Okuma süresi: 11.18 mintues

Platon[1]’dan önce, antik Yunan filozofları özel olarak doğayla ilgilenmişler, doğadaki oluş ve bitiş süreçlerini maddeden hareketle değerlendirmişlerdir. Platon bu açıdan Sokrates de dâhil olmak üzere kendisinden önceki bütün felsefî birikimden keskin bir şekilde ayrılmaktadır. Maddî olanın varlığını inkâr eden Platon, gerçeğin ve gerçeksel varlığın tinsel olup, maddenin ötesinde olduğunu savunarak etkisi günümüze kadar süren idealizmin kurucusu olmuştur (Arslan, 2006, s. 198).

Platon’a göre bilgi edinme aracı olarak duyu organlarımız gerçek bilgiyi kavrayamaz, bu nedenle gerçek bilgiye ve gerçeksel varlığa ulaşmak için başka bir yetiye gereksiniriz, bu yeti ise ruhtur ya da onun en yüksek seviyesi olarak nous (akıl)’tur.

Maddî olanın reddedilmesiyle, beden Platon’da kötülük için potansiyel bir zemin olarak görülür ve buna bağlı olarak haz duygusu en büyük kötülük olur. Beden, ruh için bir hapishanedir ve bedenin ölümü ruh için onun gerçek doğasına kavuşması için bir kurtuluştur. Ruhun bedenin tasallutundan kurtuluşu onu öte dünyaya ulaştırır ve böylelikle Platon’un görüşlerinde öte dünya öğretisi karşımıza çıkmaktadır (Arslan, 2006, s. 200).

Platon’a göre ruh, kendi kendine hareket eden varlığın bu hareketinin ilkesidir. Ruhun özü ve kavramı harekettir, bütün varlıklar içinde akla sahip olabilecek biricik varlıktır, bu nedenle ruh, bilgiyi elde etmede asla duyulardan yardım almaz, aksine kendi içine kapanıp, bedenle ilişkisini kestiği ölçüde gerçeği o kadar iyi kavrar. Çünkü öğrenme denen şey ruhun bilmediğinin bulunması değildir, bilgi doğuştan vardır, bu nedenle öğrenme aslında bir hatırlamadır (Arslan, 2006, s. 306-310-365).

Öte yandan Platon’da yaratılış ve ilâhî adalet fikri vardır. Ona göre evren, Tanrı ya da Demirguous[2] tarafından yaratılmıştır ve Yaratıcı en üstün anlamda sonsuz olarak iyidir. Evren ve ruh sonsuz iyiliğin sonucudur ve insanın dünyada yaptığı kötülükler ve iyilikler ceza ya da ödül olarak ruhun eylemlerinin karşılıkları olacaktır.

Yukarıda kabaca vurgulanan pek çok ideanın günümüz dinlerinin temel konseptlerini içerdiği kolaylıkla görülmektedir, fakat bu konseptler tek başına Platon’un ideaları değildir. Ruhun ölümsüzlüğü ve göç etmesi, öte dünya anlayışı, bedenin ve maddenin yadsınması gibi görüşler Platon öncesinde kavramsal olarak bulunmaktadır. Aynı şekilde bu nosyonları Yunanlılar arasında ilk tanıtan Platon değildir. Aleksandriayalı Clemens dâhil birçok yazarın belirttiğine göre Pitagoras (M.Ö. 570- 495) bir süre Mısır’da kalmış ve Mısır başrahibi Sonchis’in öğrencisi olarak özellikle ruh kavramını öğrenmiştir (Alexakis, 2001, s. 159-160). Dolayısıyla Platon’un sistemleştirdiği pek çok kavram Mısır kökenlidir ve Hinduizm ya da Zerdüştlük gibi pek çok dinde görülmektedir. Fakat Platon’u özel kılan, bahsi geçen metafizik kavramları sistemleştirerek, en başta vurguladığımız gibi hem bir idealizm kurması hem de teolojik, felsefî, estetik, ahlâkî ve idarî yönleri olan bütünlüklü bir sistem kurmasıdır. Bu açıdan Platon’un devlet yönetimine dair görüşlerinde idealizminin çerçevesi görülür ve çerçeve ortaçağ Hıristiyan devletlerince paylaşılmıştır[3].

