Nasıl anlatılır bilmem ki… Kemter Dede ile 1969-1970 yıllarında rehberim vasıtası ile tanıştık. Terzi kalfası olarak çalıştığım yıllarda müstakil dükkân açmaya karar verdim. Dükkânı tuttuğum çarşıdaki esnafın hepsini tanıyorduk ama çok yakın değildik. Karşımdaki komşum da içine kapanık, kendi hâlinde, çok da dışarı ile alâkası olmayan, biraz da celâlî meşrepli bir zattı. Dükkânına gidip “Abi dedim, karşıdaki dükkânı ben tuttum, biz gerçi bir senedir bu mahalledeyiz ama sizinle tanışmak nasip olmadı, kusura bakmayın, geç oldu,” dedim. O da: “Kardeşim, ne bundan evvel sen buraya gelebilirdin ne de şimdi gelmeyebilirdin,” diye cevap verdi. Bu cevaptan çok etkilendim ve bu zat ile zamanla yakın arkadaş olduk. Sık sık sohbet etmeye, dinden imandan bahsetmeye başladık. Cenâb-ı Mevlânâ’dan bahsederken, “Bizi kara toprakların altında aramayınız. Biz bizi sevenlerin gönüllerindeyiz. Bizim söylediklerimizi size kim tekrar ederse biz ordayız,” sözlerini okumuştu. Daha evvel de Konya’ya yolum düşmüştü. Cenâb-ı Mevlânâ’nın türbesini ziyaret etmiştim. Hava soğuk ve karanlıktı, türbenin içi de soğuk ve karanlıktı, yanımdaki kişi de soğuk, ben de soğuk. O dostumuz: “Beni kara toprakların altında aramayın. Biz bizi sevenlerin gönlündeyiz. Bizim söylediklerimizi size kim tekrar eder ise biz oradayız,” deyince; haaaa! (dizine sertçe vurarak) Konya’ya ziyaretine gittiğim Konya’da değilmiş, dedim. Esas adresi O’nu seven, O’nu anlayan, O’nun söylediklerini tekrar eden kişiymiş. O’nun esas kabri… Oh be, ne güzel…
Rehberim gömlekçiydi. O zamanlar Soma’da Tercanlı madenci nüfusu yoğunluktaydı. Rehberim de madencilere gömlek diktiği için hepsini tanırdı. Kemter Dede de Tercanlı’ydı ve sık sık babası ile Soma’ya gelirdi. Rehberim de ehl-i beyt muhibbi olduğu için madenciler Kemter Dede ile tanıştırmışlar. O zamanlar Kemter Dede kırklı yaşlarındaydı, ben ise yirmi dokuz yaşındaydım. İlk karşılaşmamız rehberimin dükkânında olmuştu. Yanında babası vardı, saz çalıp coşmuştu. Kemter Dede sürekli hânedân-ı ehl-i beytten bahsederdi. İlk karşılaşmamızda hemen kanım kaynamıştı Kemter Dede’ye. Hatta mürşidime intisab etmeden önce Kemter Dede’ye intisab etmeyi düşünmüştüm. İkinci karşılaşmamızda kendisini babası ile evimizde misafir etme şerefeni nail olduk.
Mürşidim ile zahiren tanışmasak da rehberim vasıtası ile haberdardık birbirimizden. Rehberim öyle muhabbetle bahsetmişti ki, görmeden sırılsıklam âşık olmuştum, hem kendisine hem ailesine. Dükkânlarımız karşı karşıya olduğu için her gelene “Acaba o mu geldi? Leyla mı geldi?” diye bakardım.
Sonra rehberim evini, dükkânını satıp İstanbul’a taşındı büyük bir aşk ile. Sanki birisi gelip eliyle ağzımı burnumu kapatmış, nefes alamıyorum. O gidince ben de duramadım ve gayrı ihtiyari burada buldum kendimi. Taşradan İstanbul’a göçmek kolay değil. Ekonomik olarak müthiş bir fark var. O zamanlar insanlar akın akın Almanya’ya çalışmaya gidiyorlardı. Türkiye’nin fakirlikten, işsizlikten kıvrandığı zamanlardı. Onların işi çok daha zordu. Eşlerini, çocuklarını bırakıp hiç bilmedikleri yerlere çok zor şartlar altında, dil bilmeden, horlanarak darlanarak çalışmaya gittiler. Onların işi çok daha zordu.
Daha sonraki karşılaşmamız “Adil Ali, Vakti Dolu” diye bir kitapçıda olmuştu. Irene Melikoff ‘un “Uyur İdik Uyardılar” adlı kitabını aramaya gitmiştik. Irene Melikoff, Azerî Türkü bir baba ve Rus Çarlarının ailesinden gelme bir annenin kızı olarak Bolşevik ihtilâlinden sonra Fransa’ya gidip Türkoloji okumuş. Daha sonra İstanbul’a gelerek Şah Kulu Dergâhı’na yolu düşmüş ve bütün Balkanlar’ı dolaşarak Alevî toplulukları ile ilgili araştırmalarını bu kitapta toplamış. Bir gazetede görmüştüm Irene Melikoff’u ve Âşık Veysel’den şu dizeleri söylemişti:
Şu âlemi yaratan bir,
O dur külli şey’e kadir.
Alevîlik sünnîlik nedir?
Menfaattir varvarası.
Veysel sapma sağa sola,
Sen Allah’tan birlik dile.
İkilikten gelir belâ,
Dava insanlık davası.
İsmail Güleç’in “Yâr Elinden Gelen Bâde, Âşık Yusuf Kemter Dede’nin Nutukları” isimli kitabı çıkmış o sırada. Kemter Dede ile bu kitapçıda da karşılaşıp muhabbet etmek nasip olmuştu.
Yirmi beş sene sonra dostlarla Şahkulu Sultan Dergâhı’nı ziyarete gitmiştik. Dergâh’ın bahçesinde dolaşırken bir de baktım, Kemter Dede orada. Dostlardan müsaade isteyip yanına gittim. Selam verip “Ben Soma’dan Terzi Osman, hatırladın mı?” dedim. O da “Unutmadım ki canım… Unutmadım ki,” dedi. Sonra birkaç kez daha karşılaştık.
Bir de baktık ki Anadolu Aydınlanma Vakfı’nda da Kemter Dede…