstein’a göre dil oyunları değişince kavramlar, kavramlarla birlikte anlamlar değişir. Bu da argonun bir dil oyunu olduğu görüşünü destekler.

Fransız yazar Montaigne de halkın konuşma diline olan güveninden söz eder. Halkın ağzındaki sözcüklerin gücünün görülmeyişinden yakınır. “Avda ve savaşta kullandığımız kadille neler yapılmaz” derken argoya gönderme yapar. Konuşma dili deyimlerinin otlar gibi yer değiştirdikçe daha gürbüz, daha bereketli olduğunu savunur.

Anadolu’nun dil oyunları ise mizah ve ince alayı ahenkle kullanır. Bektaşi argosu ve Nasrettin Hoca’nın kelime oyunları iki güzel inceleme alanıdır.

Her argonun içine kapanıklılığı bir toplumsal nedene bağlanabilir. Alevi ve Bektaşi kültürü de yaşadığı sıkıntılar nedeniyle, özellikle Bektaşilerde sır olarak da nitelendirilen, özel bir alan yaratmıştır. Bektaşi argosu kelimelerin anlamlarının değiştirilmesi veya kaydırılmasıyla cinselliği kullanır. Bugünün herhangi bir alan argosundaki kullanılan kelimelere de zemin oluşturur. Buna, ‘kaz’ kelimesi örnek olarak verilebilir. Hulki Aktunç’un Büyük Argo Sözlüğü’nde ‘kaz’, ‘aptal, dangalak (kimse)’ olarak tanımlanır. Kaygusuz Abdal ise ‘Kaz’ adlı şiirinde beceriksiz bir dervişi anlatmaktadır.

KAZ

Bir kaz aldım ben karıdan,
Boynu da uzun borudan,
Kırk Abdal kanın kurutan,
Kırk gün oldu, kaynatırım kaynamaz.

Sekizimiz odun çeker,
Dokuzumuz ateş yakar,
Kaz kaldırmış başın bakar,
Kırk gün oldu, kaynatırım kaynamaz.

Cinsel argoya örnek olarak, halk arasında kadın ile erkeğin arasını yapan anlamında kullanılan “pezevenk” sözcüğü, Bektaşi argosunda Allah ile kul arasını yapan kişi anlamında kullanılır.
Sembolik bir anlam taşıyan, iri halkalı bir küpeye ise “bereket küpesi” denir. Bunların yanısıra gizliliğini yitirmiş birkaç kelimeye de örnek verilebilir:
Mücerret (çıplak, soyunmuş): Derviş olmuş kişi.
Kurbanlık kuzu: Bektaşi tekkesine girmek isteyen, huzura gelmiş kişi.
Pir-i Mugan: Meyhaneci yerine kullanılan bir tabir.

Nasrettin Hoca’nın diline argo denilemez belki, ama onda da ifadeye renk katan kelime oyunlarıyla bir mizah söz konusudur:
Herifçioğlu: Kimse, biri
Sakala tarak uydurmak: Bir kimseye, mizacına uygun davranmak
Serviler şehri: Mezarlık
Kör kandil: Sarhoş

Bütün dünya edebiyatlarında, hatta eski çağlarda bile argoyu kullanan şair ve yazarlarla karşılaşılabilir. Bundan dokuz asır önce Kaşgarlı Mahmud’un yazdığı “Divanü Lugat-it-Türk”te argoya rastlanır.

Cemil Meriç de argo için “kanundan kaçanların dili, korkunun ördüğü duvar, günahları gizleyen peçe, yaralı bir vicdanın sesi” ifadelerini kullanır.

Bir milletin sanatına kadar girebilen argo, yetersizliğe bir başkaldırıdır. Gizli bir olay ve yaratıcılıktır. İnsanların duygularını, heyecanlarını açığa vurdurur; korkularını örter. Her devrin diline sıkı sıkıya bağlı olduğu için, bir toplumun aynasıdır argo.


KAYNAKÇA

1) Aktunç, Hulki, Büyük Argo Sözlüğü
2) Benveniste, Emile, Genel Dilbilim Sorunları
3) Devellioğlu, Ferit, Türk Argosu
4) Güney, Eflatun Cem, Nasrettin Hoca Fıkraları
5) Kocatürk, Vasfi Mahir, Türk Edebiyatı Antolojisi
6) Rosenthal, M. ve P. Yudid, Materyalist Felsefe Sözlüğü, çev. Aziz Çalışlar

Bilgin Yarıkkaya
+ Son Yazılar