Diğer yandan Platonizmi, Aristoteles teolojisi ve Stoacılığın bazı görüşleriyle cesaretle birleştirerek yeniden yorumlayan ve Augustinus üzerinden dolaylı olarak ortaçağ felsefesini etkileyen (Johansen, 1998, s.531) Plotinus[4]’tur (MS. 205-270). Onu bir anlamda farklı kılan geç antikitenin en önemli metafizikçisi olmasının yanı sıra, Hıristiyanlığın gelişim çağının yakın tanığı olarak bu sürecin etkileyen bir düşünür olmasıdır. Hem bir filozof, hem de mistiktir. Hıristiyan mistiklerinin aksine herhangi bir dini gerçekliğe bağlı değildir, Bir hakkında konuştuğunda bile diğer metafizikçilerle aynı dili kullanır[5] (Johansen, 1998, s.533).

Kendisini Platon’un mirasçısı olarak gören Plotinus’ta biliş mistiktir, mistik deneyimin kendisi olasılıkla her yerde aynıdır ve amacı Tanrı’yla mistik deneyim yoluyla bir olmaktır. Bu deneyim iletilemez, söylenemez hatta Plotinus bile bunu açıklayamaz. Sadece deneyimlenebilir ve deneyimleyen onu anlayabilir.

Plotinus, bilişselliğin gerçek olarak algılanabilmesi için üç temel ilke ya da kendi deyişiyle hypostasis önerir. Bütün felsefesini bu üç hypostasis üzerine inşa etmiştir. Hypostasislerin ilki ve kaynağı Bir’dir. Bir sonsuz iyi ve mutlak birliktir, evrenin merkezi, ebedi kaynağı ilâhî aşkın kökenidir. Aklın ve öz-bilincin başlangıcıdır (Bal, 2009, s. 91).

Her şey Bir’den kaynaklanmaktadır fakat, Plotinus yaratma kavramına karşıdır, çünkü yaratma bir çaba gerektirir ve üstün varlığın çaba göstermesi ondaki eksikliği gösterir[6]. Bu nedenle sudûr[7] kavramını yaratıcılık nosyonun yerine kullanmıştır. Dolayısıyla evrendeki her şey Bir’den sudûr etmiştir. Bir’den ilk sudûr eden nous yani akıldır, akıl Plotinus’un ikinci hypostasisidir, aklın meydana gelmesiyle üçüncü hypostasis olan ruh, akıldan sudûr ederek ortaya çıkar (Yetkin, 1971, s. 15). Son olarak ruhtan da fiziksel dünya sudûr etmiştir. Fiziksel dünya ruhun dalmasının ya da derin düşünmesinin[8] yan ürünüdür. Aynı şekilde Bir’in derin düşünmesi akıl, aklın dalması ise ruhun sudûr etmesini sağlamıştır (Johansen, 1998, s.545). Bu noktada Plotinus’un doktrininde üç hypostasis arasında bir hiyerarşi göze çarpar. Bir en üstün varlıktır ve sonsuz iyi olarak tanımlanmıştır. Akıl ve ruhta Bir’den sudûr ettiği için onlarda iyi olmak özelliği taşırlar. Bir’den oluşanlar, özellikleri itibariyle onunla birleşme eğilimindedirler, bu nedenle sudûr edenlerde ona geri dönmek için bir istek ve özlem bulunur. Ruhtan maddeye iniş ya da maddenin sudûru, sadece Bir’e geri dönüş için bir araç özelliği taşır, böylece Plotinus, Platoncu dualizmi, Platon’un ideal dünyasına götüren bir köprü haline getirir (Michelis, 1952, s. 28).

