Okuma süresi: 3.48 mintues

Yaşadığım onca kederli günlere rağmen, yaşadığım nice zor yıllara rağmen, hep umutlu olmaya çalıştım. Metafor, bir şeyi söylemenin şiirsel yolu değil de nedir? Hep böyle yaşadım ben. Şiirle, renklerle ve kelimelerle yürüdüm. Ruhumu hep özgür bırakmaya çalıştım ve yanlış patikalarda yürümekten kaçındım. Aya bakmak sığınağım, su gibi yalnızca kendime akmak biricik kaderim oldu. “Nasıl korurum söyleyin yanmaktan kendimi arkamda kızgın güneş ölesiye koşarken” Ah benim nice Nietzsche kardeşim ne kadar da haklısın. Şehir huysuz, şehir karamsar, şehir ağır yaralı, şehir ölesiye mahcup! Beni yoğun bakım ünitesinde unutmuşlar. Şakacı bir kaplumbağanın kalbinde unutmuşlar. Dişçim beni bekliyordu gidemedim. Ah canım Tagore! Birlikte orman toplayacaktık güneşli bir bahçeden buluşamadık, babam Aslan burcuydu, ne zaman beni görse kükrerdi, sevincinden mi yoksa öfkesinden mi bilemedim. Kulak cihazım yorgun beni hiç duymuyor. Kırtasiyecimde düzgün cetvel yok, hepsi yamuk. Hem tavşan hem de âşık olma” der ince bıyıklı Fransız’ım, şairim Apollinaire! Hep kıskanmışımdır onu. Hem şairdir hem de resim eleştirmeni ve Fransa’nın Nice kentinde nice dostları olmuştur ki başta Picasso! Bu ülkede ne yazık ki abidik kubidik insan kılığında manyaklar çoktur ama kübizmi bilmezler. Mitolojiyi asla bilmezler ve felsefeye kim yardım etsin ki şairlerden başka? Sezai Karakoç ve Necip Fazıl’dan başka şair bilmezler ve gravür, resim, desen desem, ne desem boş işte! Düşünebiliyor musunuz? 1911 yıllarında Wilhelm Apollinaire şairim güya Mona Lisa tablosunu çaldığı iddiasıyla tutuklanmış ve sonra suçsuzluğu anlaşılınca serbest bırakılmıştı. Canım şairim gripten ölmüş, ben de garipliğimden öleceğim herhalde!

Bana göre ve bence her zaman en güzel kapitalizm eleştirisini yine o seviyor muyum sevmiyor muyum dediğimiz bu kez o paladan daha yüksek bıyıklı deli olmayan, dahi olan niyeti hep iyilikle dolan Nietzsche amcam söylemiştir: “Lanetler güneşi, içi geçmişler; ağacı gölgesi için severler!…” demiştir.  Felsefenin nefesini tıkayamazsınız. Gönül vadisine tırmanmak zordur. Kekik ve erik kokan dostlarım vardır. Aslında beşinci mevsim olan Vivaldi’nin ta kendisi değil de nedir? Şu Orphee(Orfe) denilen kadını tanımam etmem. Kelebeklerin avlusunda tırtıl kaldım, ah sineklerin de şarkılarını duyan olsaydı? Meleklerin terk ettiği diyardan yazıyorum sana bu küçücük pusulamı? Aşkımın ibresi kahkaha ve ölümle sevişti, kaotik bir aşk zehirlenmesi benimkisi. Anılarımdan başka verebileceğim bir tek görünmez melekler kaldı.

Dünyanın bütün hallerini kuşandım. Ve dünyanın bütün hallerini reddettim. Rahmet kuşandım ve yas dediğim, yazdığım bütün yaz şiirlerimin kalbimin kıyısına bırakıldığını gördüm. Ölmüştüler. Meczup ve boğazıma takılan eflatun bir sesle öksürdüm. Kesik kesik hapşırdım ve çıplaklığın kayıyordu elimden. Gövden akıp giden bir suydu. Su bir sırdı. Serçenin su içişi bir sırdı. İnsan yavrusu karmaşık bir süreçti. Su erimez, buhar olurdu, bulut kadınım benim, yağmurum olur musun? Nietzsche, Apollinaire ve elbette Rilke hayatın zirvesine yolculuk yaparken hep yarı yolda kalırdık! İnanın ve inanınız aptallık zekâyı yenmiş gözükse de cehalet bugün iktidarda olsa da aydınlığın ve aydınlanmanın o büyük yaz esenliği asla yenilmeyecektir. Piramitleri yapanlar ölmedi ki? Firavunlar öldü! Siz hiç insan gönlünü yatıştıran, insan kalbini dans ettiren, efendi kılan, kalbimize itibar olanı gönderen bir ses duydunuz mu?  Bence, bencileyin yineliyorum: Buda’yı anlamamak bir budalalıktır. Ben makine ve otomat değilim. Ben sadece bir düş kırıklığıyım. Anla beni, ben Hafız ve İsa olanın Muhammed’i ve gurbet kuşuyum. Plastik bir çiçek asla büyümez ki? Ben canlıyım! Melek sesi bu! Kutsal yürek çivilendi! Hayatın ve aşkın bal haliyim…

Engin Turgut
+ Son Yazılar