Özetleyerek Alıntılayan: Elif Ersoy

Üç tarih yazımı tarzını birbirinden ayırt ediyorum:
– Kaynaktan Tarih
– Düşünce Dolaylı (reflektierte) Tarih
– Felsefi Tarih

1) Kaynaktan Tarih

Hemen örnek verecek olursam, örneğin Herodotos, Thukydides ve benzerlerini söylemek istiyorum, yani betimledikleri eylemleri, verileri ve durumları kendileri yaşamış, onların içinde yaşamlarını sonuna kadar sürdürmüş, kendi varlıklarıyla bu verilerin ve onların tininin bir parçası olmuş, bu eylemler ve verilere ilişkin bir bildiri kaleme almış, şimdiye değin salt olmuş bitmiş ve dışsal olarak kalmış şeyleri tinsel tasarımın alanına yerleştirmiş ve bu alan adına işlemiş, böylece ilk önce iç ve dış duyu için düpedüz varolan bir tasarımı, zihinsel herhangi bir şeyi dönüşüme uğratmış tarih yazarlarını göz önünde bulunduruyorum. Nasıl kendi dilini bir yapıtaşı gibi kullanmasına, edindiği bilgilere de çok şey borçlu olmasına karşın yine de asıl yapıt şaire aitse, tıpkı bunun gibi bu tür tarih yazarı da gerçekte çoktan olmuş bitmiş, öznel, rastlantısal anılara karışmış ve yalnızca unutmaya yargılı bellekte saklanmış şeylerden bir bütün yaratır, onları Mnemosyne’nin tapınağına yerleştirerek ölümsüzleştirir.

Bir halkın asıl nesnel tarihi ilk olarak bir tarih bilimine sahip olmasıyla başlar. Konuşmak, insanlar arasında eylem, hem de özlü ve etkili eylem yerine geçer. Halkın içinde yapılan konuşmalar, halktan halka, halklar ve prensler üzerine yapılan konuşmalar, birer eylem olarak tarihin, özellikle daha eski tarihin öz konusudur. Bu insanlar bu konuşmalarda kendi halklarının, kendi kişiliklerinin ilkelerini, kendi törel ve tinsel ilişki ve doğalarının olduğu kadar kendi politik ilişkilerinin bilincini, kendi amaçlarının ve eyleyiş tarzlarının ilkelerini dile dökmektedirler. Ulusların tözsel tarihi, yani tini incelenmek, bu ulusların içinde onlarla birlikte yaşamak, yaşamış olmak istenirse, o zaman böyle kaynaktan gelen tarih yazarları ayrıntılı bir biçimde incelenmeli, uzun uzun okunmalıdır.

2) Düşünce Dolaylı Tarih

Bu tür tarihin serimi, yazarın kendi zamanının ötesine geçmektedir. İstenen, yalnızca zamanında canlı bulunanı değil, ele alınan konu neyse onu, yani tüm geçmişi tinde bulunan bir şey olarak sergilemektedir. Burada aslolan, tarihçinin kendi tininden ayrı bir tinsel içerik taşıyan malzemeyi işlemesidir. Genellikle bir halkın, ülkenin ya da genel olarak bütün dünyanın tüm tarihinin özeti istenir. Bu tür tarih kitapları temel, resmi tarih yazarlarından, öykülerden ve tek tek bilgilerden yapılan zorunlu derlemelerdir. Kaynak, görü ve görünün dili değildir; doğrudan doğruya tanıklık özelliği yoktur.

Eğer tarih yazarı o zamanların tinini anlatmak istiyorsa, kendi tinini bastırmak ödevidir. Böylece Livius Roma’nın eski krallarını, eski zamanların konsül ve komutanlarını, kendi zamanının usta bir avukatının konuşabileceği gibi konuşturur, bu da sahici antik zamandan kalmış söylencelerle tam bir karşıtlık oluşturur.

Dünya tarihinin uzun dönemlerini ya da tüm yayılımını topluca göz önünde bulundurmak isteyen böyle bir tarihte, gerçekliğin bireysel seriminden az ya da çok vazgeçilmesi, soyutlamalara gidilmesi, özet çıkarılması, kısaltılması şarttır. Tarihin bu tarz yazımı cansızdır; böyle anlatılar, soyut tasarımlar konuyu kurulaştırır.

Birinci tür düşünce dolaylı tarih bizi hemen ikinci bir tür düşünce dolaylı tarihe vardırır: Bu da pragmatik tarihtir. Aslında bunun adı yoktur; tarih yazımının genellikle göz önünde bulundurduğu şey söz konusudur: Geçmişte yaşananların incelemeye dayalı bir tasarımını vermek. Pragmatik tarih yazarının en kötü yanı, kişileri güden nedenleri, hiçbir kavrama dayanmaksızın tikel eğilim ve tutkularla açıklayan, olgunun kendisindeki dürtüsel etkinliği görmeyen küçük ruhbilimsel kafa yapısıdır. Her bir dönem, her bir halk öyle kendine özgü koşullar içindedir, öyle bireysel bir durum gösterir ki ancak o durumun içinde o duruma göre karar verilmesi gerekir ve ancak böyle karar verilebilir. Her halkın konumu ayrıdır, neyin haklı neyin haksız olduğuna karar vermek için ise başvurulacak ilk yer tarih değildir.

Düşünce dolaylı tarihin üçüncü tarzı eleştirel olanıdır. Tarihin kendisi değil, tarihin tarihi, tarihsel öykülerin yargılanması, onların doğruluk ve inanılabilirliğinin araştırılması söz konusudur.

Düşünce dolaylı tarihin son türü de özel tarihtir. Özel tarih, bir halkın zengin yaşamının tüm bağlamı içinden genel bir bakış noktasını çekip çıkardığı için (örneğin sanat, tüze ve din tarihi) parça parça, tikel bir şey olarak gözükür. Gerçi soyutlayıcıdır, ama bu bakış noktaları genel olduğu için aynı zamanda felsefi dünya tarihine geçişi sağlar.

3) Felsefi Dünya Tarihi

Üçüncü tür tarih olan felsefi dünya tarihi, bu son tür düşünce dolaylı tarih çalışmasına bağlanır; ancak öyle bir biçimde ki, genel bakış noktası artık öteki bakış noktalarından soyut ve tikel bir biçimde ayırt edilmez. Felsefi dünya tarihinin bakış noktası soyut bir genellikte değildir; tersine somuttur, olduğu gibidir. Çünkü o, sonrasız olarak kendinde olan ve kendisi için geçmiş diye bir şeyin olmadığı tindir ya da ide’dir. İde, gerçekten halkların ve dünyanın kılavuzudur; tin ise olayları yönlendirmiş olan ve yönlendiren, buyrukları akla dayalı istencidir onun.

Bilinçleri bulanık halklar ya da onların bulanık tarihi, tarih biliminin konusu olmaz, en azından felsefi dünya tarihinin konusu değildir, çünkü onun amacı tarihteki ide’nin bilgisidir. Yani kendi ilkelerini bilincin ışığına, kendilerinin ne olduğunu, ne yaptıklarını bilmenin ışığına getirmiş halkların tinleri söz konusudur burada.

*Hegel’in ‘Tarihte Akıl’ isimli kitabından alıntıdır.

Georg Wilhelm Friedrich Hegel
+ Son Yazılar