Geri dönüş sürecinde ruh, maddî olan ve yüce olan bir arasında ya da aşağı ile yukarı evrenler arasında bir ara varlıktır. Yukarısı ve aşağısı arasında hareket edebilme özelliğine sahiptir ve geri dönüş için gerekli hareketi sağlar[9]. Ruh bir türev olduğu için aynı zamanda Bir’i ve aklı içerir (Johansen, 1998, s. 538). Evirtim sürecinde yolculuğa çıkacak olan varlık ruhtur. Geri dönüş sudûr etmede olduğu gibi derin düşünmeyle gerçekleşir ve birey ruh bedenle birlikte olduğu sürece dış dünyaya kendini kapatıp dalarak birlik olma sürecine girebilir (Bal, 2009, s. 93). Plotinus, bu mistik iç görü yoluyla her insanın Tanrı’yla temas kurabileceğini varsayar[10].

Öte yandan Plotinus, bilginin nedenselliklere dayandırılmasını kabul etmez ve bir Aristocu, Epikürcü ya da Stoacı gibi düşünmüştür: “Eğer biliş, maddî dünyadan aldığımız materyallere bağlıysa var olan bilgi doğru değildir ve şüphecilik sadece kabul edilebilir bir kaçış olur”. Ona göre Platon ve onun önemli öncülleri olan Heraklitos, Pitagoras ve Parmenides, dünyanın özünün maddî olmadığını fakat insan bilinci için erişilebilir, anlaşılabilir olduğunu varsaymıştır (Johansen, 1998, s. 535). Neoplatonizm pagan felsefesinin son atılımı olarak göze çarpar, bu açıdan, akım Stoacılık ve Aristoculuktan pek çok ideayı benimsemiştir. Plotinus’tan sonra akımın üç büyük düşünürü Porphyry, Iamblichus ve Proklos’tur. Onlar için Plotinus esin kaynağıdır fakat Platon sarsılmaz bir otorite olarak görülmeye devam etmiştir. Aynı zamanda Geç Platonistlerde Aristoteles ve Platon iki farklı fakat uzlaşabilir bir aşamayı temsil etmişlerdir. Platonizmin geç dönem yazarları, Aristo ve Platon’u değiştirmeden yayınlamışlar, yeni gerçeklikler ortaya çıkarmadan, gerçeği anlaşılır kılmak için yeniden keşfetmeye çalışmışlardır. Bu bakımdan bu yazarların çoğu, öğretici yönleriyle öne çıkmışlardır. Öğrenme sayesinde Aristo ve Platon’a kademeli bir giriş yapılabileceğini ve bu nedenle onu müfredata koymayı ve metin yorumları için prensipler oluşturmayı savunmuşlardır. Onlara göre hissedilebilir dünyanın analizinde Aristo mantığı Platon’la oldukça uyumludur (Johansen, 1998, s. 556-559).

 

Yazının tamamını okumak için: https://www.academia.edu/7206140/Neoplatonizm_ve_H%C4%B1ristiyanl%C4%B1k_ili%C5%9Fkisi


Dipnotlar:

[1] Platon (M.Ö. 427-347). Aristoteles ile antik Yunan felsefesinin temel direklerinden biri olan Platon’un soyunun babası Ariston tarafından Atina’nın son kralı Kodros’a kadar gittiği söylenmektedir. Anne tarafından da ünlü reformcu Solon’la akrabalık ilişkileri bulunmaktadır. Asıl adı Aristokles olduğu; geniş omuzlerı ya da alnından dolayı kendisine geniş anlamında Platon denildiği düşünülmektedir. Kendisi Herakleitos, Parmenides, Pitagoras, Anaksagoras, Empedokles, Demokritos’un öğretileri hakkında geniş bir bilgiye sahiptir. Yirmili yaşlarında Sokrates’in öğrencisi olmuştur. Daha sonra Dionysios’un davetiyle Sicilya’ya gitmiştir. Burada başarısız olduktan sonra ülkesine dönmek için bindiği gemi Aegina adasına uğrayınca Sparta-Atina arasındaki savaş nedeniyle bir Atina vatandaşı olarak esir alınır ve köle olarak satılır. Şans eseri Aristippos’un öğrencisi olduğu düşünülen bir Kyreneli zengin onu tanıyarak satın alır ve özgürlüğüne kavuşur. Platon’un amacı nihai olarak görüşlerine uygun bir politik gerçekliği sağlamak olmuştur fakat, deneyimlerinde yaşadığı başarısızlıklar onu eğitimci olarak geleceğin yönetici filozoflarını yetiştirmeye yöneltir. Arkadaşları Atinalı bir kahraman olan Akademos’un adını verdikleri Atina’nın kuzeyinde bir gymnasiumu Platon için satın alarak tarihin ilk felsefe okulunu kurarlar. Bu akademi 529 yılında Iustinianus tarafından kapatılana kadar dokuz yüzyıl boyunca en önemli felsefe merkezi olmuştur. Aristoteles 17 yaşında bu akademiye girmiş ve burada yetişmiştir (Arslan, 2006, s. 173-182).

[2] Demirguous, ya da akl-ı faal. Birçok kültürde bilinmekle birlikte, evreni oluşturan ilâhî güce antik Yunan’da verilen isimdir. Demos sözcüğü ile iş anlamındaki ergon sözünden türetilmiştir. İnsanlar için imal eden, üreten mimar anlamına gelir.

[3] Platon’a göre din, sadece kişiler ve Tanrı arasında bir ilişki türü değildir, aynı zamanda iktidarın yetki alanına giren toplumsal-siyasal bir kurumdur. Dinsizlik devlete karşı yasal bir suç olarak görülmesi gerektiği gibi devlet, bireyin kiminle ve kaç yaşında evleneceği, kaç çocuk yapacağı, neleri okuyacağı, hangi oyunları seyredeceği gibi insanî ilişkileri de düzenlemelidir (Arslan, 2006, s.382). Belirtmek gerekir ki, bu otoriter anlayış günümüzde de etkisini reel olarak sürdürmektedir.

[4] Plotinus (MS. 204-269). Üst Mısır’da Lycopolis şehrinde doğmuştur. Felsefe dersi almak için 27 yaşında Aleksandria’ya gitmiştir. Kendisine arkadaş olarak tanıtılan Ammonis Saccas’la çalışarak yanında 11 yıl kalmıştır. Porphyry’nin aktardığına göre, 243 yılında Pers ve Hintliler’in doktrinlerini öğrenmek için imparator III. Gordian’ın ordsuna katılarak doğu seferine çıkmıştır ancak imparatorun kendi personeli tarafından öldürülmesinin ardından Antakya’ya kaçmıştır. Aynı yılın son baharında Roma’ya gitmiş ve orada filozof olarak 25 yıl geçirmiştir ve Porphyry’nin anlattığı kadarıyla zengin bir dul olan Gemina ile yaşamıştır. Roma’da içerisinde senatörlerin ve hatta imparator Gallienus ile karısı Salonina gibi önemli izleyicilerin olduğu bir cemaat kurmuştur. Hatta imparator, Plotinus’a Platon’un ideal devletini Platonapolis adıyla kurması için olanak tanımak istemiş fakat kurmayları bu görüşe kıskançlıkla yaklaşmış ve düşünce gerçekleştirilememiştir (Dillon, 1992, s. 190).

[5] Görüşlerini savunurken, dönemin ruhuna uygun olarak, baba ya da tanrı gibi Hıristiyan filozofların kavramlarını kullanmıştır

[6] Yaratma fikrinin reddi Plotinus’un miras aldığı Platoncu gelenekle arasında ayrılık olduğunu gösterir (Dillon, 1992, s. 194).

[7] Taşma ya da fışkırma

[8] İçe yönelme, Platon’da bilginin hatırlanmasının bir aracı olarak görülür.

[9] Ruhun devinimsel özelliği aynı zamanda Platon’un hareketin ruhun özü olduğu görüşüyle uyumluluk taşır.

[10] Bir tür meditasyon yoluyla Tanrıyla birlik olma düşüncesi, on dördüncü yüzyıl Bizans’ının Athos manastırlarında başlayan ve Gregorios Palamas’ın başını çektiği hesikastik düşüncenin temel savını oluşturacaktır.

 

+ Son Yazılar